Görülmüştür Kolektifi, redfotoğraf grubu ve Karşı Sanat, 'Sınırsız Kütüphane' adlı sergiyle farklı cezaevlerinden 112 mahpusun ve dışarıdaki 34 fotoğrafçı, grafiker ve heykeltraşın eserlerine yer veriyor. Türkiye hapishanelerinde tutulmakta olan yüzlerce yazar, şair ve çizerin varlığını kamuoyuna hatırlatmak, eserlerini hangi koşullarda ve nasıl ürettiklerine dikkat çekmek amacıyla gerçekleştirilen sergi son 30 yılda içeride üretilmiş yüzden fazla edebi eseri, kitap, resim ve karikatürü bir araya getiriyor.
Tutsakların yazdığı şiir, roman, öykü ve deneme türü kitapların yanı sıra, hapishanede üretilen edebiyat ve karikatür dergileri, hapishane konulu kitaplar da ziyaretçilerle buluşuyor. 13 Eylül’de açılan “Sınırsız Kütüphane” 9 Ekim’e kadar İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde bulunan Karşı Sanat’ta ziyaretçilere açık olacak.
Bakın, dokunun, hissedin
Sergiyi gezmeye başladığımda ilk dikkat çeken noktalardan biri tutsakların çizdiği karikatür ve resimlerin orijinal sergilendiği masa oldu. Bu masada aynı zamanda eserleri sergilenen tutsakların fotoğrafları da yer alıyor. Kimisi avluda yan yana poz vermiş, kimisi çalışma masasının üzerinde kitapları, kalemi ve kağıdı ile otururken… Masada bir de not var: “Bakın, dokunun, fotoğraf çekin, hissedin ama lütfen götürmeyin.”
Adil Okay
Bu notu sorduğum sergi organizatörlerinden yazar Adil Okay şöyle açıklıyor: “Biz sergiye gelen herkesin tutsaklarla temas etmesini, tutsakların gözlerine bakmasını, yaşadıkları koşulları fotoğraftan dahi olsa görmelerini çok önemli buluyoruz. Ama önceki kimi sergide orijinal fotoğraf ve eserleri alan ziyaretçiler olduğunu gördük. O nedenle böyle bir not yazdık. Bizim için tutsakların fotoğrafları ve eserleri bir hafıza, bir arşiv; biz bu arşivi, sergiyi her şehre ve her ülkeye taşımak istiyoruz.”
Kantin fişi: 1 adet özgürlük...
Bir duvar boyunca tutsakların el yazmaları, mektupları, resimleri, karikatürleri sıralanıyor. Bu çalışmaların biri de 'ihtiyaç istem fişi'. Evet, bu gerçekten de hapishanede tutsakların doldurduğu kantin fişinin orijinali. 5 Ağustos 2024 tarihli bu fişte tutsak Fadime Aktaş ihtiyaçlarını ‘cins’ ve ‘adet’ bölmeleri altına şu şekilde doldurmuş: “Özgürlük: 1 adet, Sağlık: 1 adet; Mutluluk: 1 adet; Gökyüzü: 1 adet; Güneş: 1 adet” ve altına eklemiş: “Okumak her gün; gülmek ise sonsuz olsun.”
Fıtıklarıma inat!
Duvarın biraz ilerisinde Zeynep Avcı’nın “Kadın Cezaevi C-Tek-6 Erzincan” gönderen adresli mektubundaki bir şiirini görüyorum. Mavi mürekkeple yaşadıklarını aktaran kadın tutsağın şiirinden önceki satırlarda özetlediği sağlık sorunları tutsakların hangi koşullarda ürettiklerinin bir örneği: “Tansiyon sorunu yaşamaya başladım son üç yıldır. Tarsus’tan buraya gelmeden önce tansiyonum yirmilere çıkmıştı; acile gitmek durumunda kaldım. Üç kalp kapakçığımda da kaçak devam ediyormuş fakat bunun da nedenini bilmiyorum. (…) Burada özellikle akşamları bazen güzel bir rüzgar esiyor, onu hissedebilmek için pencereden elimi uzatıyorum. Minik gökyüzünü görebilmek için eğilip boynumu çevirmek zorundayım, fıtıklarıma inat!”
Avcı’nın bu satırlarla birlikte paylaştığı şiiri ise şu şekilde:
“Dönüyorsa halen dünya
Habersizce bizden, usulca
Sessizce, uyandırmadan
Korkutmadan
Kirlenmeden, yitirmemişse merhameti
Diri tutmuşsa umutlarını
Ve dönüyorsa halen dünya
Umut hep çocuktur, diridir…”
Yanımızda olmayanların hatırası
Duvar boyu yolculuğumun diğer bir durağı ise siyasi tutsak Ayhan Kasak’ın ünlü Alman edebiyatçı Goethe’den çarpıcı bir alıntı ile başlayan “Sınırsız Kütüphane sergisini yaşar kılan dostlara merhaba!” başlıklı mektubu:
“Kuşatılmış karanlık mekanlarda bir başımıza olmadığımızı gösteren siz değerli canlara selam, sevgi ve saygılarımı sunarım. ‘Yanımızda olmayanların hatırası zamanla silinmez ama sislenir’ demiş Goethe. Olay ve olgulara bireysel pencereden bakanlar açısından sislenmenin zifir karanlığa dönüşmesi belki olağan karşılanabilir. (…) Ama böyle bir duygu yanılgısına kendimizi kaptırmamalıyız. Zira bizler her şart ve koşul altında toplumsallaşmış insanlığın menbasından içenlerdeniz. Bize ‘reva’ görülmüş bu kuşatılmış karanlık mekanlarda yengi kazandıklarını sanmasın muktedirler. Ayakta kalmayı ve direnç sergilemeyi bizler şiar edindik. Che’nin sözü kulaklarımızda küpedir: ‘Kaybetmekten korkma, kaybettiğinde değil, vazgeçtiğinde yenilirsin.’”
Yüksek Uygun
Fotoğrafçı-tutsak dostluğu
Sergide tutsakların mektuplarının dizili olduğu duvarın karşısında redfotoğraf grubundan fotoğrafçıların birbirinden güzel fotoğraflarını da görebilirsiniz. Onlardan biri de her Cumartesi günü Galatasaray Meydanı’nda birlikte çekim yaptığımız bir fotoğrafçı ve aynı zamanda bir Cumartesi İnsanı olan Yüksek Uygun. “Çektiğim fotoğrafların bir anlamı olsun, insanların görmediği şeyleri göstermeye bir araç olsun istedim” diyen Uygun, sergide yer alan fotoğrafının anlamını ise şöyle açıklıyor: “Bu sergi için serbest temalı çekimler yaptık. Ben özellikle kadın temasını işleyen bir fotoğrafla katıldım. Dersim’de ekin balyası taşıyan bir kadını fotoğrafladım. Bu fotoğrafla kadınların hayat mücadelesinin ne kadar çetin olduğunu göstermek istedim.”
Kendisinin de redfotoğraf grubundaki diğer fotoğrafçılar gibi bir tutsakla eşleştiğini ve fotoğraflarını bu tutsakla yaptığı fikir alışverişleri doğrultusunda çektiğini anlatan Uygun, bu fotoğrafçı-tutsak ilişkisinin kendisinde bıraktığı derin duyguları şu sözlerle anlatıyor: “Ben yaşamını yitiren tutsak Halil Güneş ile eşleşmiştim. Ondan sonra kimseyle eşleşemedim henüz. Vefat haberini aldığımda çok üzüldüm. Polisin bizi İHD önünde ablukaya aldığı bir güne dair çektiğim fotoğrafa bir şiir yazmıştı. O şiir benim o fotoğrafla anlatmak istediğim tüm duyguları öyle güzel özetlemişti ki… Kendisini yüz yüze tanıma imkanım olmadı ama ailemden birini kaybetmiş gibi oldum.”
30 yıldır tecrit altında üretiyorlar
Sergiyi gezmeye ara vererek sergi organizatörü ve aynı zamanda Görülmüştür Kolektifi kurucularından olan Adil Okay ile serginin amacını ve önemini konuşmaya başlıyoruz. “Sınırsız Kütüphane” sergisinde son 30 yıldır cezaevinde sanatsal üretim yapan tutsakların eserlerini sergilediklerini anlatan Okay, “Demek ki biz suya yazı yazmıyoruz” diyor. Okay, Türkiye cezaevlerinde adı bilinmeyen yüzlerce aydının olduğunu ve bu sergiler aracılığıyla gerçekliği kamuoyuna hatırlatmaya çalıştıklarını belirtiyor: “Türkiye aydınları biraz burjuva hümanistleri. Belli tutuklu yazarlar ve aydınlar üzerinden kamuoyu yaratılıyor. Biz de diyoruz ki; elbette bu aydınlar önemli ama bakın burada 100 kişi daha var. 15 yıldır, 20 yıldır, 30 yıldır hapishanede, tecrit altında üreten insanlar var.”
Üç hasta tutsak yaşamını yitirdi
Sergi henüz hazırlık aşamasındayken sergide eserleri yer alan Nevzat Çapkın hayatını kaybediyor. Çapkın’ın mektup arkadaşı olan Okay, yaşamını yitiren hasta mahpuslar hakkında şu bilgileri paylaşıyor: “Hapishanede üreten, kitapları yayınlanan ve aynı zamanda mektup arkadaşım olan Nevzat Çapkın hasta bir mahpustu, ölümün eşiğinde tahliye ettiler; tahliye olduktan üç ay sonra hayatını kaybetti. Yine sergide eseri yer alan Halil Güneş hapishanede hayatını kaybetti. Yazar ve çevirmen Mehmet Gök benim tiyatro oyunumu Kürtçeye çeviren kişidir. Mehmet Gök de hapishanede yaşamını yitirdi. Mehmet Gök’ün bizim için özel olarak hazırladığı resim o hayatını kaybettikten bir yıl sonra elimize ulaştı. Böyle hüzünlü anılarımız da var…”
Dayanışmada ısrar, ısrar, ısrar!
Serginin 12 Eylül’ün yıl dönümüne denk gelmesi vesilesiyle darbeye de değinen Okay, “AKP iktidarı seleflerinden aldığı kötülük mührünü mazlumun bağrına basmaya devam ediyor” diyor ve ekliyor: “12 Eylül zihniyeti bugün hem içeride hem dışarıda sürüyor. Özellikle hapishanelerde baskılar had safhada. Devlet esir aldığı tutsağın fiziksel ve zihinsel sağlığından sorumlu olmalı; onun üretimlerine, kendini gerçekleştirmesine olanak sağlamalı. Ancak Türkiye’de devlet insanların iradesini teslim almaya çalışıyor. Biz de devlete rağmen tutsakların hakkı olan dayanışmayı örüyoruz.”
Dayanışmanın altında yatan ısrara da dikkat çeken Okay, “Biz hapishanedeki insanların üretimlerine destek olmaya, onlara yalnız olmadıklarını hissettirmeye çalışıyoruz. Mektup gönderiyoruz, el konuluyor. Bu sefer taahhütlü mektup gönderiyoruz, o da olmazsa mahpusun vasisine, ailesine başvuruyoruz. Yani hep ısrar, ısrar, ısrar… Bu şekilde içeriyle diyaloğumuzu koruyabiliyoruz.”
Onlar bizim için içerideler
Görülmüştür ekibi olarak sol, sosyal demokrat, sosyalist, komünist ve Kürt yurtsever tutsakların tamamıyla iletişime geçtiklerini anlatan Okay, hiçbir ayrım yapmadıklarını vurguluyor. Okay, “İçeride güzel sanatlar veya edebiyat eğitimi görmemiş, el yordamıyla kendini geliştirmiş insanlar var. Hepsine destek olmak zorundayız. Bu insanlar daha güzel, daha adil bir dünya için mücadele ederken esir düştüler; kimisi o yöntemle mücadele etmiş, kimisi şu yöntemle… Fark etmez, bana göre hepsi düşünce suçlusudur. O insanlar bizim için içerideler. Dışarıdaki herkese de çağrımız; ayrım yapmayın” diyor.
Ergül Çiçekler
“Zindandan çıkmanın hüzün verici bir yanı var. Ben 28 yılın 20 yılını bir hücrede geçirdim. O hücreyi terk ederken arkamda dolu bir zindan bıraktım. Orada bıraktığım arkadaşlarımın hepsi güzel insanlar, iyi insanlar… Hepsi çok üretken.”
Serginin bir konuğu
Sergide karşılaştığım çok değerli bir isim de 28 yıl tutsak kalıp yedi ay önce tahliye olan Ergül Çiçekler. Hapishanede kaldığı 28 yıl boyunca kaleme aldığı öykü ve şiirlerinin bir kısmını Önsöz dergisinde yayımlayan Çiçekler’in, hapishanede yazdığı “Dört Ateşten Gün, Dört Ölümden Gece”, “Amiral Garop” ve “Genç Aklım Çocuk Kalbim” başlıklı üç kitabı bulunuyor. Tutuklandığında henüz 16 yaşından gün alan Çiçekler, önce idam cezası alıyor; ardından cezası müebbete çevriliyor. Çiçekler tutuklandığında bedeninde sigara söndürülme de dahil çok fazla işkence görüyor. 28 yıllık tutsaklığın ardından bırakılan Çiçekler, kaslarında işkence nedeniyle oluşan yaralardan dolayı hala tedavi görüyor.
Ama geçen bir şey yok
Hapishanedeyken yazdığı kitaplar ile "Görülmüştür" ekibiyle ortak çalışmalar yürüten 46 yaşındaki eski tutsak, şimdi ilk kez dışarıda bu sergilerden birine katılıyor olmanın buruk heyecanını yaşıyor. İlk başta ne diyeceğimi çok da kestiremiyorum, “Geçmiş olsun” demekle söze başlıyorum. “Geçmiş olsun demek adettendir, ama geçen bir şey yok” yanıtını veriyor ve anlatmaya başlıyor: “Zindandan çıkmanın hüzün verici bir yanı var. Ben 28 yılın 20 yılını bir hücrede geçirdim. O hücreyi terk ederken arkamda dolu bir zindan bıraktığımı bilerek çıktım. Orada bıraktığım arkadaşlarımın hepsi güzel insanlar, iyi insanlar… Hepsi çok üretken. Evet, hepsi şiir yazamaz belki ama onlarla siyaset, toplum bilimi, sanat konuşunca görürsünüz ki her birinin entelektüel derinliği vardır. Şu an zindanlar toplumun sorunlarını çözebilecek, proje üretebilecek insanlarla dolu. Geçmiş olsun dileğinizi tüm bu arkadaşlarımızı anmadan kabul edemem.”
Defterlerinden üç kütüphane çıkar
Görülmüştür ekibi ile temas kurdukları ilk günden beri katkı sunmak için hiç tereddüt etmeden kolları sıvadıklarını anlatan Çiçekler, “Ama istediğimiz katkıyı sunamadık. Normalde tutsaklar tüm üretimlerini buraya gönderebilmiş olsa buradakinin on katı eser olurdu. Ama cezaevleri idaresi eserlerimize el koyuyor; dışarıya gönderilmesine engel oluyor. Buraya gelen eserlerden çok daha iyileri içeride bekletiliyor” diyor.
Cezaevinde sanatsal üretimin özgün bir yanı olduğunu söyleyen Çiçekler şöyle devam ediyor: “Cezaevlerinde üretim yoğun, çünkü sürekli okuyoruz. Biraz spor, yemek ve düzenli bir yaşam… Okuyan insan üretiyor. Zindanlarda çok yüksek bir üretim var şu an. 10 binden fazla tutsaktan bahsediyoruz. Bunların yüzde biri yazsa bin kitap eder. Yalnızca cezaevlerindeki defterleri çıkarsak üç tane kütüphane dolduracak kitap çıkar.”
Günümüz yayıncılığından dolayı içeride üretilen eserlerin, yazıların, şiirlerin, resimlerin, makalelerin çoğunun yayınlanamadan defterlerde kaldığına dikkat çeken Çiçekler, "Görülmüştür" kolektifinin bu üretimlerin dışarıya ulaşması fırsatını verdiğini ve bu çabanın ‘kolektif’ olmasının kıymetini dile getiriyor: “Sanatsal üretimi bireysel gören anlayışa karşı devrimci edebiyatta üretim ve tüketim kolektif yapılır. İşte 'Görülmüştür' bu kolektifi ören çok az yerden biri.”
Gasp edilen eserler
Hapishanedeyken kaleme aldığı kitapların dışarıda yayımlanması ve okuyucu ile buluşmasının kendisinde nasıl bir duygu yarattığını sorduğumuz Çiçekler şöyle yanıtlıyor: “Önce bir çalışmaya başlamanın getirdiği heyecan oluyor tabii. Masaya oturuyorsun, emek veriyorsun… Ama sonra cezaevi mutlaka bu heyecanı kıracak uygulamalara imza atıyor. Mesela bir kitap yazıyorsun, sekiz ay uğraşıyorsun, geliyorlar bir aramada alıp gidiyorlar. Daha önsöz aşamasında el koydukları kitaplar var. Üç satır yazmışız, dur daha Bismillah! Noktayı koydum bitirdim diyemeden elimizden alınan çalışmalar var. İşte tutsaklar bu saçmalıklarla uğraşıyor.”
Adil Okay ile mektuplaşmaların pek çok kez sekteye uğratılmasını cezaevi uygulamalarına bir örnek olarak veren Çiçekler “Ben tahliye olduğumda bana Adil’in elime ulaştırılmamış bir çuval mektubu verildi. Yine eserlerimi görüp yorum yapan insanların mektupları da verilmemiş. İletişimi kopararak çalışmalarımızı sekteye uğratmaya çalışıyorlar.”
Tecridi dayanışmayla kıralım
“Okuyarak ve üreterek zihinsel olarak duvarların dışına çıkıyoruz” diyen Çiçekler sözlerini bir çağrı ile sonlandırıyor: “Devlet kendi yasalarını çiğnemek pahasına siyasi tutsakları zihinsel olarak çürütmeye çalışıyor. 'Görülmüştür' ekibinin de yaptığı gibi tutsaklarla dayanışarak bu tecrit uygulamalarını kırılabiliriz. Çünkü dayanışma oldukça emin olun ki tutsakların gözü o duvarları görmüyor.”
Erdoğan Alayumat
Kaynak: Yeni Özgür Politika
- 42 gösterim