Hapishanede rögar komşuluğu; F tipi, Demirtaş ve tecrit

F tipi’nde tarifler de tutsaktır.
Öyle yadırgar ki insan hapisliği
Anlatmak istediğinde bir çeşit ölüme benzeyen tersliği
Ya Nazım’ı rehber edinir ya Ahmet Arif’i.
Aslında her tutsağın vardır bir hapishane tarifi.
Ama sadece dili değil, iliği-kemiği konuşmak isteyince
İster istemez arıyor daha etkili bir sesi.
Ve gerçekte hiçbiri tam olarak anlatmıyor olup-biteni.
Gizlediğinden veya yeteneksizlikten değil,
Hapisliğin niteliğindendir…
Boşuna değil yani Ahmed Arif’in “aman aman hey” değişi.
Tüm acıların bir tarifi var elbet.
Ama F tipinde tarifler de tutsaktır.
Duvardan da parmaklıktan da öte kalınlıklar vardır.
Onlar daha çok bunaltır.
Ve dil onları çok zor anlatır.

 

Hapis içinde hapis

Basına düşen bir haber, “Selahattin Demirtaş’ın ‘rögar komşusu’ konuştu: Onlar hapis içinde hapisteler” biçimindeydi. Tahliye olan ama ismini açıklamak istemeyen eski bir tutuklu “İletişim olanakları tüm mahkumlar için olabildiğince sınırlı. Ama Demirtaş ve Mızraklı için daha da sınırlı. Onlar hapis içinde hapisteler, tecrit içinde tecritteler” demiş ve özellikle Demirtaş’a uygulanan “hapis içinde hapis” uygulamasının çeşitli biçimlerine dikkat çekmiş.

Gazete Duvar’dan Ceren Bayar‘ın haberine göre, cezaevindeki diğer mahkumların Demirtaş’ı, Demirtaş’ın da diğer mahkumları görmemesi için önlemler alınıyor. Örneğin “Onun koridoruna ondan başka kimse giremiyor, ayrı bir koridoru var. Herhangi bir sebeple mesela revir için, resim atölyesi için çıkması gerektiğinde tüm koridor boşaltılıyor. Demirtaş’ın koridorlarda herhangi bir tutsağı görmesi mümkün değil.” yine habere göre, koridorun boşaltılamadığı kimi özel durumlarda Demirtaş’la karşılaşma ihtimali olan bir başka tutukluya arkasını dönmesi talimatı veriliyor.

Söz konusu tutuklu, Demirtaş’a ve hücre arkadaşı Selçuk Mızraklı’ya yönelik ağır bir tecrit uygulandığını şu ifadelerle dile getiriyor: “Edirne, yüksek güvenlikli bir F tipi cezaevi. Yani en ağır suçlular bu cezaevinde. İletişim olanakları tüm mahkumlar için olabildiğince sınırlı. Ama Demirtaş ve Mızraklı için daha da sınırlı. Onlar hapis içinde hapisteler, tecrit içinde tecritteler” (…)”Bizler mesela revire giderken pek çok kişiyi görüp selamlaşıyoruz. Kısa sürelerde sohbet ediyoruz. Cezaevinde bu tip iletişimler çok önemlidir. Ama onlar hiç kimseyi göremiyor. Belki Selahattin Başkan kendi durumuna çok dikkat çekmemek için detaylı anlatmıyor, ama zaten insanlık dışı olan F tipi cezaevinde onlar çok daha beterini yaşıyor.”

Söz konusu haberde geçen ve tecritin bir “kelepçe” gibi nasıl duruma göre daraltıldığının, bedeni olduğu gibi ruhu da sıkacak/kanatacak hale getirildiğinin anlatıldığı ayrıntılar, gerçekte hem haber değeri taşıyor hem de dışarıdan bakanların içeriyi daha iyi görmesi, anlaması açısından önemli. Hatta dışarıyı, dışarıdaki hapisliği, dışarıdaki görünmez gardiyanları, gönüllü gardiyanlığı, birbirine gardiyan olmayı veya gardiyanlaşmayı anlamak açısından da önemli. Ancak yukarıdaki giriş cümlelerinde de dikkat çekildiği gibi bazı olgular vardır ki klasik kaçacak belki, ama “anlatılmaz yaşanır.” Bu, F tipi için de geçerlidir. Buna rağmen elbette anlatacağız, tecrübe aktaracağız. Çünkü bu tür olgular matematiğin kesinliğine benzemez. Her anlatım bir eksiği giderir ve birbirini tamamlar.

“Hapis içinde hapis,” tutsaklıkta çeşitli bağlamlarda kullanılan bir ifadedir. Öyle ki bazen kişi bunu kendi kendine yaşatır; bazen bulunduğu ortam bunu hissettirir. Ama konu bağlamında söylersek evet kimi nitelikleri sebebiyle bazı tutsaklara hapislik iç içe geçirilmiş cendereler toplamı gibi yaşatılır. Bu, bir yanıyla keyfiyettir, diğer yanıyla sınıfsal kindir.

 

F tipi, tecritte son olmayan bir aşamadır

Sadece tel örgü değildir tutsaklığı anlatan.
Bazen dildir, jop gibi kullanılan.
Bazen de gözdür, egemen çitleri çoğaltan.
Kapitalizm artık, yaşamın içine taşımış hapisliği.
Kimi kendi kendine zincirliyor geleceğini
Kimi de kendi ruhunda taşıyor kelepçeyi.
İsteniyor ki herkes gardiyanı olsun bir diğerinin.
İşte bu koşullarda, tutsaklığın tüm ihtimallerine
İtirazdır öncelikli görevimiz.

Kimi konular vardır ki üzerine tez de yazılsa, anlatılması ve anlaşılması bitmeyen, devam eden, canlı olgular niteliğindedir. Saygon zindanlarından, Ortaçağ filmlerinden veya daha da önceli olan tarihsel kesitlerden bildiğimiz, toplumsal yaşamdan koparılma, bir yere kapatılma, zincirlenme vb. önlemler/uygulamalar hem eski hem de değişkendir.

F tipi için, günümüzde tecridin son halkası demek yanlış olmaz. Bunu anlatmak için “Sessiz ölüm” gibi filmler, eserler vb. vardır. Ancak konu öylesine özgün ki yaşandıkça anlatılma ihtiyacı devam edecektir.

İlk tasarlanırken psikiyatr vb. uzmanlardan destek alınmış olsa da bu konudaki tecrübe ve yenilenme devam edecektir; etmektedir. Alfabe harflerini bu denli zorlamanın sebebi de budur. Son olarak, 2017 yılından itibaren yapımlarına başlanan S tipi hapishaneler ağırlıklı olarak tek kişilik oda şeklinde bir mimari yapıya sahiptir. Y tipi hapishanelere dair tanım ise kısaca şöyledir: “Ağırlaştırılmış müebbet cezasını infaz etmekte olan hükümlüler ve diğer kurumlarda bulunmaları halinde kurum asayişini olumsuz yönde etkileyeceği değerlendirilen hükümlü ve tutuklular Y tipi yüksek güvenlikli kurumlarda barındırılır. Bu kurumlar diğer kurumlara nazaran mimari olarak oldukça farklıdır.”

Gerçekte hapishaneler, sınıflar mücadelesinden bağımsız olgular değildir. Haksızlığın, adaletsizliğin, sömürü ve yağmanın devamında ısrarcı olanlar halkı zapturapt altına almak için, tecridi ağırlaştırmanın yöntem ve araçlarını geliştirmeyi sürdüreceklerdir. Bu, onların paradoksudur; böyle yaparak kendi sonlarını hazırlıyor olsalar da bu yolda ısrarcı olacaklardır.

 

Rögar veya “telefon”

Tutsaklar arasındaki iletişimi sıfırlamak üzere planlanmış olan F tipinde, uygulama aşamasında, tutsakların yaratıcılığına da bağlı olarak çeşitli “açıkların” olduğu görüldü. Bunlar biri tutsaklar arasında “top, kargo” olarak tanımlanan; not, gıda, eşya vb. ulaştırmaya yarayan yöntemdir. Diğeri ise rögar veya telefon. Belli ki bu projeyi tasarlayanlar, iki hücre havalandırmasını birbirine yeraltından bağlayan rögarlar üzerinden bağırılarak konuşulacağını hesaplayamamış. Tutsaklar aralarında bunu “telefon” olarak da adlandırıyor ve birbirini telefona çağırıyorlar. Yerdeki mazgalın üzerine eğilip yüksek sesle konuşulduğunda, diğer mazgala ses gitmekte ve bu uzunca bir sohbet yapacak kadar iletişime imkan tanımaktadır. Tabii bu yöntemler gizli-saklı değil. Tutsakların “tecridi delme” yönünde attıkları her adımın, her yaratıcı buluşlarının ileride etkisiz kılınmak üzere not/rapor edildiği bilinmektedir. Ve devamında yapılan her yeni hapishanede buradan çıkarılan derslere rastlanmaktadır. Örneğin “top” atılmasın diye havalandırmaya tel örgü germe vb. yöntemlerin geliştirildiğine dair bilgiler gelmektedir. Ağırlaştırılmış müebbetin gerçekte “yavaşlatılmış idam” olması gibi F tipi de tutsakların gerçekte adım adım “tükenişini” amaçlar.

 

F tipi yüksek güvenliği

F tipi, mimarisi ve yönetmeliği gereği “yüksek güvenlik” amaçlanarak geliştirilmiş. Hücrelerin dizilimi, koridorlar, görüş kabinleri, avukat görüş yerleri vb. genellikle tecridi kıracak karşılaşmalara imkan tanımayan biçimde düzenlenmiş. Ancak yine de örneğin revire, ziyarete vb. giderken karşılaşma ihtimali olabiliyor. Böyle durumlarda konuşmayı-teması vb. gardiyan müdahale ederek önlemeye çalışıyor. Ayrıca karşılaşmasında çeşitli nedenlerle sakınca gördükleri tutsaklar için özel önlem alınabiliyor. Örneğin aynı gün revire çıkacaklarsa gardiyanlar onları farklı saatte çıkararak bunu önleme yoluna gidiyor. Gazete Duvar’daki haberde anlatıldığı gibi kişiye özel uygulamalar bu çerçevede olabiliyor. Ancak F’nin bizzat kendisi zaten tecridin en koyu biçimi öngörülerek tasarlanmış.

Teknolojinin gelişimine bağlı olarak, ziyaretçi girişinde göz tanıma, parmak izi vb.nin kullanılması gibi önümüzdeki süreçte belki “açığı” olmayan tecrit hücreleri yapılacaktır. İşte tam da burada devrimci/özgür tutsakların başka bir niteliği devreye giriyor. Fiziki koşullar ne olursa olsun, bir devrimcinin ortamın dışına ruhsal düzeyde, fikri alanda çıkma, örneğin “ruhsal firar” gerçekleştirme tercihi ve becerisinin önüne geçilemiyor. Bunu 1980’lı yıllarda Metris’te tutsaklar; ziyaretin, mahkemenin, havalandırmanın, revirin vb. olmadığı koşullarda mors alfabesi geliştirerek duvardan, seslenerek, parmakla veya ayna parıltısıyla yazışarak deyim yerindeyse “iletişim devrimi” yaptılar. Direnme alanını kapsayan tüm tutsaklar arasında, para alışverişi vb. olmadığı halde komün kurmanın yöntemini geliştirdiler.

 

F’den daha güçlüdür insanın bilinci ve yüreği

Yine de ve tekrar söylemek gerekirse, asıl mesele bir insanın ele geçirilemeyecek yetenekleri ile ne yapabildiğinde yatıyor. Bu direncin benzerini Nazi kamplarında geliştiren Viktor Frankl’ın dediği gibi “Bir insandan bir şey hariç her şeyi alınabilir: insan özgürlüğünün son noktası olan – farklı durumlarda kişisel davranış tercihi – kendi yoluna kendisinin karar vermesi.” (İnsanın Anlam Arayışı) Kitabın bütününden çıkardığımız sonuca bağlı olarak bu cümleyi biraz daha açarsak özetle Frankl diyor ki: Benden her şeyi alabilirsiniz ama siz bunu yaparken benim size karşı geliştireceğim tavrımı yani içsel irade ve direncimi benden alamazsınız. Tam da budur tarih boyunca zorbaları, direngen kişilikler karşısında çaresiz kılan.

F tipi gibi ortamlarda acının gizlenmesi, acının yaşamaması vb. değil bilinçli tercihlerle var olan tabloyla yüzleşmek ve tercihini/duruşunu geliştirmektir önemli olan. Halil Cibran’ın “Derin ıstıraplar güçlü karakterler yaratır” demesi boşuna değildir. Hayatın “tatlı su”dan ibaret olmadığı bilindiği oranda problemler hem aşılır hem de oradan daha güçlü çıkılır.

Yaşamın içinde bu yöntem geliştirilebildiği oranda içerideki F gibi dışarıdaki F’yi de boşa düşürmek, hücrede metrekare hesabı yapmak yerine düşsel boyutta dışına çıkmak mümkün hale gelir. Özetle insanlık gerçek özgürlüğe varana dek özgürlük içseldir ve mücadelenin kendisinde içkindir…

İstendiği kadar kalın, beyaz
Ve his geçirmez yapılsın
F’nin insana karşı direnci.
Mutlaka firar edecek bir boşluk buluyor
Tutsağın fikri, bilinci ve yüreği…

Mehmet Yeşiltepe

Kaynak: https://sonhaber.ch/