İnsan sosyal varlıktır. Birileriyle konuşmadan, sohbet etmeden, hatta tartışmadan yaşayamaz. Yeni tip cezaevleri, öncelikle bunu önlemeyi amaçlıyor. Bir koridorda sadece 5 hücre var ve siz sadece o koridordaki 4 kişiyle birlikte -sizin hücrenizden bile göremediğiniz- küçücük bir havalandırmaya götürülüyorsunuz
Hüseyin Aykol
Ülkemizde 403 cezaevi var. Bu sayının yetmediğini ve özellikle de gelecekte daha da yetmeyeceğini düşünen iktidar, sık sık inşa ettirdiği cezaevlerinin açılışını bir müjde gibi açıklıyor. Ancak yeni cezaevleri, içerideki insanları -dışarıdan ve içeride- daha da fazla izole etmeyi amaçlıyor. Oysa bir insana verilecek en büyük ceza, o kişinin 24 saatini aynı odada geçirmek zorunda olması, canının istediği zaman dışarıya-sokağa çıkamaması olmalı. Yaşı yetenler hatırlayacaktır: Nüfus sayımlarında insanların, bir günlüğüne -hatta 8 saatliğine- evde kalmaları istenirdi. Sayım günü evde kalmak zorunda olan kişiler hem günler öncesinden atıştırmalık şeyler satın alır, hem de o gün için gazeteler özel sayfalar, televizyon kanalları ise özel programlar hazırlardı; insanlar sıkılmasın diye.
Haklı ya da -özellikle- haksız yere hapse atılan kişiler, zaten dışarıdaki hayattan izole edilmeleri yetmez gibi, şimdi daha da fazla tecride maruz bırakılıyorlar. Yeni açılan S Tipi ve Yüksek Güvenlikli cezaevleri, esasen tek kişilik hücrelerden oluşuyor. Mahpuslar -verilen hapis cezaları ne kadar olursa olsun- söz konusu tek kişilik hücrelere konuluyor; dahası havalandırmaya da günde en fazla 1-2 saat ve yine çok az kişiyle çıkabiliyorlar. Cezaevinin mimarisi yüzünden, mecburen böyle yapmak zorunda kaldıklarını söyleyen cezaevi idarecileri, böylesine bir tecridin aslında -idam cezası yerine icat edilen- ağırlaştırılmış müebbet hapis almış kişilere uygulanabileceğini bizden bile daha iyi biliyorlar.
İnsan sosyal varlıktır. Birileriyle konuşmadan, sohbet etmeden, hatta tartışmadan yaşayamaz. Yeni tip cezaevleri, öncelikle bunu önlemeyi amaçlıyor. Bir koridorda sadece 5 hücre var ve siz sadece o koridordaki 4 kişiyle birlikte -sizin hücrenizden bile göremediğiniz- küçücük bir havalandırmaya götürülüyorsunuz. Süresi de 1.5 saat civarında. Bu saat dışında hücrenizde yapayalnızsınız. Bu durumda, her türlü ihtiyacınızı kantinden ancak kendi paranızla alabilirsiniz ve kimseyle asla paylaşamazsınız. Yoksul bir ailenin çocuğu olarak cezaevine düştüyseniz ve ailenizden biri görüşünüze gelemediği gibi doğru dürüst para yatıramıyorsa, içeride yandınız; hem de ne yanmak, resmen kül olursunuz. Diyeceksiniz ki, söz konusu kişinin mutlaka bir tanıdığı, bir arkadaşı vardır.
İşte böylesi durumları önlemek için son bir-iki yıldır, soyadı tutmadığı halde içerideki bir tanıdığına üç kuruş gönderen kişiler gözaltına alınıyor ve hatta dava sonuçlandığında hapis cezası bile veriliyor. İçerideki bir arkadaşınıza, bir tanıdığınıza ya da bir uzak akrabanıza para gönderirseniz, sizi de ‘terörist’ ilan ediyor bu devlet aklı. Hele hele Rojava’dan ya da Suriye’nin bir başka savaş bölgesinden -uluslararası hukuka aykırı bir şekilde- alıp getirilen ve büyük bir hapis cezası verilerek içeriye atılan kişinin ailesine ulaşması, onların buraya gelebilmesi mümkün değilken, sonuç itibariyle uzak da olsa akrabası durumdaki bu kişiye ülkemizdeki 20 milyondan fazla Kürt’ten biri hayrına minik bir miktar para gönderse, soruşturmaya maruz kalıyor. Hayırsever insanı doğduğuna pişman etmek istiyorlar.
Aslında içerideki insanların yoksulluğu-yoksunluğu, sadece kimsesiz ya da çok uzak akrabalı insanlar için geçerli değil. Nasıl bizler dışarıdan her geçen gün biraz daha fakirleşiyorsak, dışarıdaki görüşçü, içerideki aile bireyine, yakın akrabasına o kadar az para ayırabiliyor. Dahası kantinde satılan kimi ihtiyaç maddeleri, dışarıda zaten yüksek olan fiyatlardan da yüksek. Ancak öldürmeyecek kadar verilen çok kalitesiz yemeklerin yanına eklenebilecek – eklenmesi gereken kimi gıdaları içeridekilerin alması her geçen gün daha da zorlaşıyor. Doğru dürüst güneş göremeyen, en asgarisinden bile olsa beslenemeyen mahpuslar, daha kolay hastalanıyorlar. Hasta mahpusların revire çıkabilme koşulları giderek zorlaşırken; tedavi için hastaneye gidebilmeleri ise adeta mucize haline geliyor.
Peki İmralı’dan başlayıp, neredeyse tüm cezaevlerine yayılan bu uygulamaya, süreye yayılmış idam cezası desek, çok mu abartmış oluruz acaba? Bu hafta bana sadece bir mektup ulaştı:
* * *
Elazığ 2 nolu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tutulmakta olan mahpuslardan Mehdi Boz, 18 Şubat 2024 tarihli mektubunda şöyle diyor: “Bulunduğum cezaevinde birçok keyfiyetçi uygulamalarla karşı karşıyayız. Günlerce hapishane idaresine dilekçe yazdım, idareyle görüştüm: Ziyaret saatim sabah saat 09:00’da. Ailem bu saatte ziyarete yetişemiyor. Zaten ziyaret saatleri kısıtlı. Ailem ziyaret saatine her defasında en azından yarım saat geç kalıyor. Ziyaret saatinin saat 13:00 ya da en azından saat 10:30’a alınması için defalarca başvurdum. Ancak idare son derece insani olan bu talebimi bile yerine getirmiyor.
Sık sık arama adı altında odamıza geliyor ve birçok eşyalarımızı alıp götürüyorlar. Niye böyle yapıyorsunuz diye sorduğumuzda da sorun ve sıkıntılarla karşılaşıyoruz. Şiirlerimizi bile dışarıya gönderemiyoruz. Benim ağır sağlık sorunlarım var: Tiroit bezi kanseri, hiper tansiyon, mide ağrısı, prostat, idrarda kanama, böbreklerde kist ve protein kaçağı olmasına rağmen idarenin bana karşı keyfiyetçi tavırlarına karşı 14 Şubat 2024 gününden itibaren açlık grevine başladım. Açlık grevinde olduğum için kanser ve tansiyon ilaçlarımı kullanamıyorum. İdareden istememe rağmen bana henüz limon ve şeker vermediler. Ancak beşinci günü biraz tuz ve şeker getirdiler. Durumumu biraz anlattım; umarım buradaki bu koşulları kamuoyuna iletirsiniz.”
Kaynak: Yeni Yaşam
- 33 gösterim