Tarsus T Tipi Kadın Kapalı Cezaevi’ndeki hak ihlallerini bire bir yaşayan ve yakın zamanda tahliye edilen Halise Balkaş, cezaevinde infaz yakma politikasının devreye konulduğunu söyledi.
Diyarbakır’da Mart 2017’de asılsız bir ihbar üzerine gözaltına alınarak "Örgüt üyesi olmak" iddiasıyla tutuklanan ve Tarsus T Tipi Kadın Kapalı Cezaevi'ne sevk edilen Halise Balkaş, 20 gün önce görülen davanın duruşmasında tahliye edildi. Balkaş, Tarsus'ta yaşanan hak ihlalleri ve maruz kaldığını kötü uygulamalarını anlattı.
Tarsus'a sevk dilmeden önce Diyarbakır E Tipi Cezaevinde 2 ay kaldığını, yaşanan kötü koşullardan kaynaklı açlık grevlerine başladıklarını belirten Balkaş, açlık grevine giren herkesin Tarsus'a sürgün edildiğini kaydetti. Balkaş, "Tarsus aslında kamuoyunun da bilgisi dahilindedir. Cezaevine ilk götürüldüğümüz zaman 80 kadındık ve gerçekten çok ciddi fiziki işkenceye maruz kaldık. Dayattıkları ilk şey tutuklu ve hükümlü ayrımı oldu. Bütün cezaevlerinde olduğu gibi Tarsus’ta da tutuklu sayısı koğuş kapasitesinin çok üstündeydi. On kişilik koğuşlarda 20-25 kişi kalıyorduk. Bazen tekli yataklarda iki kişi kaldığımız oluyordu. Yerde yataklar serip uyuyorduk. 7'den 70'e çocuk, anne, kız kardeşler, nine komple bir ailenin aslında cezaevinde olduğu süreçlere şahit olduk" diye konuştu.
'ÖZEL YETİŞTİRİLMİŞ BİRİMLER VAR'
Tarsus’ta farklı bir politikanın hüküm sürdürüldüğünü anlatan Balkaş, "Orada 24 saat boyunca sistemin yönelimi altındasınız. Kaba fiziki şiddetin yanı sıra çok yoğun bir psikolojik bir baskı vardı. Her gün iki defa resmi sayım olduğu için, mutlaka günde iki defa provokasyon zemini gelişiyordu. Çünkü Tarsus cezaevinde özel birimler var. Örneğin A Takımı adlı özel bir birim vardı. Bunlar özel eğitilmiş, özel yaklaşımları olan ve sürekli provoke etmeye zemin açmaya çalışan gardiyanlardan oluşuyordu. Mesela günde iki defa sayım yapılırdı ve her sayımda mutlaka fiziki bire bir karşı karşıya gelme vardı. Koğuşa ilk girdiklerinde koğuş mevcudiyeti iki kat aşan bir sayıyla gidilirdi. Her bir baskında bu A Takımı içerisinde kişiler mutlaka ya sözlü bir tacizde bulunurlardı ya da koğuşta bize ait bir şeyi alıp karşı karşıya gelme zemini oluşturulurdu. Ve tüm bunlar o resmi müdürlerin yanında yapılıyordu. Yine en temel insanı ihtiyaç olan su bile aylarca bir işkence aracı haline getirildi. Biz ilk gittiğimiz ilk üç gün bize su verilmedi. Ne kantinde su almamıza izin verilmedi ne de kendileri temin etti. Getirdiklerin de pet şişesindeki suyun rengi kanalizasyon suyu rengini andırıyordu. Yine ailesi ve telefon görüşlerimiz yakalanarak tam anlamıyla bir tecrit durumu söz konusu oldu" ifadelerini kullandı.
'45 GÜNLÜK AÇLIK GREVİ'
Yaşanan hak ihlalleri her geçen gün bir yenisinin eklendiğini aktaran Balkaş, şöyle devam etti: "En son çıplak arama dayatmasına karşı ‘FEMEN tarzı’ eylem gerçekleştirdik. Eylemini gerçekleştirdiğimiz zaman yaklaşık yirmi arkadaştık. Eylemin amacı, kendi bedenimiz üzerinde her türlü tasarruf hakkına sahip olan biziz, esenlikle bizim dışımızda, irademiz dışında hiç kimsenin bize dokunma gibi bir hakkı yoktur. Bunun sonucunda çıplak aramalara ara verildi ama bir süre sonra tekrar başladı. Toplumla bağımız kesilince tam bir tecrit durumu gelişti. Son kertede biz süresiz dönüşümsüz açlık grevlerine başladık. Bunun üzerine ayakta sayım dayatması başladı. 45 günlük bir açlık grevi sürecimiz oldu. Bu süreçte baskılar kat be kat arttı yine koğuşlar basılıp arkadaşlarımız işkence edilerek alındı ve süngerli odalar götürüldü, onun yanı sıra takviye besin verilmiyordu, uzun süre B1 Vitamini verilmedi, kritik eşiğe yaklaştığı zaman verilmeye başlandı."
TALEPLER KABUL EDİLDİ
Açlık grevi eylemine giren kişilerin sağlık koşullarına yönelik ciddiyetsiz bir yaklaşım sergilendiğini dile getiren Balkaş, "Sağlık çalışanlarının yaklaşımları insanlık adına trajediydi. Gelen doktorlar birer sorgu memuru gibiydi karşımızda. Bir sağlık personeli yaklaşımıyla etik açısından herhangi bir değer barındırmıyorlardı. Bunun yanı sıra özel bir misyonlarının olduğuna kanaat geliştirdik. Çünkü çok ideolojik ve alayvari aşağılayıcı bir tutumları vardı bunu bizzat doktorlar açlık grevindeki insanlara yapıyorlardı. Bizi karşılarına alıp sorguya alıyorlardı. Ama biz her şeye rağmen direndik. Bunun sonucunda taleplerimiz yerine geldi ve 45'ci günde eylemimizi sonlandırdık" diye konuştu.
‘İNFAZLAR YAKILIYOR'
Tarsus’ta son zamanlarda fiziki saldırılar yerine özel bir politika geliştirildiğini anlatan Balkaş, "Tutulan tutanaklar sonucu verilen disiplin cezalarıyla infaz uzatma veya yakmalar var. Bu durumdan kaynaklı birçok arkadaşlarımızın infazı yandı" dedi.
85 YAŞINDAKİ SİSE BİNGÖL
Tahliye edildikten sonra bir yanını içerde bıraktığını belirten Balkaş,"Aynı koğuşu paylaştığım Sîsê Ana 85 yaşında ve zor koşullarda yaşamaya mücadelesi veriyor. Ciddi rahatsızlıkları olan bir anneydi. Kronik hastalıkları mevcut. Bunun yanı sıra yaşlı bir anne köyünden doğasından ve toprağından alınmış, bir şekilde soluksuz bırakılarak getirilmiş cezaevine" diye belirtti.
Balkaş, Adli Tıp Kurumu’nun Sise Bingöl için verdiği “cezaevinde kalabilir” raporunun gerçeklikten uzak olduğunu belirterek, “Koğuşta bile kişisel ihtiyaçlarını karşılayamıyordu yanı sıra fiziksel rahatsızlıkları vardı. Çamaşırlarını biz yıkıyorduk, yine banyosunu biz yaptırıyorduk, yemeğini biz hazırlıyorduk. Birçok yünden ihtiyaçlarını karşılama noktasında müthiş bir zorlanma yaşıyordu. Sadece o koğuş boşluğundan basamakların bile her birinin Yadê Sisê için bir işkence olduğuna birebir tanıklık eden insanlarız. Her bir adımda nefesi daralan ve hakikatten saatlerce bunun kalıntılarını hisseden bir rahatsızlığı vardı. Buna rağmen böyle bir raporun verilmesi, insanlığın bittiği yer olarak nitelendirilebilir" ifadelerini kullandı.
MA / Esra Solin Dal
Kaynak: Mezopotamya Ajansı
- 13 gösterim