İnsan hakları savunucusu yazar Zafer Kıraç'ın Özgürlüğün Sesi adlı kitabımız için yazdığı son söz kapsamlı bir "Hapishanelerde hak ihlallleri raporu" sayılabilir. Yazının bütününü paylaşıyoruz:
'KUŞATILMIŞ KARANLIK MEKANLARDA DİRENENLERE’*
Zafer Kıraç
Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de insan hakları ve demokrasi konularında söylenenler ile yapılanlar ya da yaşanan gerçekler birbirini tutmuyor, hele hapishaneler söz konusu olduğunda bunu bütün açıklığıyla görüyoruz. Bu tutarsızlığı ortadan kaldırabilmek için insan hakları ölçütlerinin uygulanmasının soyut kuramlarla, göstermelik paketlerle sağlanamayacağını kavramamız gerekiyor. Hapishanelerde alıkoymanın ahlaki temelleri uluslararası birçok sözleşme ile garanti altına alınmıştır. Hapishane yönetimleri sadece iktidarlara bırakılamayacak kadar önemlidir ve bu konuda Demokratik Kitle Örgütlerinin daha fazla emeğine her geçen gün daha fazla ihtiyaç duyuluyor.
Avrupa Konseyi'nin hazırladığı ve üye ülkelerdeki cezaevlerinin durumunu ortaya koyan, hükümlü sayıları ve suçlara ilişkin istatistikleri de içeren rapor 2019 yılında yayınlanmıştı. Türkiye'nin üyelerinden birisi olduğu Avrupa Konseyi'nin 2016 ile 2018 arasında konu ile ilgili istatistiklerini içeren rapora göre Avrupa'da mahpus sayısında yüzde 6,6 gerileme yaşanmış. Avrupa‘da toplam hükümlü sayısında düşüş gözlenirken, Türkiye, gönderilen verilerdeki tutarsızlıklardan dolayı listede yer almamıştı. Türkiye'nin gerekli istatistiklerin yer aldığı formları doldurduğu, ancak veriler açısından bazı tutarsızlıklardan dolayı bu istatistiklerin analizinin ve dökümünün raporun yayınlandığı tarihe kadar yetiştirilemediği söylenmişti.
Adalet Bakanlığı ne yazık ki bu konudaki sorulara yanıt vermiyor. Üstelik ilgili sayfalarında verilere hala ulaşılamıyor. Ancak geçmiş yıllara bakıldığında Türkiye'nin, her 100 bin kişiye düşen hükümlü sayısında Avrupa ortalamasının çok üzerinde olduğunu zaten biliyoruz. Avrupa ülkeleri arasında Rusya'dan sonra hapishanelerinde en fazla mahpus bulunduran ülke Türkiye. 31 Ocak 2019 tarihinde hapishanelerde en çok mahpus bulunduran ülkelerin başında 563 bin 166 tutuklu ile Rusya ön plana çıkıyor. Bu ülkeyi 269 bin 806 mahpusla Türkiye takip ediyordu.
Siyasileri kapsam dışı bırakan İnfaz Yasası Değişikliği
Türkiye’de iki ay önce, yani çok yakın zamanda, bir infaz yasası değişikliği yaşandı. Ne kadar mahpus tahliye edildi bilemiyoruz. Ancak elimizdeki sınırlı verilere göre bugün itibariyle cezaevlerinde 257 bin 316 mahpus var. Bunların 11 bin 580’i kadın, 2 bin 542’si (12-17 yaş arası) çocuk. Son infaz yasası eşit ve adil olmayan bir düzenleme olarak gerçekleşti. Siyasi düşünceleri nedeniyle on binlerce insanın ve birçok gazetecinin uzun tutukluluk hali ne yazık ki devam ediyor. Topluma zararlı olabilecek mahpusları tahliye etmeme kriteri, içerde kalan ve çıkan mahpuslara dikkatli bakınca bütün umutlarımızı bitirdi. Kocaman bir haksızlık ve hukuksuzluk oluştu.
Son on yılda, mahpus sayısı üç katına çıktı. Adalet Bakanlığı 10 yıl önce 2020 yılı hedefi için 300 bin mahpus öngörmüştü ve bu kapsamda hızlıca çok sayıda hapishane inşaatına başlanmıştı. Gerçekten de Adalet Bakanlığı, iki ay önceki infaz yasası değişikliği döneminde mahpus sayısı açısından bu hedefe, yani 300 bine ulaşmıştı.
Dünyada ve Avrupa ülkelerinin birçoğunda hapis yerine alternatif yöntemler aranırken, Adalet Bakanlığı hapsetmeyi birincil öncelik olarak almaya ve sürdürmeye kararlı görünüyor. Bir örnek verirsek, 83 milyonluk Almanya’da mahpus sayısı alınan önemli tedbirlerle ve alternatif uygulamalarla yıllardır hem artmıyor üstelik aşağı doğru iniyor. Ve yine Almanya her yıl bir hapishaneyi kapatıp kültür merkezine dönüştürüyor.
Türkiye, hapishaneler konusunda karanlık bir geçmişe sahip
Türkiye, hapishaneler konusunda karanlık bir geçmişe sahip. Bugün daha mı iyi? Hayır, neredeyse dünü aratacak inanılmaz insan hakları ihlalleri yaşanıyor. Yarın daha iyi olabilir umudumuz ise bugünkü uygulamalar nedeniyle hızla tükeniyor. Uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış ve Türkiye’nin taraf olduğu insan hakları kuralları iktidarların günlük işlemlerinde somut bir şekilde uygulanmalı, ihlallere son verilmeli ve sorumlular mutlaka hesap vermelidir.
İşkence ve kötü muamele davalarında hapishane personelinin cezasızlıktan bol bol yararlandırıldığı görülmektedir. Cezasızlık işkence ve kötü muamelenin ortadan kaldırılmasında en büyük engeldir.
Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Demokratik kitle örgütlerinin bilgi edinme başvurularına verdiği cevaplarda ve İHD raporlarına baktığımız da 2000-2010 yılları arasında her yıl hapishanelerde yaşamını yitiren mahpus sayısı 100’lerin üzerine çıkmıştır. Bu sayı 2010-2020 yıllarında 300 lü rakamlara ulaşmıştır. Yine aynı raporlara göre 20 yılda 3.500 mahpus ölümü gerçekleşmiştir.
Hapishanelerden her hafta 4 veya 5 tabut çıkmaktadır
Bu rakamlara bakılırsa Türkiye’de hapishanelerden her hafta en az 4 veya 5 tabut çıkmaktadır. Bu rakamları kabullenmemek gerekir. Bu kadar mahpusun ölümünün yeterince tartışılmıyor olması, çıkan tabutlara alışılması ciddi bir sorun olarak karşımızda duruyor.
Ağır hasta mahpuslar üç aşamada ciddi sorunlar yaşıyorlar. Birincisi, hapishanede koşullar hastalığın iyileşmesini sağlayacak durumda değil. Sağlık kontrolü, yemekler, sıcaklık gibi koşulların sağlanıp sağlanmadığı muamma. İkincisi, mahkemeye ya da hastaneye götürülüp getirilirken ambulans yerine ring araçları kullanılıyor. Bu araçlar, hasta olmayan bir mahpus için bile işkenceyken, hasta bir mahpusun transferi için kullanılması bütün insan hakları kurallarının ihlali anlamına geliyor. Üçüncüsü de tedavi için geldikleri hastanelerdeki koşullar ve hastane personelinin davranışları, onur kırıcı. Tedavi, adeta bir işkenceye dönüşmektedir.
İHD’nin Ekim 2020 tarihinde açıkladığı verilere göre, hapishanelerde kendilerinin tespit edebildiği 604’ü ağır olmak üzere toplam bin 605'i hasta tutuklu mevcut. Bu rakamın da 249'u kadın tutuklulardan oluşmakta. Gerçek sayının bundan çok fazla olduğu belirtilmektedir. Adalet Bakanlığı, Demokratik Kitle Örgütlerinin, Sivil Toplum Örgütleri’nin hapishanelerde çalışma yapmasının önünü açmadığı, aralarında Türk Tabipler Birliği gibi konunun birebir muhatabı olan kurumların da bulunduğu heyetlerin hapishanelerde sağlık taraması yapmasına izin vermediği için net sayının kaç olduğunu, hasta mahpusların kaçının durumunun ağır olduğunu bilemiyoruz. Sağlık hakkı gibi temel bir hakkın bilgisine ulaşamamak başlı başına bir sorundur. Sağlıklı bilgiye ulaşabilmenin önündeki engeller kaldırılmalıdır. Her şehirde var olan ve bu sorunun ortadan kalkmasında önemli işlevi olabilecek olan Tabipler odasına hapishanelerde çalışma yürütmesinin yolu açılmalıdır, bu engel anlaşılabilir değildir.
Türkiye de mahpusların yasal düzenlemelere rağmen sağlık hizmetlerine ulaşımı, ayrımcılığa uğramadan hizmet almaları ve haklardan yararlanmalarında ciddi sorunlar yaşanıyor. Hasta mahpusların yaşadığı temel sorunların başında, kelepçeli muayene ciddi bir problem olmaya devam ediyor. Jandarma veya doktorun talebiyle mahpusun muayene odasında ve muayene esnasında kelepçeli olması isteniyor, mahpus bunu kabul etmediğinde muayene gerçekleşmeden hapishaneye geri dönülüyor. Diğer bir önemli sorun da mahpusların hapishanelerden hastanelere sevklerinde yaşanıyor. Sevkler çoğunlukla planlı ve düzenli bir biçimde gerçekleşmiyor. Sadece yatalak hastaların ambulans tipi bir araçla, diğerlerinin normal ring araçlarıyla nakillerinin gerçekleştirilmesi de ciddi sağlık sorunlarına yol açıyor. Hastanelerde mahpus bekleme odaları ve yatışlı tedavi gören mahpusların kaldığı yerler insan sağlığına uygun durumda değil. Demokratik Kitle Örgütlerinin uzun yıllardır dile getirdiği, bütün devlet ve üniversite hastanelerinin mahpuslara hizmet verebilmesi talebi hala gerçekleşmedi.
121 yeni hapishane daha yapılması planlanmaktadır
Türkiye, son 20 yıldır hapishaneler alanında ciddi bir yeniden inşa sürecine girmiştir. 2000 yılından Ocak 2020 tarihine kadar 92 yeni hapishane açılırken 268 hapishane de kapatılmıştır. 2020-2025 yılları arasında 121 yeni hapishane daha yapılması ve şu an 250 bin civarında olan kapasitenin 400 bine çıkarılması planlanmaktadır. Adalet Bakanlığı’nın, ilgili devlet kurum ve yetkililerinin dayatmacı, Demokratik Kitle Örgütlerini, meslek örgütlerini, akademisyenleri, söyleyecek sözü olan kurum, kuruluş ve kişileri bir kenara bırakıp kendi bildiğini okumacı yaklaşımı kabul edilemez bir durumdur. Üstelik de son yıllarda hapsetme bir ceza infaz yöntemi olarak ülkeler nezdinde tartışılmaya hatta bazı ülkeler hapishane ve mahpus sayısını azaltmaya başlamışken Türkiye’nin bunun tam tersi bir istikamette ilerlemeyi önüne hedef olarak koyması sonuna kadar eleştiriye açıktır.
Onarıcı adalet anlayışı yerine intikamcı adalet anlayışı sürdükçe bu konularda anlamlı mesafeler kat edilemiyor. Hapishanelere bakmaya ve insan haklarını konuşmaya devam etmeliyiz. Yıllardır birçok sivil toplum örgütünde ve aktivist olarak kapalı kurumlar konusunda çalışmalar yapmış birisi olarak, Türkiye’nin hapishaneler konusundaki adımlarının kaygı verici olduğunu düşünüyorum. Hapishanelerdeki yapısal dönüşümün ve olağanlaştırılmaya çalışılan hak ihlallerinin olağan olmadığını yüksek sesle söylemek istiyorum. İnsan hakları ihlalleri görünür olduğu oranda ve güçlü karşı çıkış talebiyle ancak azaltılabilir ve hatta istersek ortadan kaldırılabilir.
F Tipi Hücre hayatımıza 19 Aralık katliamı ile girdi
Hapishanelerle ilgili sorunlar 2000 yıllarla birlikte derinleşiyor. Hapishane mimarisinde oda/hücre sistemi olarak isimlendirilen F tipi hücre hapishaneler hayatımıza giriyor, üstelik çok acı bir deneyimle. Bir katliam gerçekleşiyor. Hayata Dönüş Operasyonu, Türkiye'de hapishanelerdeki bazı tutuklu ve hükümlülerin F tipi hücre sistemine ve tecrit uygulamasına direnmek için 20 Ekim'de başlattıkları açlık grevi ve ölüm orucu eylemlerine karşı, 19 Aralık 2000 tarihinde, 20 cezaevine birden yapılan, 2'si asker 30'u tutuklu 32 kişinin öldüğü, yüzlerce kişinin yaralandığı, yaklaşık 10 bin güvenlik görevlisi tarafından gerçekleştirilen operasyonlara verilen resmi isim. “Hayata Dönüş Operasyonu” denilen ‘Katliam’ sonuçları itibariyle vicdanlarımızda derin bir yara açıyor.
Kurucu üyelerinden olduğum ve 10 yıl yönetim kurulu başkanlığını yaptığım Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği olarak 2014 yılında bir mektup kaleme aldık. Mektup hapishane personeline yazılmıştı ve kötülüğün parçası olmayın diyordu. Bugün bütün güncelliğini koruyor ve küçük bir bölümünü buraya almam gerek.
‘’Hannah Arendt, ‘Kötülüğün Sıradanlığı’ adlı kitabında SS yetkilisi Karl Adolf Eichmann’ın yargılanmasını konu edinir. Eichmann, Nazilerin katliamları döneminde ulaşımdan sorumlu bir yetkilidir. Onun çalışmaları sonucunda ulaşımdaki verimlilik oldukça artmıştır. Ancak bu artış, aynı zamanda toplama kamplarına ve dolayısıyla ölüme gönderilen insanların sayısının artması anlamına gelmektedir. Eichmann yargılamalar sırasında kendisinin bir tek insanı dahi öldürmediğini söyler ve sadece işini yaptığını belirterek kendisini savunur. Arendt, kitabında bu durumu, düşünme ve muhakeme etme yetisini yitirmiş, sadece işlevini yerine getiren insanlar açısından değerlendirir ve ‘kötülüğün sıradanlığı’ olarak nitelendirir. Bu yargılamalar sonrasında Eichmann idama mahkum edilir.
Hannah Arendt, Eichmann davasından yola çıkarak şunları söyler: ‘Davalının kendisini bir insan olarak değil de sadece bir görevli olarak tanımlaması, bu görevde kendisinin yerine kuşkusuz başka birisinin de olabileceğine dayanarak savunma yapması, bir suçlunun -falanca yerde bir günde şu kadar suçun işlendiğini gösteren- suç istatistiklerine dikkat çekerek sadece istatistiksel olarak bekleneni yaptığını, bu suçu bir başkasının değil de kendisinin işlemesinin rastlantıdan ibaret olduğunu, zira öyle veya böyle birinin bunu yapması gerektiğini öne sürmesine benzer.’’
Sürekli vurguladığım, özellikle son dönemde artan yeni hapishane ‘CEZA İNFAZ KURUMLARI KAMPÜSÜ/CİK’ modelini ben ‘DEPO HAPİSHANELER’ olarak nitelendiriyorum. Hapishanelerin yaşam alanı ve içinde insanların olduğu unutulup depo olarak yönetilmesi son dönemde bütün dünyada ve ne yazık ki ülkemizde de fazlasıyla yaygın.
Pandemi zamanında mahpusluk
COVID-19 salgını sürecinde de hapishanelerde neler oluyor hiçbir zaman sağlıklı bilgiye ulaşamadık. Salgın ile mücadele için gerekli önlemlerin alındığı konusunda hep kuşku içinde bırakıldık. Bu hem içerideki mahpuslar hem de onlar için dışarıda kaygılanan aileleri için yorucu bir süreç oldu.
Evet hayatın normale döndüğü ısrarla yineleniyor. Hatta Cumhurbaşkanı maske, mesafe, temizlik, bu üç kurala uyulmasının yeterli olacağı konusunda vatandaşa çok ikna edici açıklamaları peş peşe yapıyor. ‘Yeni normal diye bir tanım hayatımıza giriyor. Ve hızlıca yeni normalleşiyoruz her yerde.’ Fakat hapishaneler hariç. Yeni normal, hapishanelere bir türlü gelemiyor. Aynı üç kuralın, yani temizlik mesafe ve maske kuralının, istendiği takdirde AVM vb. yerlere göre hapishanelerde daha kolay uygulanabileceği ve kapalı/açık görüşlerin yapılabileceği ortadayken yine yasaklar uzatılıyor. Korkarım kazanılmış haklar Covid-19 bahane edilerek işlevsiz hale getirilecek.
Salgın başlamış ve bütün hızıyla sürerken Türkiye hapishanelerinde 13 Mart 2020 tarihinde Covid-19 nedeniyle bütün açık ve kapalı görüşler durduruldu. Bu çok anlaşılır ve alınması gereken bir karardı. Dünya Sağlık Örgütü ve diğer uluslararası örgütler de zaten bunu öneriyordu.
13 Mart 2020 tarihinde Adalet Bakanlığı, Ceza İnfaz Kurumlarında Alınacak Önlemler adıyla bir genelge yayınladı, alınan kararlardan konumuzla ilgili kısımlar şöyle;
"Açık ve kapalı tüm cezaevlerindeki görüşlerin 2 hafta süresince ertelenmesi, 2 hafta sonra durumun tekrar değerlendirilmesi, zorunlu durumlarda Cumhuriyet Başsavcısı kararı ile görüşlerin yaptırılması, yabancı uyruklu olup yurt dışından geldiği anlaşılan şahısların yapmak istedikleri ziyaretlerin süresiz ertelenmesi. Açık cezaevlerinde kalanların özel izin haklarının ertelenmesi.
Tüm ceza ve hukuk mahkemelerindeki duruşmaların mümkün ise SEGBİS yolu ile yapılması ve duruşma tarihlerinin ileriki bir tarihe ertelenmesi.
Cezaevlerindeki ve çocuk eğitim evlerindeki 'aile görüş odalarının' 2 hafta süre ile kullanılmasının ertelenmesi."
16 Mart 2020 tarihinde alınan kararlar;
"Ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlü ve tutuklular ile avukatları Covid-19’dan korumak amacıyla, tüm ceza infaz kurumlarında avukat görüşleri dahil tüm görüşlerin iki hafta süreyle ertelenmesi, zorunluluk durumlarında ise görüşlerin kapalı görüş mahallinde yaptırılması Adalet Bakanlığı ve Türkiye Barolar Birliğine tavsiye edilir."
27 Mart 2020 tarihinde alınan kararlar;
"Açık ve kapalı tüm cezaevlerindeki görüşlerin 2 hafta süresince ertelenmesi, 2 hafta sonra durumun tekrar değerlendirilmesi, zorunlu durumlarda Cumhuriyet Başsavcısı kararı ile görüşlerin yaptırılması, yabancı uyruklu olup yurt dışından geldiği anlaşılan şahısların yapmak istedikleri ziyaretlerin süresiz ertelenmesi.
Açık cezaevlerinde kalanların özel izin haklarının 2 hafta süreyle ertelenmesi, Cezaevlerindeki ve Çocuk Eğitim Evlerindeki 'aile görüş odalarının' 2 hafta süre ile kullanılmasının ertelenmesi."
Bu kararlar haziran ayına kadar her hafta bu şekilde yenilenerek alınıyor. Ancak son kararda, cezaevlerindeki Covid-19 önlemleri kapsamında 13 Mart'tan itibaren durdurulan kapalı görüşlerin, 1 Haziran günü yeniden başlatıldığı belirtiliyor. Bu genelgeyi iyice incelediğimizde çok büyük kısıtlamaların olduğunu görüyoruz.
"Hükümlü ve tutuklular, kapalı görüşte sadece bir yakınıyla görüştürülecek. Salgın nedeniyle görüş hakkını kullanamayan hükümlü ve tutuklulara, ilave görüş hakkı da verilecek. Cezaevlerine ateşleri ölçülerek alınacak ziyaretçiler, maske takacak. Kapalı görüşlerin yapıldığı bölümlerde, belirlenen aralıklarla dezenfeksiyon gerçekleştirilecek, ziyaretçiler ile hükümlü ve tutuklular için gerekli önlemler alınacak. Açık görüşlerin durdurulması kararı devam edecek."
Yeni normal, hapishanelere bir türlü gelemiyor
Hapishanelerin ve mahpusların sayılarının giderek arttığı Türkiye’de hak ihlallerine karşı, mahpusların küçük bir kısmını oluşturan siyasi mahpusların tavır alışları dışında, ciddi bir karşı koyuş ve itiraz söz konusu değil. Mahpus kitlesinin büyük bir kısmını oluşturan adli mahpusların hak arama bilincinin eksikliği bir yana, haklarını nasıl arayacaklarına dair bilgiden de yoksunlar. Bugüne kadar Türkiye’de adli mahpuslara yönelik olarak hak arama bilincini arttırmayı amaçlayan ciddi bir çalışma yürütülmemiş olması da bu eksikliğin giderek boyutlanmasında önemli rol oynamış olabilir.
Hapishanelerde kapalı ve açık görüş yasağının sürmesi yönünde kararlar sürekli yenilenirken, Türkiye’de restoranlar, alışveriş merkezleri açılıyor, oteller dolmaya başlıyor.
Evet hayatın normale döndüğü ısrarla yineleniyor. Hatta Cumhurbaşkanı maske, mesafe, temizlik, bu üç kurala uyulmasının yeterli olacağı konusunda vatandaşa çok ikna edici açıklamaları peş peşe yapıyor. ‘Yeni normal diye bir tanım hayatımıza giriyor. Ve hızlıca yeni normalleşiyoruz her yerde.’
Fakat hapishaneler hariç. Yeni normal, hapishanelere bir türlü gelemiyor. Aynı üç kuralın, yani temizlik mesafe ve maske kuralının, istendiği takdirde AVM vb. yerlere göre hapishanelerde daha kolay uygulanabileceği ve kapalı/açık görüşlerin yapılabileceği ortadayken yine yasaklar uzatılıyor. Korkarım kazanılmış haklar Covid-19 bahane edilerek işlevsiz hale getirilecek.
Ve işte o sözünü ettiğim, Adalet Bakanlığı’ndan cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülere bayram müjdesi geliyor. "Adalet Bakanlığı'ndan müjde, Bakanlık mahkumlarla aileleri buluşturma kararı aldı" başlığıyla bütün gazetelerde yer alıyor.
'BAKANLIKTAN KAPALI GÖRÜŞE İZİN ÇIKTI'
Zaten kazanılmış bir hak olan görüş hakları sanki bir lütufmuş gibi müjde olarak nitelendiriliyor ve iğrenç bir algı yönetimine başvurulmuş oluyor.
"Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu'nun tavsiye kararının ardından harekete geçen Adalet Bakanlığı, cezaevlerinde mahkumların görüş izni için 81 ile genelge gönderdi. Genelgede, cezaevlerinde bulunan hükümlü ve tutukluların anne, baba, eş, çocuk, torun, büyükanne, büyükbaba ve kardeşlerden yalnızca iki kişiyle bir kez kapalı görüş yapabileceği belirtildi. Görüş izninin 1-10 Ağustos ile 15-31 Ağustos tarihlerinde yapılması belirtilen genelgede salgın nedeniyle kapalı ziyaretler öncesinde ve sonrasında alınması gereken tedbirler sıralandı."
Mahpusların zaten yasal olarak hakları oldukça kısıtlanarak, üstelik açık görüş hakkı hiç verilmeden, müjde olarak nitelendiriliyor. Biraz mahpusların bu yasal haklarına bakalım.
'Hükümlülerin ziyaret ve görüşleri'
"Hükümlü, belgelendirilmesi koşuluyla eşi, üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımları ile vasisi veya kayyımı tarafından haftada bir kez ve ayrıca kuruma kabullerinde, zorunlu hâller dışında bir daha değiştirilmemek üzere, ad ve adreslerini bildirdiği en fazla üç kişi tarafından, yarım saatten az ve bir saatten fazla olmamak üzere çalışma saatleri içinde ziyaret edilebilir.
(Ek cümle: 24/1/ /9 md.) Çocuk hükümlüler için ziyaret süresi bir saatten az, üç saatten fazla olmamak üzere belirlenir.
Görüşler, koşul ve süreleri Adalet Bakanlığınca hazırlanan yönetmelikle kapalı ve açık olmak üzere iki biçimde yaptırılır.
Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan, hükümlü ve tutuklular için ceza infaz kurumlarındaki açık görüşler idare ve gözlem kurulu kararıyla iki ayda bir yaptırılabilir.
Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükümlü olanlar, on beş günde bir kez olmak üzere, biri açık, diğeri kapalı görüş biçiminde, ayda iki kez görüşme yapabilir.
Kapalı görüşlerden biri bayramlarda ve özel günlerde yaptırılacak açık görüşlerle çakıştığı takdirde, açık görüş yaptırılır."
Adalet Bakanlığı tarafından şu ana kadar Türkiye hapishanelerinde toplam kaç test yapıldığına alınan önlemlere ve salgın süreciyle ilgili yapılan çalışmaların neler olduğuna dair ise kamuoyunu tatmin edecek yeterlilikte bir açıklama yapılmamıştır.
Pandemi döneminde iyileştirme yapılmadı
COVID-19 için yeterli önlemlerin alınmadığı, gerekli temizlik malzemelerinin verilmediği, revire çıkma konusunda ciddi sorunlar yaşandığı, kurum personelinin gerekli önlemleri almada yetersiz kaldığı, hastane sevklerinin durma noktasına geldiği şikayetleri sık sık basına yansımıştır.
Salgın süresince mahpuslar için herhangi bir iyileştirici düzenleme yapılmamış, sağlık meslek örgütlerinin, sivil toplum kuruluşlarının ve demokratik kitle örgütlerinin görüşleri dikkate alınmamıştır. Demokratik Kitle Örgütleri ortak bir bildiriye imza atarak, mahpuslar için şu hususların acil olarak hayata geçirilmesini talep etmişlerdir.
‘’Türkiye’deki tüm hapishanelerde ortak önleyici ve koruyucu uygulamaların yapılması ve bu uygulamaların denetime açılması,
Henüz yargılaması süren ve cezası kesinleşmemiş temyiz-istinaf aşamasında olan mahpusların hemen tahliye edilmesi,
Önleyici tedbirlere öncelik vererek, salgın süresince askıya alınan revir ve hastane sevklerinin bir an önce işlevli hale getirilmesi için gerekli adımların atılması,
Ağır hasta, kronik rahatsızlığı bulunan ve tek başına yaşamını idame ettiremeyecek durumda olan mahpuslar için acil bir şekilde infaz ertelemesine gidilerek tahliye edilmeleri,
Son ve en önemli olarak da, kamuoyunda 16. Madde olarak bilinen, Ceza İnfaz Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmeliğin 42. Maddesi’ne göre akıl hastası, ağır hastalığı olan, engelli ve hamile ya da doğum yapan mahpusların hastalık nedeni ile hapis cezasının infazının ertelenmesine gidilmesinin6 salgın sürecini en az vaka ve kayıp ile bitirmeyi kolaylaştıracağı akılda bulundurularak, 42. Maddenin bu süreçte daha hızlı yürürlüğe girebilmesi için hastalık raporlarında Adli Tıp Kurumu’nun onaylama zorunluluğu kaldırılarak Eğitim ve Araştırma Hastaneleri ile Üniversite hastanelerine de onaylama yetkisinin verilmesi acil bir gerekliliktir.”
Sonsöz
Evet gördüğünüz gibi bütün çabalara rağmen, açık açık mahpus hakları göz ardı ediliyor. Bu ülkenin Covid-19 salgınında çok başarılı olduğu söylenen ‘Bilim Kurulu’nu, bu konuda ayrımcılığa ve eşitsizliğe yol açtığı için eleştiriyor, kınıyorum. Kesinlikle bu yasakların devam etmesinin Adalet Bakanlığı ve onun ötesinde iktidarın bir tercihi olduğuna inanıyorum. Ve aklıma Covid-19 bahane edilerek gerçekleştirilen son infaz düzenlemesi geliyor ve Cumhur İttifakı'nın dışarıda olması için hararetle çaba sarf ettiği, bir kısmını çok iyi bildiğimiz mahpusların tahliyeleri geliyor. Eşit ve adil olmayan bu infaz düzenlemesi her zaman tartışılır olmaya devam edecektir.
Yazımı Tokat T Tipi Hapishaneden yaşadığımız süreci çok iyi analiz eden bir mahpusun, Seyit Oktay‘ın cümleleriyle bitirmek istiyorum:
“Coronavirüs geldi cihana yaşam döndü zindana. Bu hem mecazen hem mealen doğrulandı. Biz siyasi tutsaklar cezaevlerine ya da hapishaneye genelde "zindan" deriz. Belki bir dil alışkanlığı belki kadim zamanlara gönderme ya da kötülüğünü çağrıştırsın diye. Bugünlerde toplum da zindan hayatı yaşıyor, her ne kadar kısa bir süre önce kısıtlamalar ardı ardına kaldırılmışta olsa birçok alışkanlık, sosyal davranış, gelenek giderek tarih olma yolunda. Belki de herkes kendi zindanına mahkum olmayla yüz yüze.”
Zafer Kıraç
İnsan Hakları Çalışanı
Kaynak: Korona Günlerinde Mahpusluk, Tutsakların korona günlükleri, Kolektif kitap, Hazırlayan: Adil Okay, Ütopya Yayınevi, Ankara, Aralık 2020.
- 3 gösterim