Bazen hayatımıza zikreden olumsuzluklar, bize farklı koşullar altında yaşamamıza vesile olurlar veya zorunlu kılarlar. Aynı 21. Yüzyılın bütün gelişen tekniğine rağmen mektubun tek iletişim aracı olması gibi...2003 yılından beri arkadaşlarımla bu şekilde haberleşmekten öte sohbet edebilme imkanımız yok. Bu konuda benim dışarda olmam, içerdekilerden daha çok imkana sahip olduğumu kanıtlamıyor. Ben de onlar gibi ancak mektup yazarak, onlara ulaşabiliyorum. Bazen de bütün insanlar sadece yazışarak anlaşsalar diye düşünmüyor değilim. O zaman belki birbirimizi kırmadan, incitmeden anlaşabiliriz. Çünkü yazdığımız şeyleri en azından göndermeden önce bir defa daha okuyup, yapmış olabileceğimiz hataları düzeltip, öyle gönderiyoruz. Yani sadece, bazen çaresizliği olumlu düşünme olarak bunu algılamak lazım belkide...Mektuplardan bahsetmişken, Gebze Kadın kapalı cezaevindeki Gülazer(Xelat) arkadaşımdan yeni gelen mektubundan bazı kesitleri de sizinle paylaşmak istiyorum.
Malum tarz olarak Mektup,’’Değerli Gül Hevalim, Can Yoldaşım Benim’’ başlığı ile başlıyor ve mektubumun eline geç geçmesinden bahsederek, devam ediyor. Ardından Leyla Güven öncülüğünde başlayan açlık grevleri ve ardından Beyaz Tülbentli Anaların mücadelesine de değiniyor:
’Mektubun elime geçtiğinde, Grevler de yeni bitmişti, arkadaşların toparlanmasıyla uğraşırken sana cevap yazamadım. Evet nefeslerimizi tutup, korkuyla adımladığımız zamanlardı. Çok ağır ve anlamlıydı. Ama bi şekilde başarıyla süreç başka boyutlara evrildi. En azından zindanlar kendi sorumluluklarını bi şekilde oynadı. Devrim biliyorsun geniş yelpazesi olan bir toplumsal dönüşüm sürecidir. Bu anlamda bence çok güçlü bir ruh yaratıldı. Mesele sadece dışsal, görürünürdeki grava gidiş, geliş olayı değil, çok yönlü kazanımları oldu. Her sahadan katılımlarla bir nar topu, kar topu oluştu. Sonra binlerce insanın kendini feda etmeye hazır olduğu gerçekliği tarihin sayfalarına altın harflerle geçecektir. Bakurun yorulmuş, yılmış ruh haline merhem gibi oldu bence. Nerden bakarsan başarılıydık. Yanlız insanın yüreğinin kaldıramadığı 8 canı, 8 dağı, 8 dünyayı, 8 evreni kaybettik. Sanki bu bedeli ödemek zorundaydık gibi düşünmüyorum. Bu tür bir bedelin gerekliliği ima edildiğinde ya da söylendiğinde çok zoruma gider. Sanki halkımız yeterince bedel vermemiş gibi. Yaşadığımız her an zaten özgürlüğe bedel değil mi? Bu anlamda Bilge’nin bahsettiği ölüm felsefesi bence çok önemli. Ölünmeden olmazmış gibi bir yaklaşım var ki, bence bizlerin bunu kabul etmemesi lazım. Zira bizler yaşamı oluşturmaya çalışan insanlarız. Bu konu derin. Uzun uzun tartışmak gerekir kanısındayım. Bizim halk kadar, ölmenin acısını yaşayan başka bir halk yok. O zaman o derece yaşayıp, yaşatabilmeye sarılması gerekenler de biz olmalıyız. Elbetteki yapılması gereken fedakarlıklardan geri durulmasını hiç kastetmiyorum. Şans işte, ben de romanımda Beyaz Tülbentli Kadınlar Hareketini oluşturuyordum. Sonra grev sürecinde Beyaz Tülbentli Analar ortaya çıktı. Bu tesadüf mü oldu bilmiyorum. 2016’da yazmıştım romanı. Hatta bir kaç kısa makalede de bence Cumartesi Anneleri durumunun yetmediğini, tam da bizim Anaları simgeleyen bir duruma ihtiyaç olduğunu yazmıştım. Ben ne zaman bir tülbentli kadın görsem, kendiliğinden gözlerim dolar. Sanki bu devrimin bütün acılarını onlar taşıyor. Asıl fedakar onlar bence’’ Gülazer’in açlık grevleri konusundaki değerlendirmesine bütün yüreğimle katılıyorum. Ölmeyelim, ölüme karşı direnmek bize yakışır. Ölümü utandıran arkadaşlarımızı unutmadan.
Son süreçte 20 yıl üzeri cezaevlerinde bulunan bir kaç hükümlünün serbest bırakılması bizler için yeni umutlara neden olmaya başladı. Çünkü Gülazer serbest bırakıldığında biz Serhat’ta buluşup, yılların özlemini gidereceğiz ve gerçekleştirmek istediğimiz hayallerin bir kısmını belki gerçekleştireceğiz. O yüzden Gülazer de bu konuda umutlarımızı gerçekleştirmek için büyük bir heyecan ile girişimlerde bulunuyor ve,’’Bu arada benim davalarla uğraşıyoruz. DGM’de yargılandı diye AHİM’in dosyasını bozduğu bir arkadaş vardı. Tahliye edildi. Öyle olunca, bu davayı emsal gösterip, bizler de başvurduk. Avukatlar da üzerinde duracakmış. Burası Türkiye başka yere benzemez. Emsal kararlar da çoğu zaman para etmez. Bunu iyi biliriz. Yine de uğraşmanın zararı olmaz değil mi? Öyle gelişme olursa, iki bin beş yüz(2.500) civarı arkadaş çıkar. Yani yirmi yılın üstünde olan çok kişi var. Bu konu, bu süreçte epey bi gündemdir şimdi zindanlar arası’’ diyor ve ardından,’’Ben bi de Serhat taraflarına sevk yazdım. Patnos, Van, Muş dedim. Öyle neresi çıkarsa, kabülümdür. Buranın nemli havası yedi yıldır anamı ağlattı. İnsanın kemiklerini çürütüyor resmen. O açıdan sevkim çıksaydı çok iyi olurdu. Bir gelişme olursa, haberdar ederim seni. Ben de niyeyse sevkim çıkacakmış gibi neredeyse toparlanmışım. Ha bugün, ha yarın diyorum’’ dedikten sonra mektubun sonunu selamlarla noktalıyor,’’Arkadaşların çok selamı var. Her kes iyi. Ciddi bir sıkıntı yok. koşullar çok zorlayıcı tabi. Her gün yeni bir uygulama geliyor. Meltem Oktay hevalin de tahliyesine bir kaç ay kaldı. O da hazırlanıyor. Onunla yazışabildiniz mi bilmiyorum. Aynı oda da pek kalmadık ama ortak alanlarda karşılaştık hep. Çok değerli bir arkadaş.
Canım benim bitiriyorum. Seni çok ama çok sevdiğimi söylemek istiyorum. Seni özlemle, hasretle, yoldaşça selamlıyor, kucaklıyor öpüyorum. Sağlıcakla kal.
Xelat (Gülazer ), 16.07.2019’’
Gebze Kadın Kapalı ceza İnfaz kurumu. Mektup okuma komisyonu GÖRÜLMÜŞTÜR
- 5 gösterim