Muzaffer Tansu'dan "Karanlığın İçinde Aydınlık Yüzler" Değerlendirmesi

Adil hocam,

Gönderdiğiniz kitapları aldığımı  bir önceki mektubumda belirtmiştim. Ütopya yayınevinden gelen “KARANLIĞIN İÇİNDE AYDINLIK YÜZLER – ÖLÜLERİMİZ KONUŞUYOR” isimli tiyatro oyununuz hakkındaki yorumlarımı – eleştirilerimi iletiyorum.

Renkli ve çok yönlü kişiliğiniz edebi çalışmalarınızda da kendini göstermiş. Şiirden, anıya, romandan öyküye çok geniş bir yelpazede yazmak ve her birinde başarıyı tescillendirmek kolay olmasa gerek.

Ariel Dorfman’ın “Karanlığın Ötesinden Sesler” isimli oyunu sizi öylesine etkilemiş ki bu etkiyi kitabının isminde de görmek mümkün.

Bütünleştirici tavrınız yine çok net. Farklı fraksiyonlardan oluşan bu isimleri ortak bir çalışmanın içinde harmanlamak sol cenah için oldukça marjinal bir yaklaşım. Unutulan gözden kaçan bir isim aradım bulamadım. Bir karakteri konuşturmak, o karakteri çok iyi tanımayı zorunlu kılar. Öykü ve roman yazanlar bunu çok iyi bilir. Bir de anlattığınız karakter okuyucu kitle tarafından detaylı şekilde tanınıyorsa, eleştiri oklarının üzerinize çevrilmesi kaçınılmaz olur. Çok sayıda karakteri canlandırarak bu anlamda da ciddi bir çalışma yapmış olmalısınız.

Yorumlar Bölümü…

Bu bölümdeki yazıları kitabın son bölümünde görmeyi tercih ederdim. Ramazan Velieceoğlu’nun tüm sözlerine katılıyorum. Ama yıllardır bu ve buna benzer söylemler duyuyoruz. Ve değişen hiçbir şey yok! Aynı kısır çekişmeler, aynı eleştirel bakış, aynı oportünist yaklaşımlar. Peki geçmişin hesabını kim soracak? Hesap sormayı da bıraktık, acıların üzerine her 2 Temmuz da, her 19 Aralıkta, her 1 Mayısta benzin dökülmesini kim, nasıl engelleyecek?

Edebiyatımızda politik tiyatro eksikliği çok belirgin. Bu önemli eksikliği kapatmak için  yalnızca yazmak değil, cesaretli ve mücadeleci olmak da gerekiyor. Sanatın, edebiyatın, bilhassa tiyatronun, Demokles’in kılıcının gölgesinde hüküm sürdüğü bu coğrafyada, Dünya Klasikleri zorlukla sergilenirken, bu tür oyunların karşılaşacağı zorluklar malum.

Önsöz 12. sayfayı okuyunca, bu gün de hiç bir şeyin değişmediğini görüyoruz. Şanlıurfada ki insanlık dramı… Düşünce suçluları içerdeyken en vahşi cinayetleri işleyen dinci örgüt mensupları çıkıyor. Bence bu durum 12 Eylülcülerin yargılanması ya da sivil anayasa yapılmasıyla çözülecek konular değil. Ön sözünün son bölümleri de okuyucu da ister istemez bir sorumluluk benimseme, sahiplenme iç güdüsü yaratıyor.

Yazmak…

Evet kesinlikle bir eylem biçimidir. Biz hapiste yazanlar bunu sürekli söyleriz. Yazarak ayakta kalır yaşama tutunuruz. Kanımca edebiyatın otoriteye, baskıya, sömürüye karşı muhalif, eleştirel, sorgulayıcı, başkaldırıcı ve özgürlükçü bir misyonu vardır.

Betimlemedeki edebi yetkinliğiniz ve anlatımdaki gerçeklik oyunu gözlerimizin önüne getirdi. Okumakla yetinmedik izledik diyebilirim. Birkaç eleştiri: 36. sayfadaki Vll. Ses erkek kim? Siz mi? Kardeşiniz mi? belirgin değil. 39. sayfada Cevat Yurdakul’un vurulması olayını anlatıyor. Ne acıdır ki onun katili de özel bir yasayla bırakıldı. Yine ne yazıktır ki yalnızca oyunda yazdıklarınız değil, sonraki gelişmeler de içimizdeki acıları kanatmaya devam ediyor. 42. sayfada “bu bölüm 1 Mayıs Marşı ile sona erebilir” cümlesi biraz sorunlu göründü gözüme. "erebilir" kelimesi muğlak bir ifade. Baskı hatası olabilir mi?

Erdal Eren’in konuşması da çok etkileyiciydi. Oldukça duygulandım. Oyunu canlı izleyenlerin ne hissettiklerini düşünemiyorum bile. Bazı sahnelerde müzik veriliyor ya. Fon müziğinin adı da verilmez miydi kitapta? Mesela Erdal Eren’in idam sahnesinin ardından sahnede yankılanan müziği ben merak ettim.

Anlatılan acılar o kadar gerçek, o kadar sıcak ki. Oyunda söylenen sözlerin bir çoğunun yazım tarihinden sonra bizzat oyunda temsil edilen kişiler tarafından söylendiğine tanık oluyoruz. Bu çok önemli bir nokta ve üzerinde durulmalıdır. Bunun bir örneği de 49. sayfada karşımıza çıkıyor. Oradaki annenin tasviri de aynı. İste acılarımız bu kadar gerçek, bu kadar trajik ve bu kadar gözler önünde!

Göz yaşı pınarı ağlamaktan kurumak üzere olan bir anne! “Son gözyaşlarını evladının kayıp mezarına dökmek istiyor, kızıl karanfiller açsın diye üzerinde!” Gözlerim takıldı kaldı bu satırlara, daha ileriye gidemedi. Sanki bir parça koptu sol yanımdan. Bu nasıl bir acı nasıl bir istek ve nasıl bir anlatım! Sözün bittiği yer tanımı bu olsa gerek.

Dikkatimi çeken başka bir nokta: Bu tür çalışmaların genelde iki tarafı olur. Biri olayları bizzat yaşayan ve anlatan, ikincisi bunları kaleme alıp gerekli edebi düzenlemesi yaparak kitaplaştıran. Bu iki önemli rolü başarıyla üstlenen ender kişilerdensiniz.

Cumartesi annelerinin daha fazla yer bulmasını beklerdim. Hrant’ın sahnesindeki müzik ve koreografiyi çok anlamlı buldum. Genel anlamda acılarımız, uğradığımız haksızlıklar çok iyi anlatılmış. (Kötülüğün sembolü) Adamı da olduğundan çok daha samimi, gerçekçi açık sözlü buldum! İsterseniz konuları yine tartışırız…

Ayrıca kitaptaki bütün şiirleri beğendim. Bazı şiirlerinizi, isminiz ile birlikte, arkadaşlarımla paylaşmak üzere not aldım.

Yazdıran aklınıza ve yüreğinize, yazan elinize, bana gönderen düşüncenize teşekkür ederim…

Muzaffer Tansu

L tipi cezaevi

Ferizli/ SakaryaUnknown Object