Ölüm orucundaki Avukat Ebru Timtik yazdı: Taleplerimiz sizin taleplerinizdir

Açlık grevine başladığımdan beri, “Artık sözleri size bırakıyorum, beni bugüne kadar yaptıklarım ve eylemim anlatsın” dedim arkadaşlarıma. Az konuşmaya gayret ettim. Ne yalan söyleyeyim “kelimelerin kifayetsizliği” de yormuştu beni. Ama görüyorum ki, emperyalist düzen buna izin vermiyor (Meselenin emperyalizm ile ilişkisini anlatmaya kalkmayacağım). Herkes her yerden ve hiç durmadan konuşuyor. Sanırım bazı şeyleri hatırlatmak şart. Barolara, meslektaşlara ve dostlarıma seslenmek istiyorum.

Biz kimiz? Bu eylemi yapan iki avukat kim? Büroları ne iş yapar? Üyesi oldukları dernek, kimlerden oluşur?

Biz ikimiz avukatız ve bundan sonra da avukatlık yapmaya devam etmek istiyoruz. Ölüm orucunu, “savunmanın” bir devamı olarak görüyoruz. Talebimiz en genel anlamda “adalet”tir. Öncelikle genel taleplerimizi yayınladık. Kaç madde olursa olsun özeti, “çevreye, düzene, insana adaletin hâkim olması”dır. Meslek yaşamımız boyunca “adalet için” mücadele ettik.

Halkın Hukuk Bürosu yasalara göre kurulmuş ve buna göre faaliyet yürüten bir bürodur. Uluslararası meslek sözleşmelerinde tanımlı ve bir hayli geniş hareket kabiliyeti tanıyan ilkelere uyumlu, meşruluk temelinde avukatlık yaparlar. Siyasi dava avukatlığı yanında, işçilerin, siyasi iktidarın baskı ve zulmüne uğramış kişilerin, ifade hürriyeti kısıtlanmış basın mensuplarının avukatlığını yapıyoruz. Yani sosyal olarak tüm ezilenlerin; mesleki olarak ceza, iş, idare, AYM ve AİHM dosyaları takip eden bir büroyuz. İş paylaşımını ve gelir-gider denetimini kolektif yaparız. 31 yıllık büromuz, avukatlık tarihinde de önemli bir yere sahiptir. Ve bence ortak bir değer yarattığı kabul edilmelidir.

SUÇLANAN AVUKATLIK FALİYETLERİDİR

Büromuz avukatlarının büyük bölümünün üyesi olduğu Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD), aslı tarihli Devrimci Avukatlar Derneği olarak kurulan geleneğin bir parçasıdır. Darbelerle kesintiye uğrayan yasal varlığı, pratikte kesintisiz sürmüştür. En son 2500’e ulaşan kayıtlı üye sayısı olan dernekte, bildiğim kişilerin ortak özelliği, demokratik hak kazanımlarını koruma amacı taşıyor ve hukuk güvenliği talep ediyor olmalarıdır. Derneğin kayıtlı üyeleri; kendilerini demokrat, liberal, ulusalcı, sosyalist ya da sosyal demokrat vb. şekillerde tanımlayabildiği gibi çeşitlidir.

Derneğimizin üyeleri, kurulduğu günden bugüne baro yönetim ve komisyonlarında da etkin rol oynamıştır. Baro siyasetinin çeşitlenmesi üzerine üye profiline uygun bir biçimde tavır geliştirerek mesafeli durduğu iller olduğu gibi, doğrudan aday çıkardığı iller de olmuştur.

İddianamemizde yer alan ve suçlama konusu yapılmaya çalışılan dava ve eylemlerin bir kısmı ise ÇHD’nin takip ettiği dava ve faaliyetlerdir. Bilinçli ve amaçlı olarak birbirine karıştırılıp sunulmuş olsalar da bir tanesi bile suç olarak nitelenemez.

Son dönemlerde barolara yönelen tehditlerin bir kısmı “bazı radikal grupların”, “bazı dar çevrelerin” şeklindeki nitelemelerle, gelecek tehlikenin ne olacağı ve nasıl olacağının ipuçlarını vermektedir.

BAROLAR TEHDİT EDİLİYOR

Ayrıca bazı barolar doğrudan devlet görevlilerince dosyamız üzerinden örtülü olarak tehdit edilmiş ve meseleden uzak durmaları istenmiştir. Eğri oturup doğru konuşalım, gerçek soru şu; eğer “sarı öküzü” verirlerse, barolar öz niteliklerini koruyarak varlıklarını devam ettirebilecekler mi?

Cevabı bence hayır, kesinlikle hayır.

Eğer iddianamede, kararda ve davanın yürütülüşünde apaçık olan saldırıyı, sadece “sarı öküze” yönelmiş buluyorsanız, avukatlığa halel getirmeyeceğini düşünüyorsanız sizi anlarım. Genel “dur bakalım ne olacak?” havası herkese sirayet etmiş demek ki, diye düşünürüm. Ama böyle kabul etmem, etmiyorum. Çünkü bu saldırının büroma, derneğime, devrimci avukatlık geleneğine yapılmış yok edici amaç taşıyan bir saldırı olduğunu görüyorum. Küçük, küçücük bir adım sonra da doğrudan barolara yöneleceğini ve hatta yöneldiğini biliyorum.

Baro tabelasının korunması karşılığında, iktidarın gösterdiği FETÖ ile, PKK ile, DHKP-C ile, MLKP ile, M-L, devrimci sıfatı taşıyan bilumum örgütler ile iltisaklı avukatların tasfiyesi önerisi, TBB Başkanı’nca makul ve muteber bulunmuş zaten. “E hepimiz de ‘terör’e karşıysak, bu mesele neden böyle çözülmesin ki?” düşüncesi sizi hasta yatağından kaldırmasa da bir süre daha yaşatır. Hakimler bile yasaya uymuyor ki zaten. Masumiyet, adil yargılanma gibi “teferruat” kabilinden yerlere takılmaya da gerek yoksa, işiniz rahat!

Zaten bir adım sonrası yeni marjinaller; “O Oktarcı”, “Bu radikal” grupları da uzaklaştırdın mı al sana yeni sürece uygun, Yassıada’yı “Demokrasi ve Özgürlükler Adası” ilan etmişken genel kurulların da ‘buralarda’ yapılabildiği, yeşil pasaportlu avukatların barosu… Yasa değişikliğine de gerek kalmaz o zaman.

TALEPLERİMİZ SİZİN TALEPLERİNİZDİR

“Sen bizi ne sanıyorsun? Bir tek sen mi görüyor, düşünüyorsun? Elbette ‘önce ilkelerimiz’ önce ‘hukuk güvenliği’ “ diyorsanız, topun ağzına gelmiş bizler, en ağır riski aldık; yaşamsal riski. Bizim koşullarımızda bu yapılabiliyor. Çarpıcı, acil, yakıcı içerik taşır. Kabul buyurursanız, eylemi sahiplenin. Yok her şeye rağmen “yönteme karşıyız” diyorsanız, taleplerimiz aslında sizin taleplerinizdir.

Fakat ne ile tutarsanız tutun; ister insani, ister mesleki, ister hak temelli yaklaşın, iktidarın ve onların soldan görünen saldırı ve ithamlarından kaçamazsınız.

Mutlaka sizi örgütün ekmeğine yağ sürmekle, ölüm orucunu teşvik etmekle, kendinizi kullandırmakla itham edeceklerdir.

Bu usul ne yenidir ne de bize özeldir. Tüm dünyada birebir aynı örnekler yaşanmıştır. Çok değil, 12 Eylül dönemine bakalım. Avukat Şenal Sarıhan kendisi anlatabilir, açlık grevi yapan müvekkilinin işkence izlerini gösterdi diye “açlık grevini teşvik” ile suçlandığını.

Halit Çelenk, Erşen Şansal ve Şenal Sarıhan’ın da olduğu bir davada sırf avukatlar ortak tavır alıp duruşmayı terk ettiler diye politik bir yayında avukatlara talimat verildiği için bu tavrı göstermekle suçlanıyorlar. Ve haklarında dava yürütülüyor. Ama o zaman “hala hakimler varmış” ki beraat ediyorlar.

Velhasıl “Ya beni de suçlarlarsa?” diye çekiniyorsanız, evet suçlayacaklar. Kaldırabilirseniz omuz verin talebimize. Ama suçlamalardan çekinen bir karaktere sahipseniz, bir süre sonra alanınız nefes alamayacak kadar daraldığında ne yapacağınızı şimdiden düşünün derim. İnşaat işleri, müteahhitlik mi yaparsınız yoksa köye mi yerleşirsiniz artık…

Açıklığa kavuşması gereken bir diğer mesele, “Bu iktidardan bu yargıdan adalet mi bekliyorsunuz?” şeklinde düşünen ve soran meslektaşlarımıza nasıl düşündüğümüzün açıklanması galiba.

DEMOKRATİK HAK KAZANIMINA İNANIR MISINIZ?

Siz demokratik hak kazanımına inanır mısınız? Ben inanırım. Bu yüzden avukat oldum ve avukatlık yapabildim. Etkili mücadele edildiğinde sonuç alınabildiğini gördüm. Söylemeye gerek yok, temel metinlerde yazılı haklar kendiliğinden hayat bulmaz. Siz talep etmediğiniz anda unutulur. Uygulanabilmesi talep edilmesine, bizim gibi ülkelerde ise etkili mücadele edilebilmesine bağlıdır.

Tutuklanmadan önce Yavuz Oğhan’ın programında sorularını yanıtladım. O, bir yerde şaşırıp üsteleyerek “Bu iktidarda taleplerin karşılanabileceğine inanıyor musunuz?” kabilinden soruyu sordu. “Evet.” dedim. Bir avukat olarak söylediğim bu sözü tekrarlıyorum, ama kendi hayatımı ortaya koyduğum mesele için bu kez. Eğer mücadele etkili bir düzeye ulaşırsa, AKP iktidarında da talepler karşılanır. Hak arama yolları açılır. Yok eğer “münferit karşı çıkışlar” olarak kalırsa belki bazı kazanımlar olur ama hak arama yolları tıkalı kalmaya devam eder.

Yani Ebru ile Aytaç’ın talepleri olarak bakıyorsanız olmaz. Ama “Arkadaşların anlattığı bizim hikayemiz. İnsanlar ölüyor ve biz bu temel haklar için bari şunları şunları yapalım” diyorsanız, o zaman hak arama yolları açılır.

Ben böyle inanıyorum.

Bu yüzden de sanki bir başka dünyada yaşıyormuş gibi kendini yabancılaştırarak Ebru’nun, Aytaç’ın, HHB’nin ayrıcalık istekleri… ama bu yöntem… vb. düşünceler içindeyseniz ve sorumluluğunuzu, ‘insani uyarılarınızı bize yöneltmek’ olarak görüyorsanız, yanılgınızın büyük olduğunu söylerim.

BİZE ACIMANIZI İSTEMİYORUZ

Beni tedirgin eden başka bir şey daha var. Elim değmişken onu da anlatayım. Ben, bize acımanızı istemiyorum. Elbette psikoloji uzmanı, sosyolog değilim. Ama yaşam pratiğim ve öğrendiklerim bana, yabancılaştırmadan acıma duyulamayacağını öğretti. Yanılıyorsam düzeltin lütfen. Ama acıyarak verilen küçük geçici “lütuflar”, düzenin devamını pekiştirir.

Aylarca aç kalabilecek kadar, bedeninin erimesine katlanacak kadar güçlü bir istek ortaya koyan birine acınmaz.

Evet bizi görünce rahatsızlık, sıkışma ve hatta acı hissediyorsunuz ama bu duygu acıma değil.

Bu eylem örneğin Özlem Zengin’de acı uyandırmıyor. Daha birçok insan ve kesim “kendi tercihleri” deyip arkasını dönebiliyor. Eylem yalnızca iki şey bir araya gelirse bir azap yaratır. Bir; sorumluluk bilinci. İki; hak mücadeleleri tarihini, siyasi tarihi ve hukuku bilmek.

İşte o zaman yüreğiniz titrer. “Böyle olmamalı!”, “Ama bu haksızlık!” dersiniz. Çünkü aslında kendinize dönersiniz, yapamadıklarınıza bakarsınız.

Acımayın bize, asla istemiyoruz bunu.

Belki “Kargaya yavrusu şahin görünür” diyeceksiniz ama Aytaç’a baktığınızda “Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun!” demiyorsanız, hadi birlikte şiir okuyalım.

Zaten satırlarımı okuduktan sonra “yine çok bilmişlik” diyenleriniz, “rahatsız olanlarınız”, “ne haliniz varsa görün” diyenleriniz ve acıma duygularını daha elverişli bir yerde kullanmak için geri alanlar olacaktır. Sağ olsunlar.

Ve son olarak;

İddianamenin savları ile kılıç kuşanıp siyasi hesaplarını bizim üzerimizden görmeye çalışanlar var. Üstelik hem bizi hem sorunu yanlış kavrayarak.

Biz avukatız, hep öyle olduk.

Avukatız ve en büyük idealimiz adalet. Bunun bir yansıması kanla, canla kazanılan o büyük “adil yargılanma hakkı.” Tüm pratiğimiz, hiçbir hakkı kazanmayı, devrime ertelemediğimizi gösterir. Ne emek ne çevre ne kadın ne de ceza adaleti konusunda hak mücadelesini ertelediğimiz ya da ertelemeyi önerdiğimiz olmamıştır.

Biz bu mütevazı alanda talepler öne sürdük.

Haklı olduğumuz için, taleplerimiz sizin de talepleriniz olduğu için içimiz rahat.

Başaramazsak mı? Yola çıktık, yolun yarısı kat edilmiş bile…

Kaynak: Evrensel Gazetesi