“Yani benim yazdığım roman sırf “bilgisayar çıktısı olup ISBN bandrolü taşımayıp yayın niteliğinde olmadığı” gerekçesi ile tarafıma verilmedi. Oysa zaten buradan Mektup Okuma Komisyonu tarafından denetlenerek “Görülmüştür” damgasıyla dışarıya gönderilmişti ve gene denetlenerek “Görülmüştür” damgasıyla tarafıma verilecekti. Ben vaziyeti aktarmak için müdürle görüştüm, sonuç değişmedi. Bunun üzerine İnfaz Hakimliği’ne yazdım, aynı sonuç. Devamında Ağır Ceza Mahkemesi’ne itiraz ettim, değişen bir şey olmadı. ”
İbrahim ŞAHİN
2 Nolu F Tipi Hapishane c-i-124 TEKİRDAĞ
***
Sevgili Adil Hocam Merhaba
Selamlarımı gönderiyor iyi olmanı diliyorum.
Aralık ayında bana gönderdiğin 1 adet kart ve 1 adet şiiri (Süleyman Okay imzalı şiir) aldım. Zarfın içinden 2 (iki) parça yazılı materyal çıktı, fakat zarfın kapağına “üç parça” diye yazmışsın. Ben bu durumu hapishanenin Mektup Okuma Komisyonu’na sordum: “Verilmeyen, yanlışlıkla unutmuş olduğunuz bir gönderi var mı” dedim. Buna cevaben, “Zarfın içinden çıkanların tamamı verildi”, denildi.
Bu konuda benim, işin aslına dair imkanlarım bu kadarla sınırlıdır. Bir de senin “üçüncü” yazıyı zarfa koymayı unutmuş olduğunu umuyorum.
Bu ay (Ocak ayı) bana mektup (ya da bir başka doküman) göndermişsin sanırım. Bu 2 (iki) sayfalık bir şeymiş: onu da “Ceza infaz Kurumları için Yayınlar Kılavuzu”nun 21. sayfasındaki “D-Yayın Niteliği Taşımayan Dökümanlar/Fotokopiler” başlığına-maddesine dayanarak bana vermediler. Yani mektup niteliği taşımıyormuş. Bilgin olsun. Bu konuda İnfaz Hakimliği’ne ve Ağır Ceza Mahkemesi’ne itirazlarımın da olumlu sonuç vermeyeceğini tecrübelerime dayanarak söyleyebilirim, zira daha bu ay içinde yaşadığım bir örneği şu anda sana aktarayım:
Biliyorsun, ben BABEK hakkında 2 ciltlik bir roman yazmıştım ve onlar basılmıştı. O romanın 3. cildini de yazdım, dışarıya postaladım ve bilgisayara çekilip tekrar kontrol edilmesi için bana postalandı. Fakat tahmin et ne oldu: senin bana verilmeyen mektubuna gösterilen aynı gerekçe ile bana verilmedi. Yani benim yazdığım roman sırf “bilgisayar çıktısı olup ISBN bandrolü taşımayıp yayın niteliğinde olmadığı” gerekçesi ile tarafıma verilmedi. Oysa zaten buradan Mektup Okuma Komisyonu tarafından denetlenerek “Görülmüştür” damgasıyla dışarıya gönderilmişti ve gene denetlenerek “Görülmüştür” damgasıyla tarafıma verilecekti. Yani içerik zaten biliniyorken iş yokuşa sürüldü.
Ben vaziyeti aktarmak için müdürle görüştüm, sonuç değişmedi. Bunun üzerine İnfaz Hakimliği’ne yazdım, aynı sonuç. Devamında Ağır Ceza Mahkemesi’ne itiraz ettim, değişen bir şey olmadı.
Burada şunu da belirtmek lazım bazı hapishanelerde (örneğin Silivri’de) bu nevi yazılar içeriye veriliyor.
Aslında bu olanlara şaşırıp hayret etmiyorum, can sıkıcı olsa da öfkelenmiyorum. Sebebi mi? Ben yoğun olarak tarih üzerine araştırma yapıyor ve yazıyorum. Tarihte gördüm ki egemen gerici iktidarlar muhaliflerini değil sadece, onların var olmuşlarına dair emarelerin tamamını imha etmişlerdir. Atina’nın agorasında gördüğü her insana sorular sorarak, tıpkı bir ebe gibi zihinlerdeki cevabı doğurtmaya çalışan Sokrates’in tıpkı “at sineği” gibi insanları rahatsız etmesi “tanrılara isyan” olarak suçlanmasına ve baldıran zehri ile idam edilmesine hüküm verilmedi mi? Galileo dünyanın sabit olmadığını söylediğinde, dünya merkezli düşünüşün kalesi olan Engizisyon Mahkemesi tarafından yargılanmadı mı? Arapların “ilk filozofu” “filozoflar filozofu” El-Kindi kırbaç cezasına çarptırılıp kitapları imha edilmedi mi? Azerbaycan’ın bağımsızlıkçı asisi Babek idam edilip, şehirleri devlet kurup para basmış, kızıl sancak açmış, zesnci kölelerin lideri Ali bin Muhammed öldürülüp devletinin her taşı Basra bataklıklarına gömülmedi mi? “Ene’l-Hak” diyen Hallac-ı Mansur bu fikrinden dolayı dara çekilmedi mi? Osmanlı’da Molla Lütfü sırf eleştirel bakışı yüzünden zındıklıkla suçlanıp idam edilmedi mi? Sonra Pir Sultan, sonra… sonra daha nice gelecekten haber veren aydınlık zihinler, eylemciler… Egemenlerin karakteri, muhaliflerini ve onların yaratımlarını inkar ve imhadır.
Bu hadiselerin hiçbiri kişisel ahlaki saiklerle izah edilemezdir. Bu böyle anlaşıldığında meselenin sınıfsal, politik, iktidar meselesinin motivasyonu aşikar olur. Ve anlaşılır ki ne kadim Mısır’ın Amon tanrılarına inanan rahipler buna alternatif bir yaklaşımla Aton Devleti’ni Akhenaton’un mirasını tarumar ederken mesele sırf dindi, ne de Akhalılar Troya’yı işgal ederken sebep Helen idi. Ne İskender şahsi hırslarıyla dünyayı fethe çıktı ne de İstanbul peygamber muştusu diye zapt edildi.
Bütün bunların izahına açılan kapı, Adil Okay’ın bana gönderdiği mektubun engellenmesiyle, kendi yazdığım romanın bana yasak edilmesiyle sonuçlanan müsebbibinin izahına açılan kapıyla aynıdır.
Ama ne var biliyor musun? Kaçınılmaz olan hükmünü, aradan binlerce sene geçse de geçerli kıldı, ben dünyanın bir köşesinde dört duvar arasında bile Akhenaton’u, Pir Sultan ve daha nicelerini hatırlıyorum. Aha bu gerici egemenlerin pek de hoşlanmadığı şey. Kaçınılmaz olanın gücüne bakılırsa hoşlanmamakta da “haklılar.”
Sevgili Adil hocam! Sonuçta son gönderdiğin her ne ise, mektup niteliği taşımadığı için bana verilmedi. Bilgin olsun.
Daha önce (Aralık ayında) gönderdiğim kartta sürgün-göç konulu şiir vb. istemiştin. Bu mektubun girişinde yazdığım iki şiir bana aittir. İsteğin üzerine sana gönderiyorum. Bu vesile ile de serginizde başarılar diliyorum. Bir dilek de bir sonraki serginizde birlikte olmak için kendim için olsun. Olmaz mı?
Burada birlikte kaldığım Antakya-Samandağlı Taylan Turunç arkadaşımın da sana iyi dileklerini iletmiş olayım. O da tahliye olmayı bekliyordu. “İdare Gözlem Heyeti” diye bir uygulama var. Bu heyet tahliye olacak kişilerin “iyi halli olup olmadığına” “karar” veriyor ve bildiğin üzere genelde iyi olunmadığına dair evrak ile üçer ay tahliyeyi engelliyor. Genelde daha önce ikişer ya da üçer ay erteliyordu. Son zamanlarda altışar erteliyor. (Yani ertelenen süre geçse dahi daha sonra tekrar tekrar erteliyor). Taylan’ın normalde mahkemenin tahliye süresi Aralık-2023 tarihinde olması gerekirken bir seneden fazladır bu tahliye gerçekleşmedi ve tekrar altı ay daha tahliye edilmemesine karar verildi. Üstelik “Her ne kadar iyi halli olsa da psikologla görüşmediği ya da heyetle görüşmediği” gerekçesiyle böyle bir karar verildi.
Bu heyettekilerin tamamı daimi olarak hapishanede görevli olan personellerden oluşuyor, yani bağımsız hukukçu vb. kimse yok, dışarıdan gelen. Hal böyle olunca devamlı karşı karşıya gelinen kişilerle yaratılmış bir ilişkinin sonucu değerlendirmeye temel olmak zorunda kalıyor.
Şüphesiz pek çok mesele gibi bu da pek çok pencereden bakışla ele alınabilir. Sosyolojik bakımdan toplum nedir, bireyin toplumdaki yeri nedir, felsefi bakımdan toplumsal değer nedir, bireysel değerler nedir, bunlar mümkün müdür? İyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış nedir, toplumun sahip olduğu her değer birey tarafından kabullenilmek zorunda mıdır? Eğer böyle olmak zorunda değilse birey makbul kişi değil midir? O halde tarihte nice isimler var ki onlar ömürlerini kah hapishanelerde kah idam mangaları-dar ağaçları önünde feda ettiler ve bir zaman geldi ki o isimler okullarda derste anıldı, uzay mekiklerinin üstüne yazıldı, şehir meydanlarına verildi, heykelleri dikildi. O halde hangi-kimin değer yargılarıyla bireyin “iyi halli” olup olmadığına karar verilebilir. Okuduğu kitaplardan küçük bir kule yapılabilecek karşılaştığı her toplumsal politik felsefi soruna yönelik fikir üretebilecek, bilinç seviyesini yetkinlik derecesinde yükseltmiş iyi halli olup olmadığını söylerken kim rahat olabilir? Sanırım buna cevap da politik olmak zorundadır.
Politik iktidarın X için söylediği şeyi ben de kabullenerek evetlersem ben o iktidar nazarında “iyi” olurum, ama o X şey hakkındaki söylemim iktidarın söylemiyle çelişirse ben makbul kişi olmam, engellenmesi gereken kişi olurum. Bu durum tarih boyunca hep böyle olmuştur. Bugün olan şey de yarın olacak olan da budur. Ama tarih buna rağmen ilerlemedi mi? Niceleri kendi inandıkları “iyi”, kendi inandıkları “doğru”, kendi inandıkları “güzel” için bir ömür vermeye razı oldular. Bu konuda son sözü de şöyle söylemiş olayım: Dünya dönüyorsa bu insanların, aydınlık şafakları umut edip onun için eyleyen insanların yüzü, gözü, suyu hürmetine dönüyor.
Sevgili Adil Hocam! Ben mektubumu böyle sonlandırayım, serginize gelemedim, ama kalbim, fikrim sizinle. Umuyorum gelecek defa serginizde cismen de bulunurum. Sana-size serginizde başarılar diliyorum. Hepinize selam olsun.
Seni dostlukla kucaklıyorum.
Yolların tükenmesin.
Sevgilerimle
İbrahim ŞAHİN
2 Nolu F Tipi Hapishane c-i-124
TEKİRDAĞ
- 33 gösterim