İlk ‘görülmüştür’ damgalı mektubumu aldığımda çocuk yaşlardaydım. 80’li yıllardı.
“Geçme namert köprüsünden ko götürsün su seni, yatma tilki gölgesinde ko yesin aslan seni” dizeleriyle başlıyordu. Ağlayarak okudum.
Mektubu yazan ‘abim’ artık yaşamıyor. O satırları yazdıktan on bir ay sonra ceza evinde öldü. 23 yaşındaydı. Gördüğü ağır işkencelerden sonra o kadar yaşaması bile mucizeydi.
En son ‘görülmüştür’ damgalı mektubu Büşra’dan (Ersanlı) aldım. Büşra ‘kalender’ kadındır.İçeriden dışarıya, dışardan içeriye her durumda insana umut ve dirayet aşılar; mektubunu gülümseyerek okudum.
Şimdi karıştırdığım ‘görülmüştür’ damgalı mektuplar, gazetecilere ait. Onları okurken gülsem mi ağlasam mı bilemiyorum.
Sedat Şenoğlu: İddianamemde “Gazetecilik kisvesi altında militanlık yapıyor” deniliyor. Ama açıkça “gazeteciyi/gazeteciliği yargılıyoruz” demiyorlar.
Şimdiye kadar bana ne savcılar ne yargıçlar tarafından tek bir soru bile yöneltilmedi. Bu durum açılan davanın ve süren yargılamanın hukuk mantığı ve ilkelerinden ne denli uzak yürütüldüğünü gösteriyor…
Hukuksuzluk, polisin hazırladığı ayan beyan ortada olan komplocu gözaltı senaryosu ve sahte malzeme/belge üretme fezlekesinin savcılık tarafından “olduğu gibi kabul” edilerek iddianame haline getirilmiş olmasından başlıyor.
TCK 314/2, 314/3, 220/7 gibi maddeleri sunuyorlar. Onları okuyunca kendinizi tanıyamıyor, gazeteci değil “terrorist” oluyorsunuz bir anda.
Bu maddelerle hâkimler/savcılar babalarını bile terörist yapabilirler! Öyle ucu açık, esnek ki, çek çekebildiğin kadar, karşılarındaki muhalif gazeteci ve bir de Kürt olunca vurmak daha kolay, zaten potansiyel suçluyuz. Fırat'ın doğusunda uygulanan adı konulmuş bir olağanüstü hal ve savaş hukukudur.
Yine de kutlamak lazım, Adalet ve Kalkınma Partisi'ni. Darbeci Kenan Evren bile bu kadar insanı, gazeteciyi, avukatı, akademisyeni, yazarı, siyasetçiyi tutuklamaya cesaret edememişti.
Hayatta kalmamız bile büyük şans!
Kenan Karavil: Yaklaşık üç yıldır yargılanıyoruz mahkememiz bir arpa boyu kadar bile ilerlemedi. Hal böyle olunca delil durumunda hiçbir şey değişmedi. Dosyamızın ne zaman sonuçlanacağını bilmiyoruz. Keşke olanaklarımız, zamanınız olsaydı da sadece bir duruşmamızı izleyebilseydiniz. Tam bir komedi, en azından bir yıllık stres, atmış olurdunuz…
Mehmet Yeşiltepe: Akıllara ve vicdanlara dönük bir bilgilendirme olması bağlamında söylüyorum; evimde bir yazarın bulundurabileceğinden ne eksik ne de fazla doküman çıkmıştır.
Cep telefonum olmadığı halde (rahatsızlığım nedeniyle kullanamıyorum, beynimde su birikmesi var) telefon kayıtlarımın olduğu iddia edildi, zorlama kayıtlar, zorlama fotoğraflar üretildi…
Vedat Kurşun: Çeviri tutanaklarında çarpıtılmış çevirilerin yanında çeviren kişi şunu yazmış "Bildiğim kadarıyla çevirisini yaptım." Bizim, yeniden çevirisi yapılsın talebimizi mahkeme reddiliyor. Bunun gibi yüzlerce örnek verilebilir.
Sinan Aygül: Anayasada düzenlenen "masumiyet karinesi" özel yetkili mahkemelerde adeta hiçe sayılıyor.
CMK’da sadece belirli şartlarda alınabilecek bir tedbir olarak düzenlenen "tutuklama" belirli davalarda fiili bir değişim geçirip adeta bir ceza uygulamasına dönüşmüş vaziyette.
Hiçbir yargılama yapılmadan süren 14 aylık tutukluluk süresini başka türlü nasıl açıklarız?
Yargıçların kanaatine bırakılan muğlak yasalar ve bunların sonucunda ortaya çıkan hukuksuz yargılamalar, astronomik cezalar, hali hazırda ülkenin sağlıklı bir hukuk bilinci, ahlakı ve tekniğinden yoksun olduğunu gösteriyor.
Ramazan Pekgöz: Büyük bir istekle gazetecilik görevlerini yerine getirmeye çalışırken, “başıma bir şey gelir mi” kaygısı ile hareket etmedim. Yaptığım şeye inanıyordum ve biliyordum ki bedel ödemeden özgürlük çoğaltılmaz. Benim payıma düşen de bundan öte bir şey değil.Gücünü halktan alan tüm meslektaşlarıma, sıralarını beklemeden seslerini yükseltmeye çağırıyorum.
Mazlum Özdemir: Çocuk tutuklulardan aydınlara, milletvekilinden 70 yaşındaki annelere, aile boyu mahpuslarda olanından, ölümün kıyısındaki hasta tutsaklara kadar o kadar insan varken kendimi yazmaktan utandım… Benden önce onlar yazılmalı, onlara uygulanan haksızlık giderilmeli diye düşündüm ve yine ilk olarak onlara özgürlük diliyorum sizin aracılığınızla...
Bayram Namaz: Hükümetler değişse de zihniyet aynı kaldığından, söz-örgütlenme ve eylem hakkı isteyen, özgür-onurlu bir dünya için mücadele eden, görüş bildiren, tavır alan herkes bir şekilde engellenmeye çalışılıyor, tehdit gibi algılanıyor.
İnsan gölgesini özler mi? Biz özlüyoruz. Zira kuzey cepheli, dikdörtgen bir kuyuyu andıran havalandırmamız yalnızca 15 Ekim-15 Şubat arasında güneş görmüyor.
Davut Uçar: 15-20 yıl önce yazılanların bugün keşfedilmiş gibi sunulduğuna tanık olmaktayız.Belki o günler öldürülmedik. Ama bugünlerde de tutuklanmasaydık ayıp olurdu. Tutuklanmam gazeteden ayrıldıktan dört yıl sonra oldu. Biraz geç oldu.
Kenan Kırkaya: Polis "Sana mı kalmış terörist cenazeleri" diyerek çıkıştı. "Ne yani ben haberlerimden dolayı mı buradayım?" soruma "Elbette, senin yaptığın haber teröristin yarattığı tehlikeden daha büyüktür," karşılığını verdi.
Ömer Çelik: Biz daha neyle suçlandığımızı dahi bilmeden, siyasi iktidar karşısında meslek mensuplarını ayakları altına alan meslek kurtları “Terör Pres” manşetleri atarak düşünce ifade özgürlüğüne yönelik bu saldırıya çanak tutabildi.
Ozan Kılınç: Yargılama tiyatro gibiydi. Savcılık makamı “örgütten nasıl talimat aldığımı” soruyordu. Örgütten değil,haber ajanslarından haber aldığımı ve haberleri böyle yayınladığımı belirttim. Nöbetçi mahkemeye çıkarıldığımda hakim suçlandığım konuyu detaylı bir şekilde anlatınca rahatladım. Çünkü suç işlemediğimi, sadece gazetecilik yaptığımı anladım.
6, 10, 12, 14 Eylül’de tutuklu ve tutuksuz yargılanan gazetecilerin davaları var.
6 Eylül’de İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 6 yıldır tutuklu yargılanan, Atılım Gazatesi’nden Sedat Şenoğlu veBayram Namaz ile Özgür Radyo yayın koordinatörü Füsun Erdoğan’ın duruşması yapılacak. Aynı davada yazar Arif Çelebi ve Sultan Ulusoy da tutuklu yargılanıyor.
TMY’nin ilk uygulaması olan dava, Ağır Ceza Mahkemelerinin uzun tutukluluk uygulamasının en vahim örneklerinden biri.
Füsün Erdoğan, onlarca ‘görülmüştür’ damgalı mektup-yazı yazmış Bianet’e. Hepsi de okunmaya değer. Her biri ayrı bir hayat dersi.
“Beş yıl boyunca savcı aleyhim(iz)de tek bir maddi kanıt dosyaya eklemediği gibi; en başından itibaren de iddianamede, dava dosyasında hakkımda hiçbir maddi kanıt yoktu.
Ve en başından İbrahim'le (Çiçek) birlikte İstanbul TMŞ'nin yönetiminde gerçekleştirilen ‘Gaye’ adlı operasyona monte edilmiştik!
İlk duruşmamız on dört ay sonra yapıldı.Polis dosyaların tümünü mahkemeye göndermediği için de; ancak üçüncü duruşmada, tutukluluğumuzun ikinci yılında ilk savunmamızı yapabildik.Yani hiç sorgusuz, yargısız tam iki yıl boyunca tutuklu kalmıştık.
Polisler her zamanki gibi Terörle Mücadele Kanunu'ndan (TMK) aldıkları güçle, Türkiye'de hukuksuzluğun ve adaletsizliğin ulaştığı boyut sayesinde böylesine pervasız ve rahat davranıyor, davranabiliyor.”
30 Ağustos tarihli mektubunu “Gerçekleri açığa çıkarmak ve oyunları teşhir etmek için duyarlı kişi ve kurumları 6 Eylül 2012 Perşembe günü Çağlayan 10. ACM'de saat 10.00'daki duruşmaya katılmaya, benimle, bizimle dayanışmaya çağırıyorum!” diye bitiriyor.
KCK operasyonları kapsamında 35’I tutuklu yargılanan 44 gazetecinin ilk duruşması 10-14 Eylül tarihleri arasında Çağlayan Adliyesi’nde görülecek. Tutuklu gazeteciler geçen hafta yazdıkları bir mektupta duyarlı kesimleri, “bir yanıyla komedi öte yanıyla ciddi bir trajedi" olan davayı izlemeye çağırdı.
“… Meslektaşlarımızdan, duyarlı kesimlerden, ifade ve düşünce özgürlüğünün savunusunu dert edinen herkesin, bizden öte insanlığın yarattığı evrensel değerler olan düşünce ve ifade özgürlüğünden yana tavır almasını diliyoruz. Kürt olarak bizim masumiyet ve mağduriyetimiz bir yana, daha güzel ve özgür yarınlar için herkesin bu değerler etrafında ortaklaşması, bugün en acil ihtiyaçlardandır. Bu anlamıyla ülke içi ve uluslararası tüm basın kurumlarından da aynı gerekçelerle duyarlılık bekliyoruz. …”
12 Eylül’de Ankara’da Yargıtay 9. Ceza Mahkemesi’nde de 9 yıldır tutuksuz yargılanan Tutuklu Gazeteciler Dayanışma Platformu sözcüsü Necati Abay ile 9 yıldır tutuklu bulunan ve müebbet hapis cezası alan Atılım Gazetesi yazı işleri müdürü Hatice Duman’ın duruşması var.
Basın özgürlüğü savunucuları, Terörle Mücadele Kanunu (TMK) kapsamında işlenen sayısız hukuk cinayetinin kurbanlarından olan Gülizar Erman ve Hatice Duman hakkında Yargıtay’ın yerel mahkemenin “kanıt yok, kanaatten” verdiği hukuksuz ve adaletsiz kararını bozmasını istiyor.
Onlar için en yürekten çağrıyı yine, bir buçuk yıl kadar aynı koğuşu paylaştığı arkadaşları Füsün Erdoğan yapmış:
“Siz duyarlı insanlara sesleniyorum: Bu hukuk cinayetinin önüne geçebilmek, Gule ve Hatice'nin yaşadığı bu adaletsizliğin sosyal medyada yayngınlaşması için yazımı köşe yazarlarına göndermenizi ve onlardan bu sorunu köşelerine taşımalarını talep etmenizi, Gülizar ve Hatice'yle dayanışmaya; adalet için ayağa kalkmaya çağırıyorum!”
14 Eylül 2012 tarihinde de Ahmet Şık, Nedim Şener, Soner Yalçın, Doğan Yurdakul, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu gibi gazetecilerin yargılandığı Oda tv davası duruşması yapılacak.
Bütün bu ‘görülmüştür’ mektuplarının, çağrıların arasında dönüp, avukatların iddianamelerle ilgili değerlendirmelerini okuyorum:
“Ceza Hukuku’nun temel prensipleri ayaklar altına alınıyor. Suçlamalar iftira ve suç yaratma niteliğinde, soyut değerlendirmelerin ötesine geçmiyor.
Örgüte üye olma ve örgüt yöneticiliği ile suçlanıyorlar ama dosyada somut denilebilecek tek delil var: Yargılanan kişilerin altına imza atarak yaptığı işler. Yani bir muhabirin haber yapması, bir dağıtımcının gazete dağıtması ve ücretini tahsil etmesi gibi…
İddianamenin hazırlanış mantığı Alman ceza hukukçusu Günther Jakobs’un ‘Düşman Ceza Hukuku’ teorisine denk düşmekte. Hukuksal anlamıyla Düşman Ceza Hukuku, mevcut sisteme muhalif kişilerin, diğer vatandaşlardan ayrı ve daha gevşek bir hukuka -yani hukuksuzluğa- tabi olmalarını ifade eder.
Bu iddianame, ceza hukukunun temel prensiplerinin yok sayılması; savcının anlamak istemediği, anlamadığı veya anlamlandıramadığı her şeye birer suç gözüyle bakması; hiçbir somut delil olmamasına rağmen kişilerin kimliğinin ve çalıştığı kurumun kimliğinin suçlama için yeterli sayılması anlamında bu teorinin iyi bir örneğidir.
İddianamedeki suçlamaların delillendirilmesi noktasında temel olarak şu delillere dayanılmıştır: Yapılan haberler, katılınan canlı yayınlar, sanıkların birbirleriyle irtibatlı oluşu, telefon ve MSN görüşmeleri, daha önceki gözaltına alınma vakaları, pasaport kayıtları.
Sanıklar hakkındaki delillerin büyük bir çoğunluğunu yaptıkları haberler oluşturmaktadır.Yani en büyük suçları gerçekleri araştırmak ve yazmaktır. Savcılık tarafından bu haberlerin yapılması ‘halkın devlete karşı kışkırtılması, provakasyon ve propaganda’ olarak nitelendirilmiştir.
Haberlerin değerlendirilmesinde sıkça başvurulan bir husus ise, içerikleri itibariyle ‘devleti, hükümet politikalarını, operasyonları, yargı makamlarını, emniyeti vs. itibarsızlaştırmaya yönelik’ oldukları suçlamasıdır.
Hemen hemen her gazetecinin yaptığı haberler ayrı ayrı ele alınarak bu haberlerin yapılmasının ‘milli menfaatlere’aykırı olduğu sonucuna varılmıştır. Gazetecilerin, haberin gerçekliği ve güncelliğinden ziyade göz önüne almaları gereken şey devletin menfaatleriymiş gibi bir mantıkla iddianame şişirilmektedir.
Örneğin, hosteslerin tacize uğradığına yönelik haberler veya ev işçisi kadınların sendikalaşmasına ilişkin haberleri ‘Türk Devletini zora sokacak, küçük düşürecek haberler’ olarak suç kapsamına girmektedir.
Gazete kapatmaları, işkence vakaları, hak ihlalleri, yargısız infazlargibi ‘vahim’ haberler ise kısaca ve başlıkları ile vurgulanarak suç kategorisine alınmış: ‘Şüphelinin gazetecilik faaliyeti yapmayıp, örgütün ekmeğine yağ süren nitelikte haberler yaptığı…’
Kısacası‘barış, özgürlük ve demokrasi’ özlemini yansıtan her tür haber örgüt lehine yapılmış haberler olarak yorumlanmış. Olumsuzlukların vurgulandığı ve deşifre edildiği haberler ise devlet aleyhine olduğu için suç delili sayılmış.
4 yıla kadar yayılan ‘dinleme’ sürelerinde bile hiçbir suç tespit edilmemesine rağmen, bu telefon görüşmeleri dosyada delil olarak yer almakta. Savcı, telefon kayıtlarından herhangi birini anlamadığında ‘ne dediği anlaşılamıyor, çünkü örgütsel gizliliğe riayet ediyor’ şeklinde değerlendirme yapıyor…”
Son söz Özgür Gündem Gazetesi Genel Yayın yönetmeni avukat Eren Keskin'in "Bize yaşadığınıza şükredin deniyor, sizi katletmediğimiz için şükredin..."
Bu kadar “Kafkaesk” bir ülkede ‘şükrederek’ yaşamayı öğrenirken kendi kendime J. Stuart Mill’in sorusunu sorup duruyorum:
“Tanrım, hakim kıldıklarına doğal görünmeyen bir tahakküm var mıdır?"
Kaynak: T24
- 11 gösterim