Devlet 74.5 Liramı Geri Ver ya da "Salyangoz Davası" düştü

Basında “Aziz Nesin’lik dava” diye anılan “Salyangoz Davası” düştü.

Nedir salyangoz davası? Takip edemeyenlere kısaca anlatayım: “Karabük hapishanesinde yatan politik tutsak Kasım Karataş’a yolladığım bir fotoğraftan ve kartpostaldan yola çıkarak, hakkımda "cezaevinden firar örgütleme" anlamına gelecek bir suçlama ile soruşturma açılmıştı. Söz konusu fotoğrafta arka planda kızım Öykü, önde ise bir salyangoz görünmektedir. İşte bu salyangoz fotoğrafının “kroki” olduğu iddia edilmekteydi. Daha geriye gidersem, yine kızım Öykü’nün hapishaneye yolladığı balonlar da sakıncalı-tehlikeli diye yasaklanmış, konu basına yansımış ve TBMM’de milletvekili Akın Birdal’ın soru önergesine konu olmuştu. Devletin yasakları bununla kalmamış tutsaklara yolladığımız işlemeli mendiller de bazı hapishanelerde sahiplerine verilmemiş, tutsaklar bu keyfi uygulama karşısında infaz hakimliğine baş vurmuşlardı. Bu konuda da basında yer almıştı. Velhasıl “salyangoz vakası”na kadar tutsaklarla dayanışma çabamızda çeşitli engellemelerle karşı karşıya kalmıştık. Ancak en traji-komik dava - vaka da, “Salyangozla firar örgütlediğim” iddiasıydı.

Sonuçta Mahkeme, uzun – derin - bilimsel araştırmalar sonucu salyangoz vakasında “Kovuşturmaya yer olmadığı” kanaatine varmış. Bu kanata varmak için neler yaptıklarını ne kadar ciddi çalıştıklarını, ne kadar çok insan: Uzman- bilirkişi- mühendis- grafiker- güvenlik gücü görevlendirdiklerini uzun uzun anlatmış. (Jandarma kriminal Dairesi başkanlığının konuyla ilgili raporu ektedir.)

İyi de “kamu kaynaklarını neden boşa kullandınız – beni ve ailemi taciz ettiniz” diye sorma sırası bende değil mi? Bir deli kuyuya taş atmış- bin deli çıkaramamış diyeceğim ama durum bundan daha vahim. Bir delinin insanları “oyuna getirmesi-aldatması” değil bu olay. Tamamıyla devlet politikası.

Davada “suç ortağım” olarak gösterilen Kasım Karataş da bu konuyla ilgili şunları yazmıştı: “En son Adil Okay’a yönelik provokasyon kokan savcılık soruşturmasında vuku bulan skandal diyebileceğimiz durumdur. Bana gönderdiği mektupta kızı Öykü’nün bir salyangoza bakarken çekilmiş fotoğrafı var. Haftalar sonra cezaevi idaresince tarafıma yapılan tebligatta, “sakıncalı”dır diye, soruşturma başlatıldığını ve mektubun verilmeyeceği yönündeydi. Bu karara karşı İnfaz Hakimliğine itiraz ettim.(…) Burada amaçlanan oldukça açık. İnsani bir yaklaşım olan, insanlar arası manevi değerlerin hedeflenip, cezalandırılmasıdır. Şu mesaj da verilmek isteniyor; “Nasıl olur da devlete karşı mücadele eden insanlarla iletişim kurup, onlara moral verirsin” hesabı sorulmaktadır. Yoksa Adil’in cezaevine şifreli firar krokisi göndermediğini bu sistem çok iyi bilir. Bu sistem Adil’in bunu yapmadığını bilirin yanında Adil’i iyi de tanır. Tanıyor: çünkü Adil de her birimiz gibi bu devletin hışmına uğramış, polis silahıyla ağır yaralanmış, emniyetin işkencelerinden geçmiş, öldü denilerek asansör boşluğuna atılmış, günler sonra tesadüfen halktan insanlar tarafından bulunup, polise bildirilmiş, doğru-dürüst tedavisi yapılmadan zindana atılmış, (…) yirmi yılı aşkın sürgün hayatından sonra tekrar ülkesine dönmüş (…) bir devrimcidir. Böyle bir insanın bir kartpostalla firar krokisini çizmeyeceğini çok iyi bilir. Tüm olup bitenlerden sonra bu durumu sadece Cezaevi Disiplin Kurulu’nun ve savcılığın paranoyası olarak değerlendirmek mümkün mü? Olabilir. Ancak bu paranoya devletin tüm kurumlarını içine almışsa, bu paranoya olmaktan çıkar, faşizmin sarmalına dönüşür. Bu sistemi oluşturan sıradan bir kurum veya birey değildir. Bu bir zihniyettir. Bu zihniyeti oluşturan devletin aklıdır.”

Evet tam da Kasım Karataş’ın yazdığı gibi bu bir zihniyettir. Devleti yönetenlerin tacizci zihniyetidir. Düşünebiliyor musunuz bu kadar akıllara ziyan bir vakada yapılan masrafı. Onlarca devlet memuru oturmuş, günlerce kamera kayıtlarını izlemişler, telefonlar dinlenmiş, fotoğraf üzerine “bilirkişiler” günlerce çalışma yapmış. Savcılar savcılara dosya yollamış. Karakol beni çağırmış. İfademi almış. İHD yöneticilerinden Ömer Ayaz davamı gönüllü olarak üstlenmiş. Kalkmış bin kilometreden fazla yol yaparak davanın açıldığı Karabük’e gitmiş. Masraflarını devletten ya da bu davanın açılmasına neden olan Karabük hapishane idaresinden ve Karabük Emniyet müdürlüğünden alamamış. (Benden de almadı) Bu kurumlar “İnsanları neden taciz ediyorsunuz, böyle komik vakalarla kamu kaynaklarını neden çar çur ediyorsunuz…” diye uyarı cezası bile almamış.

Tabi bu davaya gelene kadar daha neler var diyeceksiniz.

Haklısınız ama ben 74.5 liramı geri istiyorum.

Neden 74.5 lira, açıklayayım: Polis merkezine ifade vermeye giderken dolmuşa 3.5 TL ödedim. Avukatım gönüllüydü demiştim ya. Ama Noterden vekâletname çıkarmak için de parayı benim ödemem gerekirdi. Noter bir sayfalık kâğıt için 71 TL aldı. Toplamda 74.5 TL para ödedim. Oysa bu parayla 50 adet posta pulu alabilir ve tutsaklara mektup yollayabilirdim.

Dava düşmeden önce konuyla ilgili yaptığım basın açıklamasından bir bölüm paylaşarak yazımı tamamlıyorum: “Türkiye’nin birçok kentinde ve Avrupa’da sergilenen “Mahpus mektup ve resimleri sergisi”, bana ve kızıma yollanan mektuplardan oluşmuştu. Şu anda evimde binlerce “görülmüştür” damgalı tutsak mektubu bulunmaktadır. Bu benim yaşam biçimimdir. Ben taraflı bir yazarım. Tarafsızlık var olan düzeni beğenmektir. Statükoculuktur. Benim tarafım: İş cinayetlerinde hayatını kaybeden emekçilerin, şiddete uğrayan kadınların, inançları-kimlikleri nedeniyle katledilen insanların, nükleer santrallerin, HES’lerin yıkıma uğrattığı çevrenin, özgürlük ve eşitlik idealleri uğruna zindana düşen tutsakların tarafıdır. Hakkımda düzenlenen bu soruşturmalar nedeniyle de baş eğmem beklenmesin.”

Şimdi de dava düştü diye sevinmem ve susmam beklenmesin. Bu ucube dava için bana harcatılan 74.5 lirayı geri istiyorum. Ve de özür bekliyorum.

Bu süreçte beni yalnız bırakmayan - destek sunan bizzat tanıdığım veya tanımadığım herkese bir kez daha teşekkür ediyorum.

05. 11.2014

[email protected]

www.gorulmustur.org