Keyfo Başak Hapishanelerdeki Açlık Grevlerini, Kantin Soygununu ve Avukat Sorununu Yazmış

“Kişi olarak ben hiç kimse için içeride değilim. Bir kişiliğim, bir kimliğim, onurum var ve bir tarafım. Onun için içerideyim. Kimliği, kişiliği, onuru ve hatta insanlığı olan hiç kimse hiçbir haksızlık ve zulüm karşısında tarafsız, sessiz, dilsiz-sağır kalamaz, kalmamalı…”

***

13 Mart 2016

Hevale Adil Merhaba!

Gönderdiğin Çukurova esintisi ve Öykü canın şeker ağacı geldi. İnsanlar, şekerler, doğa, ormanlar, yok edilirken; en güzeli şeker ağacı büyütmek olmalı.

Şehirler; kadınıyla, erkeğiyle, çocuğuyla, yaşlısıyla, tarihiyle-mekanlarıyla “TEMİZLENİRKEN”, topluma zindan yapmak müjde niyetine tellallar aracılığıyla duyurulurken, Öykü canların şeker ağaçları yapmaları en güzel haykırış, çığlık olmalı; gören gözlere, duyan kulaklara, hisseden yüreklere.

Öykü canın o şeker ağacı yapan parmaklarından öpüyorum.

Öyle bir memleketteyiz ki, özgürlükler en karanlık dehlizlerde hapsedilirken, sayısız özgürlük çınarlarımız vardır. Bu özgürlük çınarları nefesleri yettiğince zindanların en ücra köşe, kuytularına bir esinti üflemekten vazgeçmezler.

Bu çalışmanız gerçekten çok değerli ve içeriden, yani bizlerle birlikte hazırlanmış. Teşekkürler. Umarım sözün, olması gerektiği kadar ulaşması gereken kulaklara ulaşıyordur. Gerçi öyle olsa bu zamanlarda yaşananlara karşı daha büyük bir hareketlenme yaşanıyor olurdu.

İçeride ve dışarıda devlet dersinde kaybettiklerimiz, bu kadar pervasızca kaybetmeye cesaret edemezlerdi.

Bir de her gün sokaklarda işlenen kadın cinayetleri ve teker teker, onar onar, yüzer yüzer işlenen iş cinayetleri bu kadar kolay kabul edilmezlerdi. Bu nedenle coğrafyanın bir yanı yangın yurduyken, diğer yanına bahar gelmiyor, böyle giderse gelmeyecek de. Bu tarafta daha çok sese, daha çok söze ihtiyaç var.

Biz içeridekilerin yapabileceği o kadar sınırlı ki, bir tek bedenimiz var. Bu bedene de gerektiği her zaman eziyet etmekten geri durmadık, durmuyoruz. Yine Açlık Grevleri’ne başladık. Bu grevlerinde dışarıya ciddi bir etkisi olacağını sanmasam da, hiçbir şey yapmamaktan iyidir. En azından bu kadarla da duruşumuzu belirlemiş oluyoruz. Ama sınırlarımızın ötesinde, uzaklardaki vahşetlere, direnişlere çuvallar dolusu laf edenlerin, bugün yaşananlar karşısında bu kadar sınırlı kalması ve demokrasi kahramanı olduklarını ilan etmeleri, ikiyüzlülüğün değil de yüzsüzlüğün alası olmuyor mu?

Kör-sağır-dilsiz kalanlardan da öte, yaşananları bir vatan savunmasıymış gibi muktedirlerin etrafında toplananlar ve utangaçca sistemin zulmünü meşrulaştıranlara ne demeli?

Geçenlerde 1915-16’da Ermeni Halkı’na yaşatılanların belgelerini içeren “Mavi Kitap”ı okudum. Bu günlerde elimde Evrensel Yayınları’nda hazırlanan “Utanç ve Onur” kitabı var. O günlerde yaşananların nasıl bir süreklilik arzettiğini görmemek elde değil. Yani o yılların tekrarlanmasından değil, sürekliliğinden sözetmek doğru olandır sanırım. Sistemin adının İmparatorluk ya da Cumhuriyet olması bir farklılık yaratmıyor. Bir farklılık varsa o da zulmün muhataplarının direniş ve birliktelik düzeylerindedir.

Hevale Adil, aslında bu mektubu Öykü’ye yazacaktım. Şeker ağacına kuş barınakları koymasını önerecektim. Hani olur da göçmen ya da yuvasız kalan yerli kuşlar sığınsın, yaşamlarını yeniden kurabilsinler diye.

Ben kuşları düşünürken haberleri izliyorum ve yeni şehirlerde göç haberlerini dinliyor, izliyorum. Bu göçertilenler, bir önceki göçle-göçetmeyle-“çökertmeyle” buralara gelmişlerdi. Şimdi bu göçertilenler nereye gidecekler. Ya da bu göçertmeler nereye kadar sürecek. Ne zaman bitecek. Herkes biat ederek etek öpene kadar mı? Bu mümkün mü? Tarih bize bunun mümkün olmadığını kaç yüzüncü kez kanıtlayacak. Ama gerçek şu ki bunu isteyenler ve buraya varmak için zulmünü ölçüsüzce kullananlar, herkesi kendileri gibi sanıyorlar. El-etek öpenler, el-etek öptürmeye çalışıyorlar. Bu beyhude çabalarıyla da sonuç alacaklarını sanıyorlar.

Bütün bunların sonucunu aslında en olanaksız olduğumuz zindanlarda tecrübe ettirmemize rağmen, ders almıyorlar. Sanıyorlar ki kendilerindeki muktedirler daha zayıf, daha tecrübesiz, daha yeteneksizlerdi. Onlar başaramadı, biz başaracağız diyorlar. İnsanlık varoldukça zulme karşı direnişin de varolacağını bunlar da sonunda anlayacaklar. O gün geldiğinde müjdeleyerek inşa ettikleri bu hücreler onlara mekan olacak...

Hevale Adil, Ceza İnfaz Sistemi’nde Sivil Toplum Derneği’nin, cezaevlerindeki sağlık sorunlarını öğrenmek için geçen yıl gönderdiği mektuplara el konulmuştu. Bu el koymaya ilişkin birkaç arkadaş yargı sürecini tamamlayıp Anayasa Mahkemesi’ne kadar bireysel başvuru hakkını kullandı. 5-6 aydır dosyalar Anayasa Mahkemesi’nde. CİSST Derneği geçenlerde yine benzer içerikte mektuplar göndermişti. Bu defa mektuplar elimize ulaştı. Ancak bu defa da yazdığımız cevap mektuplarında bazılarına resmen el konulma kararı verilmiş. Diğerlerinin gönderilip-gönderilmediğinden de emin değiliz. Bilirsin her mektubu iaedeli taahhütlü olarak gönderemiyoruz. Normal mektup olarak gönderince de, resmi yollarla takipetmek mümkün olmuyor bu koşullarda.

Bir de Tüketici Hakları Dernekleri’ne ulaşamıyoruz. Yani kantin fiyatlarının denetlenmesi gerek. Bu denetimi sivil-tarafsız birilerinin yapması gerek.

Bir başka konuda avukatlarla ilgili. Barolar her cezaevine birkaç avukat görevlendiremez mi? En azından maddi durumu olmayanlar için, yaşanan sorunlarda hukuki destek sunamaz mı?

Mesela geçen yıl İŞİD’in saldırılarını protesto etmek amacıyla yapılan Açlık Grevi’ne disiplin cezası verildi. Yani İŞİD’i protesto etmek disiplin suçu sayıldı. Böylesi bir cezalandırma, kimin-nerede durduğunu çok iyi gösteriyor. Ama bu duruma karşı hukuki girişimleri sürdürmek için bir avukata ihtiyaç duyulduğunda; bizim için çok fazla olan avukatlık ücretini ödemeden bulmak mümkün olmuyor. En basiti bu. Daha ciddi ve ağır meselelerde bir avukata ihtiyaç duyulduğunda da bulmak mümkün olmuyor.Neyse işte. Kampanyanızın sloganı en azından avukatlar için hiçbir şey ifade etmiyor. Parası olan avukat bulabiliyor. Yine de tekrarlayayım. Kişi olarak ben hiç kimse için içeride değilim. Bir kişiliğim, bir kimliğim, onurum var ve bir tarafım. Onun için içerideyim. Kimliği, kişiliği, onuru ve hatta insanlığı olan hiç kimse hiçbir haksızlık ve zulüm karşısında tarafsız, sessiz, dilsiz-sağır kalamaz, kalmamalı.

Bu arada Öykü canın geçmiş 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü ve halklarımızın Newroz Bayramı’nı şahsınızda kutluyorum. İnatla umudu büyütme, inatla özgürlük çığlığını yükseltme dileğimle...

Selam, Saygı ve Sevgilerimle...

Keyfo

Keyfo Başak

F Tipi Cezaevi

BOLU

Not: Keyfo Başak'ın sözünü ettiği "şeker ağacı" görseli Görülmüştür Ekibi'nin tutsaklara yollamak için hazırladığı kartpostallardan biridir.