Politik tutsak M. Garip Yaş'ın yazar Göksu'ya yolladığı mektup

“Sonbahar başında gelen kitaplarımdan bir tanesini vermediler. “Hiçliğin Özgürlüğü- Ağrısal Sanat” isimli kuramsal bir çalışma. Değerlendirme konusu yapılan resimlerden birkaç tanesini (sanat eseri resimleri) “müstehcen” bulunmuş. Aslında ilk kez karşılaştım bu durumla. Epey tartıştım yine mahkemeye götürdüm, sonuç değişmedi. Ülkenin genel havasıyla bağlantılı zaten. Karanlığı aydınlatan mumlar bir bir söndürülüyor, söndürülmeye çalışılıyor. Geceyi sevsem de karanlığın böylesini hiç sevmem, kabullenmeye de hiç niyetli değilim.”

M. Garip Yaş

T Tipi Ceza İnfaz Kurumu

Çilimli Düzce

***

22.01.2017

Sevgili Göksu, merhaba; Uzun zaman sonra iyi olduğunu senden duymak iyi oldu, sevindim. Zor, sıkıntılı zamanlar. Çoğunlukla pek iç açıcı havadisler gelmiyor, mumla arar oldum desem yeridir. Biliyorum bunlar da geçecek, insan neleri ardında bırakmadı ki. Aslında araya kimseyi sokmam, hoşlanmam da. İşte bazen zorunlu kalıyor insan. Ben de iyiyim. Ciddi olabilecek bir rahatsızlığım yok. Geçmişte olmuştu, epey de zorlamıştı. Biraz benim ihmalkâr davranmam, biraz içerde yaşanan tedavi sıkıntıları birleşince zorlayacak kadar rahatsızlığın ilerlemesine neden oldu. Sonra biraz radikal değişikler yapacak kadar soruna kendim el atmaya karar verdim. Sonunda da önemli oranda sağlık sorunlarını hallettim. İnsan biraz kendini bilince dermanını da bulmak çok zor olmuyor sanırım. Yine de tedbiri elden bırakmamaya, dikkatli olmaya gayret gösteriyorum.

Her zamanki gibi çalışmalarımla meşgulüm. Bazı öykü, deneme türü kitapların siparişini vermiştim. Ne kadar gelebildi bilmiyorum henüz. Koli geldi ama bürokrasiye takılmış durumdayım. Henüz koliler açılmadı, sonrasında da inceleme süreci. Sonbahar başında gelen kitaplarımdan bir tanesini vermediler. “Hiçliğin Özgürlüğü- Ağrısal Sanat” isimli kuramsal bir çalışma. Değerlendirme konusu yapılan resimlerden birkaç tanesini (sanat eseri resimleri) “müstehcen” bulunmuş. Aslında ilk kez karşılaştım bu durumla. Epey tartıştım yine mahkemeye götürdüm, sonuç değişmedi. Ülkenin genel havasıyla bağlantılı zaten. Karanlığı aydınlatan mumlar bir bir söndürülüyor, söndürülmeye çalışılıyor. Geceyi sevsem de karanlığın böylesini hiç sevmem, kabullenmeye de hiç niyetli değilim. Özellikle son yıllarda sistemli bir “köksüzleştirme” çabası var. Aydının, sanatçının, demokratların, yüzü ileriye dönük insanların dayandıkları sosyolojik, kültürel, tarihsel dayanaklar bir bir kaldırılıyor. Ben buna “köksüzleştirme” diyorum. Biri açık açık söylüyordu zaten; “gelecek cahil gençlerde” diye. Tüketim toplumu, duygu ötesi toplum, post gerçekçilikle fazlasıyla zemin bulundu. Bazen izliyorum televizyondan insan yüzlerini davranışlarını. Kelimeler ezber, tepkiler-refleksler otomat. Özne olmaktan/kalmaktan çok başkalarının yaptığı zırhlarla kendilerini zırhlandırmışlar sanki. Sadizme varan bir saldırganlık bulaşıcı bir hastalık gibi yayılıyor. Bu bana aslında sadizm üzerine binmiş bir mazoşizm gibi geliyor. Toplu halde histeri krizleri yaşanıyor sanki. “Psikologa hücum!” diye bir film çekilir mi gelecekte bilemem ama Sade yaşıyor olsaydı çok ilham alırdı, işte bu kesin.

2016 benim içinde pek hayırlı geçmedi desem yeridir. Bazen hayat küçük oyunlar oynuyor gibi hissederim. Her şeyimiz güzel, iyi olsun diye planlar yaparız bilirsin. Bu planlarımızda da kötü ihtimaller, terslikler pek hesaba katılmaz. Olabileceğini söyler içimizdeki ses ama pek duymak istemeyeceğimiz bir sestir. Sonra bir bakarım olmasın dediğim her terslik ardı sıra gelir. Sanki o ses planımı terslikler, aksiliklerden oluşmuş bir vücuda kavuşmuş gibi hissederim o anlarda.

Geçtiğimiz yılda çok fazla hissettim işte bunu. Yolunda giden o kadar az şey oldu ki. Yine de umut işte, plan yapmaya devam ediyorum. Galiba başka türlüsünü de bilmiyorum sanırım. Fakat nedense içimde tuhaf bir iyimserlik var, sanki iyi bir yıl olacakmış, güzel şeyler olacakmış gibi. Keşke olsa diyorum. Bakalım yaşayıp göreceğiz. Elimde Zoraki Güzellik isimli bir kitap var. Gerçeküstücülüğü analiz ediyor. Bu aralar bu konu üzerinde okumalar yapıyorum. Birkaç kitabım var bu konuyla ilgili. Anlayacağın kaynaklarım sınırlı. Derli-toplu birkaç kaynak daha (kitap-dergi v.s) temin edebilseydim çok iyi olacaktı. Araştırıyorum. Sonrasında Deleuze’nın eserlerine geçeceğim. Bunun dışında öykü kitapları, romanlar da okuyorum. Yazmak için çok konu fazlasıyla malzeme var işte o havayı yakalamak gerek, yavaş yavaş o havaya giriyorum, bakalım.

(…)

Soğuklar erken bastırdı ama geçen yıla göre daha sıcak (tabii kısmen) geçmeye başladı. Geçen yıl iliklerimize kadar üşüyorduk. Şimdi daha iyi, pek bir şikâyetim yok.

(...)

Geçenlerde Cumhuriyet’te bir sergi haberi vardı, Çankaya Belediyesi düzenliyormuş. “Başkakent Ankara” illüstrasyon sergisi. Son çeyrek asırda Ankara’da yaşanan dönüşüm ve kimlik yitimi üzerine. Bir resmi gördüm, güzel anlatmış bu dönüşüm (ve yitimi). Bakarken resme, ‘neler değişmiyor ki’ demekten kendimi alamadım. Ben artık bitireyim. Yarın yeni bir hafta başlıyor, tabii koşuşturmaca da. Sadece umutlu değil iyi de olacağız, her şeye rağmen. Kendine iyi bak. Umarım sağlığın daha iyidir.

Sevgiyle Umutla…

Mehmet