1996 ve 2000 yıllarındaki ölüm orucu eylemlerine katılan ve zorla müdahale ile wernicke-korsokaff olan eski mahpuslar, hükümeti ve kamuoyunu uyardı: Zorla müdahalenin sonuçları bizleriz, karşınızdayız. Zorla müdahale işkencedir, sakat bırakmadır, katliamdır.
Etkin Haber Ajansı / 31 Ekim 2012 Çarşamba, 14:59
İSTANBUL- 1996 ve 2000 yıllarındaki ölüm orucu eylemlerine katılan ya da zorla müdahale ile wernicke-korsokaff olan eski mahpuslar ile aileleri ve insan hakları savunucuları bugün İHD İstanbul Şubesi'nde basın toplantısı düzenledi, hükümeti ve kamuoyunu zorla müdahale konusunda uyardı.
Basın toplantısında ilk olarak söz alan İHD Şube Başkanı Ümit Efe, "Bu masanın etrafında bizler bu ülkede değişik tarihsel dönemlerde değişik ölüm oruçları ve açlık grevlerinin tanıklığını yaptık. Bu masada oturan arkadaşlarım bu eylemlere katıldılar, bu eylemin sonuçlarını göğüslediler" diyerek konuşmasına başladı. "Bugün bu açıklamanın anlamı 50 gündür süren sessizliğe karşı söylenecek çok sözün olmasından kaynaklıdır" diyen Efe, hükümetten gelen açıklamaların daha önceki açlık grevi deneyimlerine benzediğini belirtti. Efe, şöyle konuştu: "Tutuklu ve hükümlülerin eylemi bıraktıkları, yemek yedikleri, içtikleri vb. gibi spekülatif dezenformasyonlar daha önce de yapılmıştır. Ama biz biliyoruz ki, dünyada ve ülkede yaşanan açlık grevlerinin hiçbirisinde eylemcilerden hiç kimse hiçbir zaman söylediklerinden başka bir tutum almamıştır. Derneğimiz yaptığı araştırmalarda gördük ki, hiçbir tutuklu bırakmak için dilekçe vermemiştir. Bu eylem baştan beri devam eden tutuklu ve hükümlüler tarafından sürdürülmektedir."
İHD Şube Başkanı Efe, ölümlerin önüne geçmek için yapılan eylemlere polis saldırılarına dikkat çekti, "Tabiplerin hapishanelere girmesi, avukatların B1 vitamini götürmesi engellenmektedir. Bütün bu engellere rağmen açlık grevine devam eden mahpusların talepleri insan haklarının temel talepleridir. Meşrudur. Siyasal iktidar iki cümle ile bu taleplerin karşılanmasının yolunu açabilir" dedi.
Efe'nin ardından Wernicke-Korsakoflular ve Eski Mahpuslarla Dayanışma Girişimi'nden Wernicke Korsakoff'lu Eski Mahpuslar adına Eyüphan Başar açıklamayı okudu.
'B1 ALINMAZSA ÖLÜMLER 60. GÜNDE BAŞLAR'
'82, '84 ve '96 ölüm orucu ve süresiz açlık grevi eylemlerinde B1 vitamininin kullanılmadığını ve ölümlerin 60. günlerde başladığını hatırlatan Başar, "Alınan bilgilere göre, bazı hapishanelerde B1 kullanımı engelleniyor. Önümüzdeki günlerde zindanlardan gelecek yeni ölüm haberleriyle yüreklerimiz dağlanacak" dedi.
20 Ekim 2000'de başlayan ölüm orucu eyleminde 122 kişinin yaşamını yitirdiğine ve yüzlercesinin de zorla müdahale ve yanlış tedavilerle wernicke-korsakoff hastası olduğuna dikkat çeken Başar, açıklamasını şöyle sürdürdü: "Wernicke-korsakoff hastalığı esas olarak zorla müdahale ya da tedavi aşamalarında meydana geliyor. Bilinçi ya da bilinçsiz, zorla ya da rızayla yapılan yanlış tedavilerle birçok mahpus bugüne kadar sakat kalmış durumda. Başbakan ve bakanların yaptıkları açıklamalar dikkate alındığında böylesi bir risk de önümüzde duruyor."
Açlık grevindeki tutukluların taleplerinin Kürt halkının talepleri olduğunu altını çizen Başar, "Bütün talepler ya yasal ya da evrensel hukuk ilkeleri çerçevesinde kabul edilebilecek, edilmesi gereken taleplerdir" diye konuştu.
Eyüphan Başar, talepler ile ilgili olarak şöyle konuştu: "Bazı taleplerin bugünden yarına gerçekleşmesi mümkün olmasa bile bu konuda söz verilmesi, bir ışık yakılması ya da bu taleplerin meşru, yasal, barışçıl yollarla ifadesinin, savunulmasının önündeki engellerin kaldırılması ile ölümler, sakatlıklar olmadan bir çözüme varmak olası görünmektedir. Görüldüğü gibi devletin atacağı basit, insani adımlarla ölümlerin engellenmesi mümkündür. Önceki yıllarda bu yapılmadığı için yüzlerce mahpus, mahpus yakını açlık grevleri, ölüm oruçlarında hayatını kaybetmiş, sakat kalmıştır."
BİZİM YAŞADIKLARIMIZ DÜNDE KALSIN
Sürecin en yakından tanıkları olarak aynı acıların yaşanmamasını, tutukluların bilinçlerini, sağlıklarını yitirmemesini isteyen Başar, "Bizim yaşadıklarımız dünde kalsın, bugün ve gelecek ölüm değil, yaşamın canlılığı ve umuduyla kurulsun, diyoruz. Aynı hataların tekrarlanmaması için yeterli deneyimlere sahip olduğumuzu düşünüyoruz" diye konuştu.
"Tekrar tekrar topluma yaşatılan bu acılara, ölümlere, sakatlıklara artık dur demeliyiz" diyen Başar, son olarak şunları söyledi: "Devlet bir an önce yasal, hukuksal, uluslararası sözleşmelerden kaynaklı görevlerini yerine getirmeli, siyaseti ölüm girdabından kurtarmalı, en temel taleplerin, siyasi mücadelelerin yaşam pahasına yapılabiliyor olmasına bir son vermelidir. Hiç kimse temel insan haklarının elde edilmesi için hayatını ortaya koymak zorunda kalmamalıdır."
İŞTE BİZ KARŞINIZDAYIZ
Başar'ın ardından 2000 yılı ölüm orucu eyleminde zorla müdahale edildiği için wernicke-korsakoff olan Nihat Göktaş söz aldı. Zorla müdahalenin işkence anlamına geldiğini belirten Göktaş, "Bizlere zorla müdahale ederek sakat duruma getirdiler. Şimdi aynısını Kürt siyasi tutuklular için planlıyorlar" dedi. Zorla müdahale için "belleksizleştirme, işlevsizleştirme" diyen Göktaş, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Zorla müdahalenin sonuçları şu anda karşınızda, bizleriz. Yürümekte zorluk yaşıyoruz. Bellek yitimi oluyor, hafıza sorunumuz var. Bir çok konuda da yardım almak zorunda kalıyoruz. Kürt siyasi tutukluların talepleri kabul edilmediği gibi, tümden siyasal yaşamda etkisizleştirilmek, uzaklaştırılmak isteniyorlar. Kendi yaşamını sürdüremez duruma getirerek, toplum dışına itmek istiyorlar. Zorla müdahale yaşamı kurtarmak değil, yaşamı zindana çevirmektir, katliamdır. Buna izin vermeyelim."
1996 ve 2000 yılı ölüm oruçlarına katılan Mustafa Yaşar, zorla müdahale edilenlerin "engelli" hale getirildiğini belirtti, "Ben 350. günümdeyken adli tıp kararıyla dışarıya çıktım. Ama ben onlardan daha iyi durumdaydım. Eylemde, beyin kilitleniyor. Kendine bir komut gelmediği sürece dışarıdan verilen serumu kabul etmiyor. Zorla müdahale, ters etki yapıyor. Zorla müdahaleye karşı çıkmak gerekiyor" dedi. Yaşar, 1996 yılında Hicabi Küçük ve Ali Ayata'nın kucağında yaşamını yitirdiğini belirtti, "Yeniden ölümün nefesini duymak istemiyoruz. Ölümlere dur demeliyiz" diye konuştu.
SÖZÜN BİTTİĞİ YERDEYİZ
1996 yılında ölüm orucuna katılan Yıldız Uygun ise Başbakan Erdoğan'dan gelen "yiyorlar" açıklamasını hatırlattı, "O gün de benzer açıklamaları yapıyorlardı. Bu anlamda değişen bir şey yok" dedi. Yıldız, "Talepler ortada, muhataplar ortada. Sözün bittiği yerdeyiz" diye konuştu.
2000 yılındaki ölüm orucunda wernicke-korsakoff olan Gönül Karagöz'ün babası İsmail Karagöz, ailelerin yaşadığı travmayı anlattı, "Çok zor bir süreç. Sözle anlatılmıyor" dedi. Başbakan Erdoğan'ın açıklamalarına dikkat çeken Karagöz, açıklamaların Hitler ve Mussolini'yi hatırlattığını söyledi, "Bu nasıl insanlık?" diye sordu.
2000 yılında 145 gün ölüm orucu yapan Fehmi Küçükaslan, ölüm oruçları sonrasında gelen "sakatlığın" direnişin sonucu olmadığını belirtti, "En meşru, en insani taleplerini dillendirmek için kendilerini ölüme yatıranların talepleri karşılanmadığı ve yanlış uygulamalara maruz bırakıldıkları için öldüler ya da sakat kaldılar" dedi.
'BİLEREK HASTA BIRAKTILAR'
İHD Şube Başkanı Ümit Efe, bir soru üzerine, "Açlık grevini bıraktılar" şeklindeki haberlerin özellikle yapıldığına dikkat çekti. Wernicke-korsakoff sendorumunun bilinç kapandıktan sonra damardan glikoz enjekte edilmesi durumunda hızlı bir biçimde gelişen bir hastalık olduğunu hatırlatan Efe, şöyle konuştu: "2000'li yıllarda bilinci kapanan tutuklu ve hükümlülere bu yapıldı. B1 takviyesi konulmadan glikoz enjekte edildi ve uyandıklarında 2,5 yaşındaki çocuk gibiydiler. Bu bilinerek yapıldı. Bilinerek bu insanlar hasta bırakıldı. Sonra devlet bu insanları tedavi edemedi. Hepsini tahliye etti. Cezaevi önüne bırakılan kemik torbası haline gelmiş tutukluları evlerine götürecek bir ambulans bile verdi. Aileleri, İHD, TİHV ve TOHAV gibi kurumlar tedavilerini üstlendi. Sonra da devlet onları biraz iyileşince yeniden içeriye aldı."
Kaynak: Etkin Haber Ajansı
- 10 gösterim