“O çocuklar
O yapraklar
O şarabi eşkıyalar
Onlar da olmasalar
Gayri benim kimim var.”[1]
Corona’yı; corona günlerinde (c)ezaevlerini; oradaki kardeşlerimizi konuş(tur)mak yürek ister ve ‘Korona Günlerinde Mahpusluk-Tutsakların Korona Günlükleri’[2] bunun bir yanıtıdır.
Urfa-Siverek’in T Tipi Cezaevi A-6’dan “Doktor(umuz) Ayhan Kavak’ın, “Tutsakların maruz kaldıklarını görünür hâle getiren bu çalışmayı kamuoyuna duyurmanın ardından kitaplaştırarak tarihe not düşen Adil Okay, tutsakların sesi soluğu olmuştur. Zor zamanların dostu olan Okay ile Görülmüştür Kolektivitesi’ne şükranlarımı sunmak isterim,”[3] notunu düştüğü yapıtın değerini ifade etmekte -denir ya!- kelimeler kifayetsiz kalıyor…
Coğrafyamızın muhtelif zindanlarından 50 politik tutsağın Covid-19 salgınında kapatıldıkları mekânlardaki tanıklıklarına dair 40 makale ile 10 karikatürden oluşan yapıt; (c)ezaevlerindeki tecridi, karanlığı, insan hakları ihlâllerini -unutuşa inat- görünür kılıyor!
Tıpkı Erol Zavar’ın, “Virüs, kara kargalar, tabut gibi bir çatı. Her şeyin ölümü hatırlattığı bir ortam. Korku filminde kullanılabilecek metaforların çoğu mevcut. Lakin film o kadar yavaş ilerliyor ki, seyreden filmden kopuyor ya da her gün aynı filmi seyreden insanın artık ürperecek sahne bulamaması, her sahneyi çözdüğü için korkmaması gibi bir durum yaşanıyor. Hapishanenin şimdiki hâlinin uyandırdığı da böyle bir his. Bir tabutun içinde yaşadığınızı düşünüyorsunuz, leş kargaları dönenip duruyor tepenizde ve dünyanın en kolay bulaşan ölümcül virüsü sizi bulabilir. Ama korkmuyorsunuz,” (s.82) satırlarındaki üzere…
Albert Camus’nün ‘Veba’sındaki[4] korkusuz Doktor Rieux’yü anımsatan bu satırlar, bir çok şeyin özeti gibi…
(Fotoğraf: Ömür Eğribel'in arşivi)
Bilinir: Cezayir’in Oran kenti 1940’lı yıllarda, kendi hâlinde, kaygısız bir yaşam sürerken binlerce farenin sokaklarda, evlerde, meydanlarda ölmesine tanık olur. Önce izah edilemeyen bir tuhaflık olarak karşılanan ve belediye önlemleriyle atlatılmaya çalışılan bu ölümlerin ardından, veba salgını giderek artan dehşetiyle patlak verir. Roman bu süreci ve salgına karşı verilen mücadeleyi anlatıyor.
Başta hiçbir yetkili çok uzun süredir görülmeyen vebanın hortladığına inanmaz, inanmak istemez. Ama sonunda kamuoyuyla açıkça paylaşılan vaka ve ölüm sayılarının hızla artmasının yanı sıra bildiğini söylemekten asla vazgeçmeyen doktorlar sayesinde salgının adı konur.
O noktada da devreye gerekli önlemler girer. Bilgi, bilimsel bilgi sayesinde alınan bu önlemler, doktorlara işlerini iyi yapma, salgınla gerektiği gibi savaşma olanağını verir. Gericiliğin saldırmaktan hiç vazgeçmediği bilimsel bilgi, felaket geldiğinde insanlığın kurtarıcısı olur.
Bilginin, aydınlığın, işini iyi yapma sorumluluğunun simgesi olan Doktor Rieux’nün aynı zamanda anlatıcı rolünü de üstlendiği romanda, böyle bir felaket karşısında insanlık durumunun çeşitli çehreleri farklı kişilikler ve olaylar üzerinden mercek altına alınıyor.
Veba salgını, kendi hâlindeki kente hiç değişmez sandıkları o yaşamın aslında ne kadar çürük temellere dayandığını gösterirken, salgına karşı mücadeleye katılanlar da dayanışma içinde kendi kişisel kaygılarından daha üstün bir amaç için fedakârca uğraşarak ve kolektif davranış biçimleri geliştirerek hayatlarına yeni bir anlam katmaktadır. İnsanlık durumunun ve hastalığın absürdlüğü, bu koşulların yarattığı umursamazlık, değersizlik, toplumsal örgütlenme ve kolektif eylem içinde aşacaktır.
Diğer yanda, ateşli vaazlar veren bir rahip, bu salgının insanların işledikleri günahlar yüzünden Tanrı’nın verdiği bir ceza olduğunu, tek yapılması gerekenin dine yeniden sarılmak olduğunu haykırıp dururken, sonunda bilimin insanlık uğruna verdiği mücadele, kolektif eylemin de cazibesi sayesinde, onu da vebayla savaş saflarına çeker.
Roman 1947’de yayımlanmış ama Camus bu kitap üzerinde 1940’lı yıllar boyunca çalışmış. O yıllarda başka ne yapmış yazar? Cezayir’den tedavi için gittiği Fransa’da Alman işgali güneye doğru tüm yolları kesince, bir yandan Cezayir’de kalan eşinden ayrı düşmüş (romandaki Dr. Rieux gibi), diğer yandan da Fransız Direniş Hareketi’ne katılmış.
Yazar, Veba sadece veba mıdır tartışmasına 1955’te Roland Barthes’a yazdığı açık mektupla son noktayı koymuş: “Çeşitli açılardan okunabilmesini istediğim Veba’nın yine de gayet belirgin bir içeriği var: Avrupa’daki direnişin Nazizme karşı mücadelesi.”[5]
“Kahverengi Veba” diye de adlandırılan Nazizm ile gericilik, cehalet, karanlık arka planıyla ‘Veba’ üzerinden kavramak, hem insan(lık)ın tepesine çöken felaketi, hem de korkusuz Dr. Rieux ve yoldaşlarının verdikleri mücadele açısından ilginç çağrışımlar yaratıyor; tıpkı coronalı günlerde yaşanan yıkım ve totaliter “demir ökçe” gibi…
Veba salgını, nasıl “Kahverengi Veba” diye de anılan Nazizm ile ilintiliyse; yaşanan coronalı yıkım ile totaliter “demir ökçe” (ve (c)ezaevleri) de birbirleriyle bağıntıdır; ve bunların hepsi sürdürülemez kapitalizm ile iç içedir…
Devin Özgür Çınar’ın, “Büyük bir çaresizlik. O çaresizlik ne kadar berbat şey... Çok korkunç bir dönemden geçiyoruz cidden”;[6] Zeynep Oral’ın, “Covid-19’dan değilse de yalandan öleceğiz!”[7] notunu düştüğü “yeni (a)normal”, tabiri caiz ise, “Modern tıbbın ortaçağı”dır.[8]
“Nasıl” mı?
“Eski(meyen) (a)normal”in 1655 Londra vebasında da hastalar, yakınlarıyla birlikte eve kapatılmakta ve bu kapatma zor yoluyla kontrol edilmektedir. Bu durumda hem ev halkı bulaşa açılmış hem de kapanma korkusu nedeniyle hastalık gizlenmişti.”[9]
Şimdilerde de böyle; yani “değişen bir şey” yok gibi!
‘Dünya Sağlık Örgütü’ (WHO), dünya genelinde corona sebebiyle hayatını kaybedenlerin, aşı bulunup yaygın biçimde kullanılana kadar 2 milyona ulaşabileceğini duyurduğu[10] tabloda insan(lık) Covid-19’la sinema ekranlarından taşan bir distopyanın içine düştü…
Kolay mı?
BM’ye bağlı ‘Dünya Gıda Programı’ (WFP) Direktörü David Beasley, dünyanın 2021’de son 75 yılın en kötü insani kriziyle karşı karşıya kalabileceği vurgusuyla, dört yılda silahlı çatışmalar yüzünden 80 milyondan 135 milyona yükselen açlık sınırında yaşayan insan sayısının, pandemiyle birlikte katlanıp 270 milyona çıktığını bildirdi.[11]
Özetle pandemi sürdürülemez kapitalist yıkımın yerküreyi ne hâle getirdiğini net bir şekilde gözler önüne seriyor. Tel tel dökülen sağlık, eğitim sisteminin yanında domino taşı gibi yıkılan ekonomilere şahit olduk. Parası olmayan binlerce insanın hastanelere ulaşamadan evlerde, sokaklarda can çekişmesine tanık olduk. Devletlerin insanına ne kadar uzak olduğunu gördük. Pandemi kapitalizmin tüm çirkinliğini gösteren turnusol oldu; yükselen totalitarizm gibi…
Dünya üzerinde bugüne kadar yaklaşık 1 milyon 400 bine yakın insan Covid-19 pandemisi nedeniyle öldü. Ölenlerin çok önemli bölümünü ekonomik nedenlerden dolayı sağlık hizmetlerine ulaşmakta zorlananlar oluşturuyor. ABD, AB, Rusya ve Türkiye, yani kapitalist ülkeler için bu tablo çok değişmedi. Kapitalizmin ürettiği sonuç insanlara ölüm getirdi. Üstelik sadece pandemi nedeniyle değil. Oluşturulan kapitalist-emperyalist sistemin devamı için devasa bir güvenlik sistemi kuruldu. Rejim için tehdit olduğu düşünülen fikirler, kesimler devletler tarafından hep “özel” muameleye tabi tutuldu. Sosyalistler, demokratlar, işçiler, kadınlar, gençler, siyahlar, yerliler... Bir de (c)ezaevleri tabii… Bunlar ülkeden ülkeye değişiklik gösterse de temel ayrım hep zengin ile yoksul oldu; öyle olmaya da devam ediyor. Pandemi bu eşitsizlik ve zorbalık üzerine, deyim yerindeyse “tüy dikti”!
Bir şey daha: Ortaya çıkan bir başka sonuç da neo-liberalizmle birlikte hayatımızı belirleyen “her koyun (insan) kendi bacağından asılır” anlayışının asılsız bir yalan olduğuydu…
Aktararak ilerlersek:
√ Küresel eşitsizlik Covid-19 salgınında da kendini gösterdi. Afrika Birliği Dönem Başkanı Ramaphosa, “Bazı ülkeler, halklarını aşılarken diğerleri bunu yapmıyorsa güvende değiliz,” dedi…[12]
√ WHO Başkanı Tedros Adhanom Ghebreyesus, yönetim kurulunun yıllık toplantısında ‘aşı milliyetçiliği’ yapıldığı ve Covid-19 aşılarının paylaşımında “feci bir ahlâki başarısızlığın” eşiğinde olunduğu uyarısında bulundu…[13]
√ Covid-19 aşısında feci bir ahlâki çöküşün eşiğindeki yerküre zenginlerinin “önce ben” hırsı artarak devam ediyor. DSÖ aşıda eşitliğin sadece ahlâki değil, stratejik ve ekonomik zorunluluk olduğunu belirterek bu açgözlü tutumun pandemiyi uzatacağı uyarısını tekrarlıyor. Bunu yaparken de en zengin 10 ülkeye anlayacakları dilden sesleniyor, aşıyı adil dağıtırlarsa 2021’de 153 milyar, 2025’e kadarsa 455 milyar dolar kârlı çıkacaklarını söylüyor…[14]
√ Pandemi, büyük şirketlerin kâr hırsının önüne geçemedi. Zengin ülkelerin daha şimdiden 4.2 milyar doz ile aşı siparişlerinin yüzde 74’ünü vermesi, küresel eşitsizliğin boyutlarını bir kez daha gözler önüne serdi. Dünya genelinde yoksul ülkeler ise sadece 675 milyon doz aşıyı garantiledi…[15]
√ Dünya nüfusunun büyük bölümü açısından aşının ulaşacağının garantisi yok. Zengin ülkeler, aşı geliştirme sürecine önderlik eden büyük şirketlerin üretimlerinin yarısını şimdiden “rezerve” etti bile…[16]
√ ‘AstraZeneca’ CEO’su Pascal Soriot, “Dünya nüfusunun yüzde 5’ine sahip olan Avrupa, aylık küresel tedarikimizin yüzde 17’sini alıyor,” dedi…[17]
√ Coronovirüse karşı yüzde 90 etkili olduğu açıklanan Pfizer-BioNTech aşısı için adaletsiz bir yarış başladı. Dünya nüfusunun yalnızca yüzde 14’ünü oluşturan zengin ülkeler 1 milyardan fazla dozu satın aldı…[18]
√ ABD’nin Los Angeles kentinde yüzlerce kişi çöpe atılacak coronavirüs aşıları için sağlık merkezleri önünde saatlerce bekliyor. Kedren Toplum Sağlığı Merkezi aşılama programını denetleyen doktor Jerry Abraham, Covid-19 aşısının bir kez açtıktan sonra altı saat içinde kullanılması gerektiğini söylüyor. Randevusu olanların sadece yüzde üçünün gelemediğini belirten Abraham, “Umutlu gençlerin sabah 2’de gelip saatler sonra aşı olmadan ayrıldığını görmek üzücü,” diyor…[19]
√ ‘Oxfam’ın ‘Eşitsizlik Raporu’na göreyse, coronavirüs dünya çapındaki ekonomik eşitsizliği büyüttü. Dünyanın en zengin 10 kişisi, pandeminin başından bu yana toplam servetlerini yarım trilyon dolar arttırdığı ifade edilerek, bu rakamın dünyada herkesin coronavirüs aşısına ulaşabilmesini sağlayacağı ifade edildi…[20]
√ Küresel kurumların 2021 raporları yayınlandıkça Covid-19 salgınının dünya ekonomisinde yarattığı hasar netlik kazanıyor. Dünya ekonomisindeki daralma 2008/2009 küresel krizine göre çok daha sert (yüzde 4.3) gerçekleşti. ILO, Covid-19 salgınının emekçiler açısından yarattığı tahribatı açıkça ortaya koyuyor. Kurumun çalışma saatlerindeki kayıplar üzerinden yaptığı hesaplamaya göre 2020 yılında küresel çalışma saati 255 milyon tam zamanlı işe eşdeğer olarak yüzde 8.8 azaldı. ILO verilerine göre 2020’deki çalışma saati kayıpları, 2009’daki küresel mali krizden yaklaşık dört kat daha fazla gerçekleşti. Çalışma saatlerindeki bu kayıp küresel emek gelirinin yüzde 8.3 azalmasına neden oldu; bu azalış küresel gelirin yüzde 4.4’ü olan 3.7 trilyon dolara karşılık geliyor…[21]
√ İngiliz ekonomisi, 2020’de yeni Covid-19 salgınının etkisiyle yüzde 9.9 daralarak, Avrupa çapında aşırı soğukların ve donun görüldüğü 1709’dan beri yaşanan en sert daralmayı kaydetti…[22]
√ Almanya’da imalat sanayisinin toplam istihdamı, 2020’de Covid-19 pandemisinin etkisiyle 2010’dan beri en yüksek oranlı düşüşü göstererek 2019’a göre yüzde 2.2 azaldı; toplam istihdamı 2020’de 5 milyon 489 bine kadar geriledi…[23]
√ Krizle iç içe geçen pandemi yoksulları daha şiddetle vururken; ‘Uluslararası Gıda Politikaları Araştırma Enstitüsü/ International Food Policy Research Institute’ küresel üretimin yüzde 5 gerilemesi varsayımı altında, 80 milyonu Afrika ve 42 milyonu Güney Asya’da olmak üzere aşırı yoksul sayısının 140 milyon kişi artmasının muhtemel olduğunu açıkladı. Böylece ‘Dünya Bankası’nın kötümser senaryosu ise, küresel aşırı yoksul sayısında 100 milyon artışa işaret etti…[24]
√ ‘Derin Yoksulluk Ağı’nın ‘Pandemide Derin Yoksullukla Mücadele’ araştırmasına göre günlük ve gündelik işlerde çalışanların yüzde 86’sı pandemide işsiz kalmış. Mamasız, bezsiz kalan bebekler... Açlıktan sütleri kesilen anneler... Dünya Bankası Türkiye Masası’nın 2020 Ağustos raporu “2020’de yoksul nüfusu 1.2 milyon kişi daha artırabilir,”[25] dedi…
√ DİSK Genel-İş Sendikası ‘Covid-19 Sürecinde Türkiye’de Gelir Eşitsizliği ve Yoksulluk’ raporuna göre pandemi sürecinde gelir eşitsizliği ve yoksulluk arttı: i) Avrupa ülkeleri içinde gelir eşitsizliğinin en fazla olduğu ülke Türkiye oldu; ii) En zengin ile en yoksul arasındaki eşitsizlik 8.3 kata yükseldi.; iii) Halk 1 yılda yaklaşık 1.500 dolar fakirleşti; iv) Türkiye’de yoksul sayısı son 2 yılda yüzde 8.4 arttı!, v) Dünya’da çalışan yoksulluğu yüzde 9’u, Türkiye’de ise yüzde 14.4’ü buldu!; vi) Salgın döneminde çalışan yoksul sayısı 7.7 milyonu geçti; vii) Her 10 kişiden 7’si borçlu, halk temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hâle geldi; viii) Türkiye’de yoksulluk riski diğer ülkelere göre yüksek: kadınların yoksulluk riski, erkeklerden fazla! Her 2 çocuktan biri yoksulluk riski altında!”
√ BİSAM’ın ‘Asgari Ücret Araştırması’na göre, simit fiyatının ortalama 2 lira olduğu Türkiye’de, eşi çalışmayan ve iki çocuklu bir asgari ücretli emekçinin aylık 2 bin 320 liralık geliriyle bir öğün için kişi başına ayırabildiği para sadece 1.85 TL…[26]
√ ‘Ipsos’un araştırmasına göre, “Her 3 kişiden 1’i ekonominin kötüleşmesini bekliyor”…[27]
Tüm bunlar bize; 2019 Nisan’ında Nobel ödüllü iktisatçı Joseph E. Stiglitz ile Arjun Jayadev ve Achal Prabhala’ın ortak makaledeki uyarıyı anımsatıyor: “Modern fikri mülkiyet rejiminin gerekli olduğu efsanesi bize uzun zamandır yutturuluyor. Covid-19 ölümleri artarken, her yıl milyonlarca insanın acı ve ölümüne sessiz kalan bir sistemin mantık ve ahlâkını sorgulamalıyız”![28]
İyi de (c)ezaevlerinden söz ederken neden mi buralara geldik!?
Gayet basit; corona yıkımı güncelliği kavranmadan, bundan daha da fazlası olan hapishanelerin güncelliği kavranabilir mi?
Bolu F Tipi Kapalı Cezaevi’nden Ali Murat Çelik’in, “Görevliler sabah sayımına geliyorlar. Kendimi başka bir gezegende hissediyorum, zira uzay filmlerindeki gibi bembeyaz kıyafetler giymişler ve oldukça tuhaf görünüyorlar. Oysa tutsaklara ne maske, ne kolonya ne de eldiven verilmişti ve gün be gün hak ihlâlleri vardı. Hâliyle bu corona günlerinde mağduriyetler zirve yapıyor. Üstelik doktora gitmek yok, ziyaret yok, avukat yok, sevk yazma yok, matbu yok, sohbete çıkmak yok, berbere gitmek yok, spora çıkmak yok, radyo yok, dergi yok, yok oğlu yokla baş başa kalıyorum,” (s.41) satırları corona vesileli totalitarizmin tablosunu en net biçimde sergiliyor.
Hepimiz “Tımarhane ve hapishane, tarihte iktidarların sopası olmuştur,” diyen Michel Foucault’nun, “Hapishanelerin, fabrikalara, okullara, kışlalara, hastanelere ve bütün bunların da hapishanelere benzemesi şaşırtıcı değil mi?”[29] vurgulu açıklamasını biliriz…
Kanımızca buna Charles Bukowski’nin, “- Hapis nedir? - Her şey hapistir,” diyalogu da eklenmezse olmaz…[30]
Bunun en anlamlı teyidi Türk(iye) zindanlarına dair verileridir…
√ Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, 5 yılda 94 ceza infaz kurumunun inşa edildiğini ve toplam ceza infaz kurumu sayısının 355 olduğunu açıkladı…[31]
√ 2021’de açılacak 39 yeni cezaevi ile toplam sayı 355’e çıkacak. 2014’da 14, 2015’de 18, 2016’da 38, 2017’de 12, 2018’de 15, 2019’da 26 ve 2020’de de 18 cezaevi yapıldı…[32]
√ Adalet Bakanlığı’na göre, “Haziran 2019 tarihi itibari ile Türkiye’de inşaatı devam eden 114 adet Ceza İnfaz Kurumu bulunmaktadır. Tamamlanması planlanan 137 cezaevinin toplam kapasitesi 88 bin 367 olacak”![33]
Figen Üstündağ’ın, “Corona ile tecrit”e[34] dikkat çekerken; “Tutukluların salgını konuştu”ğu[35] tabloda bunlar böyleyken şunları da hatırlatmamak ol(a)maz!
√ Cezaevlerindeki vakalara ilişkin günlerdir açıklama yapılmazken içeride yaşananlar da sır durumunda. Ülkedeki 8 cezaevinde vaka artışı olduğunu belirten milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, “Hapishaneler can pazarına dönüştü,” dedi…[36]
√ Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü, coronavirüs salgınında cezaevlerindeki duruma ilişkin bilgi edinme başvurusunu bugün itibarıyla tam 48 gün önce yapılan “bilgilendirme yazısını” gerekçe göstererek yanıtlamadı…[37]
√ İnfaz paketiyle birlikte cezaevlerinden 90 bin kişi tahliye edilirken, İHD verilerine göre coronavirüs salgını koşullarında cezaevlerinde 604’ü ağır olmak üzere toplam 1605 hasta tutuklu ve hükümlü bulunuyor…[38]
√ Metris R Tipi Cezaevi’nde kalan iki kolu olmayan ağır hasta tutuklu Ergin Aktaş’ın avukatı Gülizar Tuncer, 5 kez “Cezaevinde kalamaz,” raporu verilmesine rağmen tahliye edilmeyen müvekkilinin ölüme terk edildiğini söyledi...[39]
√ Kürtçe mevlit okuduğu için hapsedilen hasta tutsak Ali Boçnak zindanda öldü…[40]
Tüm bunlara baskı, şiddet boyutu eklenmeli…
Evet Kayseri Bünyan Kadın Kapalı Cezaevi’nden Gülezar Akın’ın, “Coronalı günler dışarıdaki hayatı felç etti, biliyoruz. Bizi de etkilemedi değil, ama biz zaten hep öyle sınırlandırılmışlıklar içinde yaşıyorduk,” (s.108) saptamasındaki üzere; sistematik biçimde “Hapishanelerde işkence ve hak ihlâlleri artıyor”ken;[41] “Hapishanelerde tutsakların yaşam hakkı yok”[42] ediliyor…
“Mesela” mı?
√ Diyarbakır Barosu Cezaevi İzleme Komisyonu ‘Elazığ 2 No’lu Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda Yaşanan Hak İhlâlleri Raporu’nda, “Özel işkence ekibi kurulduğu” ifade edildi![43]
√ Maltepe Sübyan Cezaevi’nde kalan bir çocuğun anlattıkları Pozantılar yaşandığını ortaya koyuyor: “Mavi süngerli işkence odası var. Birkaç yıl önce gardiyanlar çocuklara tecavüz etti”![44]
√ Van cezaevinde mahkûmlara karşı keyfi uygulamalar yapıldığı ifade edildi![45]
√ Cezaevlerinde tutuklulara yönelik çıplak aramadan, ayakta sayım dayatmasına, kelepçeli muayeneden, hasta tutukluların sağlık hizmetinden yararlanamamasına geniş bir yelpazeye yayılan keyfi uygulamalara yenileri eklenmeye devam ediyor. Hak ihlâlleri ve işkence ile gündemden düşmeyen Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklulara dışarıdan gönderilen kitap ve kıyafetleri verilmedi![46]
√ Şakran Kadın Cezaevi’ndeki Mizgin Çiçek’e, “tahlil sonuçları kayıp” gerekçesiyle ilaçları verilmiyor![47]
√ Kayseri 2 No’lu T Tipi Kapalı Cezaevi’nden Ramazan Acar, 2 yıla yakın bir zamandır hiçbir arkadaşın diş tedavisi yapılmadığını aktarıyor![48]
√ Elazığ Cezaevi’ndeki incelemede, anneleriyle birlikte cezaevinde tutulan çocuklara yeterli gıda verilmeyip; ayrıca da işkence, kötü muamele ve tedavi olamama sorunu yaşadıkları ortaya çıktı![49]
√ Kürtçe’ye yönelik yasaklar artarak sürüyor.[50] Kürtçe’nin “bilinmeyen dil” olarak tanımlanmasının ardından, Şakran Cezaevi’nde tutuklulara Kürtçe yayınlar aynı gerekçe ile verilmiyor![51]
√ Elazığ 2 Nolu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ndeki 21 tutuklu, Kürt, Kürdistan vb. kelimeler bahane edilerek kitapların kendilerine verilmediğini belirttiler![52]
Durum bundan fazlasıyken; bu duyulur, görünür kılan ‘Korona Günlerinde Mahpusluk-Tutsakların Korona Günlükleri’ müthiş önemli bir işleve sahip…
Hem de coğrafyamız ile tüm yerküre koca bir hapishane olmuşken…
Hiç olmazsa “sokağa çıkma yasağı” günlerinde okunmalı içerden satırlar, üzerine düşünülmeli; yaşa(tıl)dığımız gerçeklikten “muaf”(?), özgür(!) olduğunu zannedenler; kim bilir belki de empati kurabilirler; Özcan Yaman’ın, “İçeride tutsaksın, özgür değilsin. Sevdiklerine elini değdiremez, öpemezsin. Dışarıda özgür ama güvencesiz. Günlerdir ‘Evde kal’ çağrıları hatta sıkıyönetim istekleri var. Toplumun bir kesimi tasını tarağını hizmetçilerini toplayıp tatil yapar gibi eve kapanmışlar. İsim ve markaları belli kişiler reklam yapıyorlar. ‘Evde kal, ev güzel, sosyal mesafeni koru’. Tüm ülke hatta dünya ezberledi artık. Bu reklam yapan azınlığa şunu demek lazım: ‘Öyle evimiz olsa babam bile kalır’,”[53] uyarısı eşliğinde…
Zindanlara ilişkin bir uyarı da Bruno Yarensky’nin, “Düşmanlarınızdan korkmayın; en kötüsü sizi öldürürler. Dostlarınızdan çekinmeyin, en kötüsü size ihanet ederler, lakin tarafsızlardan çekinin; zira kötülük dünyaya onların sessiz onayı sayesinde yayılıyor,” satırlarından paylarına düşenlere!
17 Şubat 2021 19:09:26, İstanbul.
N O T L A R
[*] Newroz, Mart 2021…
[1] Can Yücel.
[2] Künye: Korona Günlerinde Mahpusluk-Tutsakların Korona Günlükleri, Hazırlayan: Adil Okay, Ütopya Yayınevi, 2020, 224 sahife.
[3] Ayhan Kavak, “Korona Günlerinde Mahpusluk”, Yeni Yaşam, 31 Ocak 2021, s.11.
[4] Albert Camus, Veba, çev: Nedret Tanyolaç Öztokat, Can Yay., 1997.
[5] Ayşe Emel Mesci, “Salgınların Tek Efendisi Vardır: Önlem”, Cumhuriyet, 13 Temmuz 2020, s.13.
[6] Emrah Kolukısa, “Devin Özgür Çınar: Kadınlar Parti Kursa Desteklerim!”, Cumhuriyet Pazar, 17 Ocak 2021, s.5.
[7] Zeynep Oral, “Covid-19’dan Değilse de Yalandan Öleceğiz!”, Cumhuriyet, 13 Aralık 2020, s.17.
[8] Ali Tepe, “Pandemi, Veba ve Defoe (1)”, Yeni Yaşam, 22 Kasım 2020, s.8.
[9] Ali Tepe, “Salgının Sınıf Karakteri”, Yeni Yaşam, 23 Kasım 2020, s.8.
[10] “Aşı Kullanılana Kadar 2 Milyon Kişi Ölebilir”, Birgün, 27 Eylül 2020, s.5.
[11] Ceyda Karan, “Covid-19 Distopyası, Post-Covid Alem”, Birgün, 7 Aralık 2020, s.5.
[12] “Avrupa’da Aşı Kavgası”, Cumhuriyet, 27 Ocak 2021, s.7.
[13] “DSÖ: Aşı Konusunda Feci Bir Ahlâki Çöküşün Eşiğindeyiz”, 18 Ocak 2021… https://www.gazetepatika13.com/dso-asi-konusunda-feci-bir-ahlaki-cokusu…
[14] Bayazıt İlhan, “Dünyadaki Aşı Hâli: Bilimsel Gelişmişlik, Ahlâki Çöküş”, Birgün, 22 Ocak 2021, s.6.
[15] Özde Çelikbilek, “Aşı Zenginlere Umut Oldu”, Birgün, 22 Ocak 2021, s.4.
[16] Prabir Purkayastha, “Aşı Savaşlarına Doğru”, Birgün, 12 Ekim 2020, s.5.
[17] “Astrazeneca’dan AB’ye ‘Sert Aşı Tepkisi’: Hakkından Fazlasını Alıyorsun”, Cumhuriyet, 28 Ocak 2021, s.7.
[18] “Zengin Ülkeler Aşının Yüzde 80’ini Kaptı”, Cumhuriyet, 13 Kasım 2020, s.3.
[19] “ABD’de Çöpe Atılacak Covid-19 Aşıları İçin Geceden Sıraya Giriyorlar”, 28 Ocak 2021… https://noktahaberyorum.com/abdde-cope-atilacak-covid-19-asilari-icin-g…
[20] “En Zengin 10 Kişi Servetini Yarım Trilyon Dolar Artırdı”, 25 Ocak 2021… https://www.gazetepatika13.com/en-zengin-10-kisi-yarim-trilyon-dolar-ar…
[21] Ahmet Haşim Köse, “Salgın ve Kriz Salınımı: Kapitalizm Ayar Tutar mı?”, 16 Şubat 2021… https://direnisteyiz28.org/salgin-ve-kriz-salinimi-kapitalizm-ayar-tuta…
[22] “İngiltere’de 311 Yılın En Sert Daralması Yaşandı”, 16 Şubat 2021… https://www.avrupademokrat.com/ingilterede-311-yilin-en-sert-daralmasi-…
[23] “İmalat Sanayi İstihdamı Son 10 Yılın En Büyük Düşüşünü Yaşadı”, 16 Şubat 2021… https://dokuz8haber.net/dunya/avrupa/imalat-sanayi-istihdami-son-10-yil…
[24] Hayri Kozanoğlu, “Pandemi Yoksulları Daha Şiddetle Vuruyor!”, Birgün, 8 Aralık 2020, s.14.
[25] Özlem Yüzak, “Görünen Köy... Derin Yoksulluk”, Cumhuriyet, 15 Ocak 2021, s.11.
[26] “Asgari Ücret Simide Yetmiyor”, Cumhuriyet, 18 Aralık 2020, s.11.
[27] “Dört Kişiden Üçü Umutsuz”, Birgün, 29 Ocak 2021, s.9.
[28] Aktaran: M. Ender Öndeş, “Covid-19: Kimin Kasası Dolacak?”, Yeni Yaşam, 27 Temmuz 2020, s.9.
[29] Michel Foucault, Hapishanenin Doğuşu, çev:Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Kitabevi, 2001
[30] Ayrıca şu da: “İnsanların uyanmaları için daha kaç yüzyıl geçmesi gerekecek? İnsanlık ilerleyebilmek için kaç bin hapishane hücresinde volta attı acaba? Ve daha kaç bin hücrede volta atması gerekecek?” (Julius Fuçik, Darağacından Notlar, çev: Celal Üster, Yordam Kitap, 2015, s.43.)
[31] “Son 5 Yılda 94 Yeni Cezaevi Yapıldı”, 18 Temmuz 2020… https://www.evrensel.net/haber/409647/son-5-yilda-94-yeni-cezaevi-yapil…
[32] “Son Yedi Yılda 141 Hapishane Yapıldı, AKP’liler ‘Para Var Yapıyoruz’ Yanıtı Verdi”, 21 Aralık 2020… https://direnisteyiz28.org/son-yedi-yilda-141-hapishane-yapildi-akplile…
[33] “88 Bin Kapasiteli 137 Yeni Cezaevi Geliyor”, 15 Temmuz 2019… https://www.evrensel.net/haber/383043/88-bin-kapasiteli-137-yeni-cezaev…
[34] Figen Üstündağ, “Corona ve Tecrit”, Atılım, Yıl:7, No:450, 30 Ekim 2020, s.6-7.
[35] “Tutuklular Salgını Konuştu”, Yeni Yaşam, 19 Ağustos 2020, s.3.
[36] Dilan Esen, “Cezaevlerindeki Vakalardan 132 Gündür Haber Yok: Can Pazarı”, Birgün, 27 Ekim 2020, s.7.
[37] Mahmut Lıcalı, “Cezaevlerinden Salgın ile İlgili Veri Gelmiyor”, Cumhuriyet, 4 Ağustos 2020, s.5.
[38] Mehmet Kızmaz, “Cezaevlerinde 1605 Hasta Tutuklu ve Hükümlü Var”, Cumhuriyet, 7 Mayıs 2020, s.5.
[39] “Raporlar Dikkate Alınmıyor: Ölüme Terk Edildi”, Yeni Yaşam, 5 Temmuz 2020, s.5.
[40] “Hasta Tutsak Ali Boçnak: Kürtçe Mevlit Okudu Hapishanede Öldü”, Atılım, Yıl:7, No:446, 2 Ekim 2020, s.5.
[41] “Hapishanelerde İşkence ve Hak İhlâlleri Artıyor”, Kızıl Bayrak, No:2020/05, 31 Ocak 2020, s.5
[42] “Hapishanelerde Tutsakların Yaşam Hakkı Yok!”, Atılım, Yıl:7, No:435, 10 Temmuz 2020, s.3.
[43] Mahmut Oral, “Özel İşkence Ekibi Kuruldu”, Cumhuriyet, 24 Şubat 2018, s.5.
[44] Gülcan Dereli, “Maltepe Sübyan’da Pozantı Yaşanıyor”, Yeni Yaşam, 18 Eylül 2020, s.9.
[45] “Van Cezaevlerinde Keyfi Uygulamalar”, Birgün, 23 Şubat 2020, s.9.
[46] “Yasaklar İşkenceyi Arttırdı”, Yeni Yaşam, 2 Şubat 2020, s.5.
[47] “Şakran Kadın Cezaevi’nde Tutukluya İlaç Yok”, Yeni Yaşam, 12 Ağustos 2020, s.5.
[48] “Kayseri Cezaevi’nde Her Şey Yasak”, Yeni Yaşam, 6 Şubat 2020, s.5.
[49] Hüseyin Şimşek, “Elazığ Cezaevi’nde Çocuklar Beslenemiyor”, Birgün, 10 Şubat 2020, s.7.
[50] Cezaevindeki insanlar için kitap, ekmek/su kadar elzemdir. Hele ki F Tipi hücrelerde. Yalnızlıkla baş edebilmenin, hiç değilse hayal kurabilmenin, hasret kaldığı kırlarda dolaşabilmenin, ruhunu doyurmanın yegâne yoludur kitap okumak… Okumak, nefes almak gibidir… Canlı kalabilmenin olmazsa olmazı ise nefes almaktır. Nefesimizi kesmelerine izin vermeyeceğiz. Bu yasağın kaldırılması için elimizdeki tüm imkânlarla mücadele edeceğiz. (Gültan Kışanak, “Kitap Yasağı Kabul Edilemez”, Yeni Yaşam, 29 Ocak 2020, s.11.)
[51] “Kürtçe Cezaevine de Giremedi!”, Yeni Yaşam, 3 Şubat 2020, s.5.
[52] “Kürt Kelimesinin Geçtiği Yayınlar Tutuklulara Verilmiyor”, Yeni Yaşam, 18 Ocak 2020, s.5.
[53] Özcan Yaman, “Korona Günlerinde Mahpusluk”, 3 Nisan 2020… https://www.evrensel.net/yazi/86061/corona-gunlerinde-mahpusluk
- 11 gösterim