"Ben, o satırların her birini yaşayarak ve gözü yaşlı yazdım"

 

Sevgili Hocam Sibel, Merhaba

(Değerli Üstadım Temel, Selamlar)

En kalbi duygularımla selamlıyor, sevgiyle kucaklıyorum sizleri. Ve yaşamınızda üstün başarılar ve keyifler diliyorum.

Umarım her açıdan iyisinizdir. Ben de iyiyim. Bu gün aldım mektubunuzu, daha da iyi oldum. Siz, değerli dostlarla yazışmak, iyi geliyor bana. Hemen yazmak istedim sizlere bu yüzden. Malum, cezaevi postası, bizim köyün ‘atar’ları (çerçi) gibi, eşeklerle yapıyor teslimatlarını, hakkını vermek lazım onlara tabii:) iyi iş çıkarıyorlar. Zamanında teslimat, 1-2 ay şipşak!:)

Her neyse…

Tanıtım metninizi aldım bu arada. Bu mektupla. Her şeyden önce, çok teşekkür ederim, gelek spas. Duygu ve düşünceleriniz için, şükranlarımı sunuyorum sizlere. Elinize, emeğinize ve yüreğinize sağlık. Çok beğendim. Bu tür paylaşımlar ve dayanışmalar, biz, tutsakları mutlu kılıyor. Moral da oluyor bir hayli. Güçlü kılıyor, aynı zamanda bu bizleri. Evet, doğru bu; moral aldığımız tartışılmaz bir gerçek…

‘Halesinde Ay Gözlerin’ şiir kitabında en beğendiğim ve büyük bir güçlükle yazdığım şiirlerim, ‘Yaslı Ana’ ve ‘Gayrı Çare Bırakılmamış’ olanıydı. ‘Gayrı Çare Bırakılmamış’ şiirini yazmak, iki yılımı aldı nerdeyse. Hiç yazamadım, hep yarım kaldı o. Bıraktım, yazmadım. Zamanının gelmesini ve gelip beni bulmasını bekledim. Nihayet geldiğinde iki yıl geçmişti aradan… O şiirin bir öyküsü var, ama soyut olarak, örtük olarak pek yansımıyor sanırım bu. Aslında o şiir, Taybet İnan (Taybet Ana) üzerine yazılıdır. Biliyorsunuz, cenazesi 1 hafta yerde kaldı, evinin hemen önünde. Kimseyi yanaştırmadılar cenazesine, ne çocuklarını ne de eşini ve akrabalarını. Yaklaşan oldu mu, anında fişekler yağardı üstüne. Mecburen, kapının önünde durup, Analarının cenazesine bakmak zorunda bırakıldılar çocukları. Ben, o satırların her birini yaşayarak ve gözü yaşlı yazdım. Yüreğim kaldırmadı çoğu zaman, kalemi bıraktım elimden, kederlendim. Öfkelendim. Öfkem, haksızlığaydı, zulmü mazlumlara reva gören tiranlaraydı… Kitap yayınlandığında birkaç yazım yanlışı olduğunu fark ettim. Mesela, “Rüzgarın uğultusu uçuşuyor” adlı dize “Rüzgarın uğultusu uçuruyor/saçlarının zülüflerini” olmalıydı. ‘Uçuşmak’ fiili yerine “uçurmak” yani. Ve “bir tokat/bir gayret” yerine “bir takat/bir gayret” olmalıydı. Yani ‘tokat’ yerine ‘takat’ olmalıydı. Zira Taybet Ana’nın bir dizi, sanki ayağa kalkacakmış gibi duruyordu, bu yüzden takat yazdım. Yani, biraz takat ve gayret olsaydı evinin kapısından içeri girecekti, ama yapamamıştı… Taybet Ana’nın internetten fotosuna bakarsanız, ne demek istediğim daha iyi anlaşılır. Zira ben o fotodan yola çıkarak, yaşadıklarımı anı anına hissederek yazdım şiiri. Ki, her okuduğumda o şiiri, derin hüzünlere kapılırım. Bendeki bir travmadır belki de, kim bilir… Hissetmeden de yazamıyorum ki ama!..

Geçen gün, Salah Birsel’in “Bir Zavallı Sarı At” deneme kitabını okudum. Stendhal, Kafka, V. Woolf ve birçok yazar hakkında yazmıştı. En dikkat çekeni, Kafka’nın dengeli bir yazar olmadığı iddiasıydı. Şato, Dava, Ceza Sömürgesi, Dönüşüm, Milena’ya Mektuplar kitaplarını okumuşluğum var, hiç bu yönünü fark etmemiştim… “Şairler akıllı pofuduktur,” diyor S. Birsel. Hiç üstüme alınmadım:) Ben, daha çok, Şükrü Erbaş’ın sözlerine katılıyorum: “ Şiir bir saç örgüsüdür. Bir teline kalbiniz çarpar, bir telinde aklınız, bir telinde bedeniniz…”

Salah Birsel’in, ‘Kurutulmuş Felsefe Bahçesi’ adlı deneme kitabını çok merak ediyorum. Birçok dergilerde, kitaplarda ondan bahsediyorlardı. İmkan olur da elime geçerse, okuyacağım mutlaka onu da…

Biraz da buradaki durumumuzdan bahsedeyim istiyorum. Genel anlamda okuyor, yazıyor ve spor yapıyoruz. Pandemi kalktı sözüm ona, hiçbir kursa çıkarılmıyoruz yine de. Hep Adliler yararlanıyor kurs ve etkinliklerden. Çocuklara, kadınlara tecavüz edenler, milletin malını çalanlar, uyuşturucu satanlar, fesatlık yapanlar, adına her ne derseniz deyin, onlar, siyasi mahkumlardan daha ayrıcalıklı bir konuma sahipler buralarda. Kaldı ki, bize birçok şey yasak, onlara var ama. Mesela, ‘Görüntülü Görüşme’ var onlara 1 saat, ama bizlere haftada sadece 10 dakika var, o da ‘Sesli Arama’ olarak, ‘Görüntülü Görüşme’ yok. Adalet, mahpushanenin kapısına takılı, oradan içeri girmesi yasak! Tıpkı, dışardakilerin farkında olmadan ‘Adalet’ imgesi altında yaşadığını sanması gibi… Ne tuhaf! Ve ne acı bir vicdansızlıktır bu!..

Sağlığınızın iyi olması çok mutlu etti beni, belirtmeden geçmeyeyim. Hep iyi olun, hep sağlıklı ve üstün moralli. İnanın, hapishaneler hiç olmadığı kadar fizyolojik ve psikolojik izole ve tecrit altında, yine de moralimizi koruyor, sağlığımıza dikkat etmeye çalışıyoruz. Yaşama tutkumuzdan ve ideallerimizin ışığından vazgeçtiğimiz yok. Bilakis, daha da çoğalarak artıyor bu…

Foto yollayacaktım sizlere, bu mektupta yolluyorum nihayet:) Çok uzun zaman oldu yollamamıştım, geçenlerde çekilince koğuşta, hemen yollayayım istedim sizlere. Tipik bir burjuva gençliğine benziyorum, değil mi?:) Görüntü aldatmasın sakın, öyle olmadığımı sizler de biliyorsunuz zaten…

Her neyse, Azizem (biz, Kürtler, sevip saydığımız, değer verdiğimiz, rehber edindiğimiz, önemsediğimiz, hoşgörü beslediğimiz ve onun sohbetinden keyif aldığımız kadınlara ‘Azizam’ veya ‘Azizem’ deriz.) şimdilik bunları yazıyorum. İstemeden de olsa, sürçülisan etmişsem kalemimle, bağışla beni, affına sığınıyorum…

Özgür yarınlarda, Kadıköy Özgürlük Parkı’nda buluşma dileğiyle, iyi bakmayı unutma kendine. Kal sağlıcakla haydi.

Hasretle, sevgiyle ve dostlukla kucaklıyorum seni.

En kalbi duygularla,

Hasan ŞEKER

2 Nolu T Tipi Hapishane C-7

Şakran, Aliağa/İZMİR

Not: ‘On Beş Yiğit’ adlı şiirde geçen ‘bir toka içinde’ yerine “Bir taka (Karadeniz teknesi yani)” olacaktı, ama yanlış yazılmıştı… Ve ‘isyandır Her Gülüşün’ adlı öykünün sonundaki şiirin, Tanrıçaların dergâhı yerine, ‘Tarçınların dergâhı’ olması gibi…