AKINTILAR KADAR SAHİPSİZ
İnsan ruhunu beslemeyen hiçbir şey kişiliğini güçlendiremez, der bilge insanlar. Edebiyatın varlığı tam da bu noktada kendini gösterir. Lakin insan ruhunu en iyi besleyen ve onu insani erdemlerle donatan yegane şeydir edebiyat. Bu sebeple daha ilk uygarlık yaratımları ortaya çıktığında, insani erdemlerin yitirilmemesi için tanrıça NİDABA’nın gözetimi ve sorumluluğunda ilk edebiyat akademisi EDDUBA kurulur. Burada kutsal NİDABA, ölçü değneğini elde tutan ve kollarının çevresine ölçü sicimini bağlayan, bütün yüce ME’leri bildiren, ülkenin yazmanı olarak tasvir edilir.
Tanrıça NİDABA’nın elinde ölçü sicimi ve değneğinin olması anlamlıdır. Çünkü bunlar insan ruhunu besler ve insani erdemlerin korunması için gerekli olan normları düzenler, gözetir ve var olmasını sağlar.
Edebi literatürde insan ruhunu besleyen, insani erdemlerin korunması ve yaratılmasına öncülük eden ilk yazım türüdür şiir. Bir nevi ilahi bir söylem ve eylemi içerir. Bu yüzden bin yıllardır süregelen edebiyat geleneğinin en eski yazım biçimi, kaynağı ve öncü anlatım dilidir. Bugün de böyle olmaya devam etmektedir.
Şiir, her dizesi ile insana yöneltilmiş büyük bir sorudur. Sorar, sorgulatır, arayışa iter, ölçü, norm kazandırır. Bu sayede kişiyi estetize eder, güzelleştirir ve mükemmel olanı bulma arayışına sevk eder.
Yazık ki, son yıllarda yayınlanan romanlara, hikayelere ve genç kuşakları etkileme gücü olan şiir dünyasına göz attığımızda bunlardan hayli uzaklaştığımız görülecektir. Genelde anlamsız, saçma, tarihsel-toplumsal gerçeklikle hiçbir bağı olmayan, sorgulamayan dizeler hakim. Oysa sormayan, sorgulatmayan yazımlar, inatçı ve isyankar olmayan şiirler toplumla, gerçeklikle bağını yitirmiş sözcüklerdir. Bunlar efsununu yitirmiş çorak söylemlerden öte bir anlam taşımazlar. Toplumda rağbet görseler bile, ahlaki edebi norm ve ölçüler kazandıran yazımlar olarak görülemezler. Ş.Erbaş’ın deyimiyle, “Bir edebi metin soru sormuyorsa, sorgulatmıyorsa onda bir eksiklik, yanlışlık vardır ve o şiir bize kesinlikle sirayet etmemiş ve ruhumuzun derinliklerine yansımamış ölü bir metindir.”
Son yıllarda bu eksikliği gideren, hayatımızın gerçekliğini bizlere kavratan, bunları sorarak, sorgulatarak aktaran genç ve iddialı şairlerden biridir Devrim Yakup Güneş. Bunu yazmış olduğu şu dizelerden açıkça görürüz: Çünkü mümkündür mümkün, unutmadan yaşayabilmek, korksak da hatıraların mezarlığından, bir yaşatma biçimidir, hatırlamak, yüzyılımızda ilk kez”
“Akıntılar Kadar Sahipsiz” kitabı günümüz edebiyat dünyasında şiire dair oldukça iddialı bir çıkıştır. Okuyucuya varlığını sorgulatan, ufkunu genişleten, ötekilerin dili olan edebi bir anlatımdadır. Devrim Y. Güneş kitaba adını veren şiirinde: “Zor şimdi kendin olmak” demekte ve sözlerini şu çarpıcı ifadelerle tamamlamaktadır: “Akıntılar kadar sahipsiz, öteki olmak kadar zor, Çünkü başka bir tarihtir bırakıldığım bu yer, koca bir mezbaha, kanlı, hani cennetin cehennemle sınanması, ya da her köşe başında, kimliğinin sorgulanması…”
Kimliği sorgulanan ve yok sayılan bir halkın haykırışıdır bu dizeler. Bu sebeple hem asi, hem isyankar hem de inatçıdır. Ama aynı zamanda gerçeklikle bağını yitirmemiş, kendi olma arayışıdır. Mevcut normları yıkan ve bunların köleleştirici biçimlerini sorgulatan ve yeni, yepyeni normlar oluşturan dizelerdir.
Şiir, biraz da kişi veya toplumların derdini, kederini, acısını, trajedisini anlatabilme, kavratabilme sanatıdır. Yazıya nakşedilen dizeler ne kadar güçlü ve etkileyici olursa okuyucuyu da o kadar derinden etkiler, sarsar ve kendisine bağlar. Buna A. Arif, N. Hikmet, C. Süreyya, E. Cansever, T. Uyar, O. Veli, A. Telli, A. Yücel, Cigerxwîn, S. Bêkes, Arjen Arî ve daha birçok şairin dizelerinde ziyadesi ile görür, tanık oluruz. A. Arif’in “Otuzüç kurşun”u, A. Yücel’in “Acıya kurşun işlemez gülüm”ü, E. Cansever’in “Yerçekimli Karanfil”i, Cigerxwîn’in “Kîne Em” ve “Gulfiroş”u, bugün de herkesin dilinde ve yüreğindedir. Onların büyüklüğü toplumsal gerçekliği eşsiz duygularıyla ustaca işleyerek herkese temas edebilmelerinden ileri gelir.
Devrim Y. Güneş’in “Akıntılar Kadar Sahipsiz” adlı eseri de bu minvalde yazılmış harikulade şiirlerden oluşmaktadır. Onun dizelerinde adını andığımız tüm bu şairlerin izlerini görürüz. Ama bunu tarihsel-toplumsal gerçekliğini koruyarak yapması takdire şayandır. Onun şiirlerini özgün ve nitelikli kılan da, kendine has bir eylem ve söylem kazandıran gerçekliği de buradan gelir.
Devrim Y. Güneş, bu eserinde toplumsal acılarımızı ve trajedilerimizi, yarım kalmış aşklarımızı ve yaşamlarımızı, sevinçlerimizi, mutluluklarımızı, korkmadan, yılmadan ama umudunu da hiç kaybetmeden aktarmış, yarattığı sihirli sözcükler ve imgelerle yeni, gerçekçi bir şiir dili oluşturmuştur. Bu yüzden kitaptaki her dizesi ayrı bir tat, huşu bırakıyor okuyucunun damağında.
“Sefalet Seferlerinde” Roboski’nin dinmeyen acısını “Güzlük”te faili belli meçhullerin ağıdı “Elmalar Günahlarımmış”da Halepçe trajedisi, “Serzeniş”te ekolojik yıkımın olumsuz tahribatları, “Kayıp Dualar”da kaybolan, kaybettirilen ve satılan Ezidî kızlarının suratımıza çarpan utancı “Sen Uyuduktan Sonra”da çocukluk düşleri, “Deniz” de “Gel de bak/Çay ocağında bir kadın vurulmuş/Bu kaçıncıdır/Bir kanın çaya rengini verişi/Bardaklar/Kurşun taşımaktan yorulmuş” dizeleri ile çaya rengini veren genç kadınların çığlığını, “Hatıra İkilemi”nde ise zindan ve tutsak gerçekliğimizi dillendirmiştir.
İnsan derdi kadar büyük olur der büyüklerimiz. Derdi olmayanın arayışı, çabası geleceğe inancı ve umudu da olmaz. “Akıntılar Kadar Sahipsiz” eserinin yazarı Devrim Y. Güneş yaşça büyük olmasa da derdi, arayışı, umudu büyüktür. Bu yüzden anlatım dili güçlü, imgeleri efsuni, sözcükleri hayatın gerçekliğini yüreğimize nakşeden, parlayan yıldızlar gibidir. Bunu dizelerinde şu şekilde yansıtmıştır. Devrim Y. Güneş: “Ki nereye dönsem/susamış bir toprağın ağıdı/Yılgın şehirler/Katlime uyanmış sabah/Öyleyse niçin durayım/Büyümeye yazgılı bir çocuğum/Kuşlarla hala uçmak isteyen/Ve yeniden/yaşamak için yeniden/Bir çift göz gerek bana/Bir çift göz/Dünyaya rengini veren.”
Orhan ÇAÇAN
S Tipi Kapalı Hapishane
Döşemealtı/ANTALYA
- 28 gösterim