Yazar Bülent Parmaksız'dan mektup var: "Bu kitap vesile oldu; İsrail siyonizmine karşı Filistin’de hayatını kaybeden Türk, Kürt bütün Türkiyeli devrimcileri anmak istiyorum."

“Kitabı (12 Eylül ve Filistin Günlüğü) güzelleştiren/kıymetli kılan diğer yanı da şu; olaylar içinde gün gün anlatılması. Sıcağı sıcağına hem de. ‘Günlükler’, kimi zaman tekrar olsa da mücadelenin içinde yazılan bir günlük olması itibariyle bu tekrarlar kitabın güzelliğinden bir şey eksiltmiyor. Olağan/sıradan bir hayatın içinde tutulan ‘günlük’ ile sıcak bir mücadelenin içinde tutulan ‘günlük’ aynı değil. Yaşanmış olanın/gerçeğin ta kendisinin günlüğü her şeyden daha kıymetli. Üstelik bu günlükte tekrarlar çok az.”

Bülent PARMAKSIZ

2 No’lu F Tipi Hapishane  Sincan/ANKARA

 

07.04.2025, Sincan F

Sevgili Adil Okay,

              Öncelikle seni sevgiyle kucaklıyorum. İyi, sağlıklı, mutlu ve huzurlu olmanı diliyorum. 

              Sana en son 27 Ocak’ta bir mektup yolladım. 13 Ocak’ta, göndermiş olduğun kitabı aldığımı bildirmek için yazdım o mektubu. Gönderdiğin kitap “Filistin Günlüğü” idi. Öncesinde de 6 Şubat’ta bir mektubunu almıştım.  

              13 Ocak’ta cezaevine ulaşan kitabını-“12 Eylül ve Filistin Günlüğü” – ancak Mart ayı sonuna doğru alabildim. Sanırım yazmıştım, kitaplar iki ayda bir veriliyor bize. Kargo paketini açınca kitabı gördüm, ama kitap emanete alındı. Mart sonunda da verildi. Kitap verildikten hemen sonra kitabını okudum. Etkileyiciydi. Hem de çok. 

              Önce küçük bir anma. Bilmiyordum, kitabından öğrendim. 80’li yılların başında birlikte fotoğraf çektirdiğiniz kız kardeşini 6 Şubat depreminde yitirmişsin. Gecikmeli de olsa başın sağ olsun diyorum. Hürriyet kardeşimizin mekanı cennet olsun, ışıklar içinde uyusun, diyorum. Senin ve ailen için de büyük bir acı. Sana da sabır diliyorum. 

              Kız kardeşin ve ailen epey zorlu/acı dolu günler yaşamış, 12 Eylül’ün o karanlık döneminde. Hem acısı hem de özlemi büyük bir dönem yaşamışsınız. Sanki bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de deprem gelmiş. Çok can yakıcı, üzülmemek elde değil.

              Kitap vesile oldu; bir de İsrail siyonizmine karşı Filistin’de hayatını kaybeden Türk, Kürt bütün Türkiyeli devrimcileri anmak istiyorum, sevgi ve saygıyla. Bora Gözenler’den Hüseyin Gökdemir’lere, Mustafa Çetiner’lerden Ali Sabanlar’a dek hepsini büyük bir sevgi ve saygıyla anıyorum. Acısı kadar onuru da büyük bir dönemdi. Türkiyeli bütün devrimciler büyük bir kahramanlıkla enternasyonal bir dayanışma sergilediler, Filistin halkıyla, Lübnanlı ilerici/devrimci güçlerle birlikte. Filistin’de, Filistin direnişinde, Beyrut muhasarasına karşı direnişte Türkiyeli devrimcilerin emekleri çok. Onuru hepimizin. Lafla/sözle değil, kanla-canla-bin bir emekle büyük bir dayanışma ve mücadele var orada. Tarihimizin en onurlu sayfalarından biri olduğu çok açık. Şen olsun Türkiyeli sosyalistlerin direnişine diyorum. 

              Kitabın çok güzeldi. Tabii kitabı kıymetli kılan asıl olarak orada verilen mücadelenin değerinden / güzelliğinden kaynaklanıyor. ‘Emek’ esas. Ve orada verilen emek kanla-canla yaratılmış bir emek. Edebi anlamını aşan bir kitap bu. Kitabın en kıymetli yanı orada verilen emek ve o emeğin görünür kılınması. En sıradan bir yazım diliyle bile yazılmış olsaydı bu kitap, yine de değerinden bir şey yitirmezdi. O büyük emeğin kıymeti her şeyin üstünde çünkü. Yaşanmışlık/gerçekçilik/kanla-canla yazılan tarih/gepegenç insanların karşılıksız emeği her şeyden daha kıymetli. Kitabın en güzel yanı bu. Yaşanmışlıkların anlatılması, acımasız/zorlu ama bir o kadar da onurlu olan mücadelenin sade bir dille dile getirilmesi. 

              Kitabı güzelleştiren/kıymetli kılan diğer yanı da şu; olaylar içinde gün gün anlatılması. Sıcağı sıcağına hem de. ‘Günlükler’, kimi zaman tekrar olsa da mücadelenin içinde yazılan bir günlük olması itibariyle bu tekrarlar kitabın güzelliğinden bir şey eksiltmiyor. Olağan/sıradan bir hayatın içinde tutulan ‘günlük’ ile sıcak bir mücadelenin içinde tutulan ‘günlük’ aynı değil. Yaşanmış olanın/gerçeğin ta kendisinin günlüğü her şeyden daha kıymetli. Üstelik bu günlükte tekrarlar çok az. 20’li yaşlarının başında genç bir insanın tuttuğu bir günlük olmasına rağmen yine de çok akıcı. Sanırım bunun birkaç nedeni var. Bir; birbirinin tekrarı olmayan, mücadelenin her gün farklı boyutlarda yaşanmış olması. Çatışmalar, sorunlar, iç gerilimler, yoğun duygular olağanüstü bir hayatın akışını gösteriyor bize. Akışın sıra dışılığı günlüğü, doğal olarak tekrardan kurtarıyor. İki; çok genç bir insan olmasına rağmen günlük yazarının, kaleminin güçlü olması. Üç; günlük yazarının duygulu bir insan olması. Olayları bir rapor verircesine, kuru bir anlatımla değil de hissettikleriyle/duygularıyla günlüğü kaleme almış olması. 

              Sevgili Adil; bu kitabı yazmış olman (zamanında o günlüğü tutmuş olman) çok kıymetli. Yaşadıklarının kıymeti bir yana ayrıca buna ek olarak bir de bu yaşananları kaleme alman çok değerli. Eline, aklına, emeğine sağlık diyorum. 

              Kitabın en kıymetli yanlarından biri de şu; tarihsel hafızayı diri tutması, yaşananları belgeli/yazılı hale getirmesi. Hafızası/yazılı kültürü zayıf bir toplumsal gerçekliğimiz var. Sol’umuz da ne yazık ki böyle. Bu anlamda yaşanmışlıkları yazılı tarihsel bir belge haline getirmen çok kıymetli. Orada verilen büyük emeği görünür kıldın. Hayatını yitirmiş devrimcileri bir kez daha gün yüzüne çıkardın. Onları gündelik hayatımızın, mücadelemizin bir parçası haline getirdin.

              Genç kuşaklara yaşanmışlıkları aktardın. Kökümüzü/tarihimizi canlı tanıklıklar eşliğinde aktarmış oldun. Dünle bugünün ve geleceğin ilişkisini kurmuş oldun. 

              Çoklu kıymeti/değeri var kitabının. Tarih/belge/anı/hafıza/mücadele/emek/devrimcilerin değeri/yapılanlar/kök/enternasyonal dayanışma ne ararsan var bu kitapta. Tabii özlemler de… Gepegenç insanların aileleri dahil birçok şeyden vazgeçerek ve hiçbir karşılık beklemeksizin kararlı bir biçimde mücadeleye atılması.

              Hem onca emeği hem de senin emeklerini çok kıymetli buluyorum. 

              Senin kitabında da vardı, hem kitapların tanıtımlarını hem de yazarlarıyla röportajlarını yapmışsın; Cüneyt Kafkas’ın ‘Filistin Günlüğü’; Yaşar Küpeli’nin ‘Filistin’de İki Resim’, Hasan Mantıcı’nın ‘Filisin Güncesi’ kitapları. O kitapların hepsini okumuştum. Yazarlarını da tanıyorum. Ben de o çevreden geliyorum çünkü. O siyasi gelenekten… Üç arkadaş da aynı çevreden zaten. 

              Ortak başka tanıdıklarımız da var. Teslim abi (Töre), Abdullah abi (Dereli), Bereket Kar. Üçüyle de Sağmalcılar Cezaevi’nde birlikte aynı koğuşta kaldık (1994-97 arası.) Dereli’yle ranzalarımız sırt sırtaydı. Bereket ise bir dönem komüncümüzdü. Hatta kısa bir süre bize Arapça da öğretmişti. Teslim abiyle uzun/güzel sohbetlerimiz olmuştu. Geçmişi ondan çok dinledim. Dereli ile Ortadoğu üzerine sohbetlerimiz oldu. Üçünü de kaybettik. Hepsini sevgi ve saygıyla anıyorum. 

              O ekipte bir de Ergun abi (Adaklı) var. Onu da tanırsın. ’68 kuşağından. O da Sağmalcılar’daydı. Büyüğümüz. Ama futbol maçlarından geri kalmazdı. Voleyboldan da… Futbolda takım arkadaşımızdı. 

              Ergun abi Ortadoğu yıllarını çok anlatırdı. Beyrut muhasarasını da… Şu an İzmir’de yaşıyor. Tabii epey yaşlandı. Ama hafızası hâlâ çok güçlü. Duyguları ve inancı da…

              1997 yılında Sağmalcılar’dan Gebze’ye gittim. 19 Aralık’ta (2000) Gebze’deydim. 19 Aralık sonrasında Bolu F’ye götürdüler. Açılışını biz yaptık, 27 kişiyle. 2 yıl sonra kendi isteğimle oradan İzmir F’ye gittim. Ailem Aydın’da çünkü. Aydınlıyım. 

              Ortak bir yanımız daha var. Ben de Çukurova Üniversitesi’nde okudum, 1983-87 arasında. 80 sonrasında kurulan ilk öğrenci derneklerinin kurucularındanım. Sizlerin ardından, birkaç yıl sonra bizler geldik okula. Sıkıyönetim yıllarıydı. Ama ona rağmen üniversitede mücadele devam etti. Tabii ilk dönemler daha içe dönük/kapalı yöntemlerle, 1986’dan itibaren dernekler kurulmaya başlandı. Yaygınlık/kitleselleşme o süreçte arttı. 1987 sonrasında İstanbul Üniversitesi’ne geldim. 1994 yılında da tutuklandım. 10,5 yıl kaldım içeride. 

              Sevgili Adil; kitabında ailenden de, acılardan ve özlemlerden bahsetmişsin. Birçok devrimcide olduğu gibi ortak yanlarımız o kadar çok ki… Ailelerimiz çok acı çekti, özlemleri hiç bitmedi. Yazdıklarını okuyunca bunları bir kez daha fark ettim/anımsadım. Senin ardından babanı ve kardeşlerini gözaltına almışlar/tutuklamışlar. Bunları hep kitaptan öğrendim. Hepimizin hikayesi birbirine çok benziyor. Kız kardeşin Hürriyet’ten bahsetmişsin kitabında. Ve sonrasında 6 Şubat depreminde yitirdiğinden… Çok etkiledi beni. Onca acı ve badireden sonra depremde hayatını kaybetmesi çok can sıkıcı ve üzücü. 

              Benim de iki kız kardeşim var. Annem, babam ve iki kardeşim yıllar boyunca hapishane hapishane peşimde dolaştılar. Hâlâ da dolaşmaya devam ediyorlar, ikinci mahpusluğum nedeniyle. 

              Son mektubunda ‘Süleyman Okay’ imzalı bir şiir göndermiştin. Mektubuna cevabımda (27.02’de) o şiire dair birkaç cümle bir şeyler yazmıştım. Süleyman Okay’ın senin müstear ismin veya kardeşin olduğunu düşündüm. Mektubumda da o şekilde bahsetmiştim. Fakat kitabından S. Okay’ın baban olduğunu öğrendim. Kitapta babandan bahsetmişsin. Mektuplarını da okudum. Sana yazdıklarını… Etkileyiciydi. Aydın ve duygulu bir insanmış baban. Yaşıyorsa ‘Allah uzun ömür versin’ diyorum. Kaybettiysen mekanı… 

              Sevgili Adil; mektubumu bitiriyorum. Kitabı gönderdiğin için teşekkür ederim. 

              Kitabı/günlükleri iyi ki yazmışın. Emeklerin çok ve kıymetli. 

              Filistin halkıyla dayanışma içinde hayatını yitiren bütün Türkiyeli sosyalistleri sevgiyle/saygıyla anıyorum tekrar. 

              Çalışmalarınızda başarılar diliyorum. Seni sevgiyle kucaklıyorum. 

Not: Karalama yok. 

Bülent PARMAKSIZ

2 No’lu F Tipi Hapishane

Sincan/ANKARA