Hapishanede insan her gün aynı güne uyanır. Avlu kapısı açılır, sayıma gelinir, karavana gelir, karavana gider, akşam olur, avlu kapısı kapanır, sayım olur. Bu böyle gider. Avukat görüşleri, aile görüşleri, tahliyeler bu birbirinin aynı gün ve birbirinin aynı mekandaki tek tek zamansal kırılma anlarıdır. O zaman o rutin aksar, bölünür. Zaman farklı akar. Güneş farklı ışır ya da rüzgar farklı eser. Diğer günlerde ise güneşin hangi saatte avlunun hangi noktasına düşeceğini bile ezbere bilir insan. Tüm bu aynılığa, kopyala-yapıştır günlere rağmen her gün ‘farklı bir şey’ fark edersin. Algı böyledir çünkü. “7 farkı bul” bulmacalarındaki gibi aynı şeye baka baka hiçbir şeyin aynı olmadığını, her günün ‘özgünlüğünü’ keşfedesin. Bu bazen o günkü limonun sarısı olur, bazen gölgenin keskinliği. Ama en tatlı olanı, hele ki patili canları çok özlüyorsan, avluya gelen ya da koğuşta farkettiğin diğer canlılardır. Onlar işte Bakırköy’ün gönüllü sakinleri.
24 Şubat günü iki gün boyunca kaldığımız iki kişilik 2×4 metrelik “müşahede odalarından”- işte duyduğumuz o ‘hücre cezası’ o odalarda çekilir. Bir saatlik avlu izni haricinde o kutudan çıkamazsınız. Bizim yattığımız odanın duvarında İngilizce “I survived 15 days in this room” yazardı, yani “bu odada 15 günü sağ salim atlattım”- üçer kişilikten 12 odalı toplam 36 kişilik koğuşa geçtik. İlk geldiğimizde 19 kişiydik. Ya da en azından biz öyle sanıyorduk. Çok değil, 1-2 gün sonra Pınar’ın çığlıklarıyla koğuşta “yalnız” olmadığımızı öğrendik. 1. Osman ile tanışmamız böyle oldu.
Osman bize, sevdiklerimize, beraber yaşadığımız canlılara pek benzemeyen, ondan da hep bir korku, bir iğrenmeyle karşı karşıya kalan, kır saçlı, sivri burunlu koğuş arkadaşımız oldu. Pek ortaya çıkmaz, sesi hiç çıkmaz, bizden ürker, minik cüssesiyle hızlı adımlarıyla ayak altında olmamaya çalışırdı. “Osman” dedim ama bu bizim ona taktığımız ad, atadığımız cinsiyetti. Oysa kadın cezaevinde kendi çocuklarıyla yaşıyordu Osman. Adı çıktı diye, alımlı değil diye, güzellik standartlarına uymuyor, en çok da “bize, bizim sevdiklerimize hiç benzemiyor” diye yazdığımız bir dilekçe üzerine cezaevi yönetimi tarafından zehirlendi Osman ile yavruları. Önce açık kahve tüyleri ile minnacık bebeğinin cenazesini kaldırdık, sonra Osman’ın. 1. Osman sadece farklı olduğu için 11 gün yaşayabildi bizle. Gri renkli, sivri burunlu, ince uzun kuyruklu, biraz da tez canlı olduğu için. Oysa kumruları hiç öyle karşılamamıştık.
Koğuşa ilk girdiğimiz günlerde bizi uzaktan izleyen bir çift kumru vardı. Çift diyorum çünkü çiftler. Bir nazlı kız ile dibinden ayrılmayan, tüylerini şişirip şişirip kafasını öne arkaya oynatarak kızın dibine yanaşmaya çalışan bir oğlan -Kumrular ne renk olur derseniz, cezaevine girmeden evvel grimsi beyaz diye cevap verirdim. Ama öyle mi ya! Bembeyaz popo ve göbeğe, gri bir gövdeye, kahve-kızıl-mordan oluşan kanatlara sahipler. İnsan ancak her gün bakınca o griliğin aslında gri olmadığını fark ediyor, renkleri görüyor.- Ayşe’nin döktüğü yemlerin de yardımıyla başta bize mesafeli duran kumru çiftimiz artık sokak kedileri gibi. Asla elletmiyorlar ama ayaklarımızın altından yürüyorlar, omuzlarımızın üstünden uçuyorlar.
Flörtlerini, öpüşmelerini yakinen izlediğimiz kumrulara yuvası ve ilk yumurtaları da, Osman’ınkilerin aksine, heyecan ve neşeyle karşılandı. Kumru çift, yemden uzak olmamak için olsa gerek, avluya yuva kurmaya çalışıyor. Oysa cezaevine yuva kurulur mu! Cam kenarına yaptıkları ilk yuva gökyüzünün Sedat Pekerlerinden biri -bir martı- tarafından tahrip edildi. İlk yumurtaları kırıldı. Şimdi inatla otları taşıyarak camların önündeki 2cm’lik parmaklığa yuva kurmaya çalışıyorlar. Taşıdıkları her dal düşüyor. Ataları dinozorlara dayanan bir türden beklemediğimiz türden bir ahmaklık. Muhtemelen Osman’a yaptıklarımız yüzünden bizim hazırladığımız peynir kutularına da güvenmiyorlar. Ama yaz-kış yem bulabildikleri bu avludan “yuvasızlık” pahasına uzaklaşamıyorlar. Bazen onlara martı Jonathan Livingston’ı hatırlatıyorum. O özgürlük için uzaklara uçmuştu. Ama onlar otları taşımaya devam ediyorlar.
Öte yandan katle rağmen Osmanlar bitmedi. “Bir Osman gider bin Osman gelir” dercesine başka bir Osman daha geldi. İlk cenazeden sonra bu Osman’a dokunmadık. Biz de hafif hafif gri tüylere, bizi kalorifer üzerinden izleyen meraklı bakışlara alıştık. Çoğaldı Osman. Bir arada yaşamayı öğrendik. Osman(cıklar) da değişmeden, ehlileşmeden, gri tüyleri, ince uzun kuyrukları ve tedirgin adımlarıyla kaldılar. Gitmediler.
kaynak: İlke TV
- 56 gösterim