Henüz yirmi bir yaşında girdiği cezaevinden, bugün kırk altı yaşında seslenmektedir şair: 'Gülün beni bekleyen sabrına bin selam!'
16 Kasım 2019
Cenk KOLÇAK
"En çok özlediğim şey, uzun upuzun yürümektir sanırım…" diyor şair, alıcısı bol bir mektupta. Tanrının bundan ne denli haberi var, fotoğrafların ne, eşkıyanın ve kitapların… Bilinen, yalnızca devletin ve tabiatın bundan haberdar oluşudur.
Daha çocuk yaşta ölmeyi seven ülkemin korkularından mı, yemenisindeki geniş uçurumlarından mıdır bu esaret, bilinmez. Kimi maviliklerde, kimi, mahsus mahal zindanlarındadır özgürlüklerimiz, ik’elleri kızıl kanda... Öyledir; tıpkı, kusmuğu gibidir Yücelay Say’ın ‘J’ kitabında: "Başı gövdesinden üç deniz uzakta gömülü insanların tarihidir bu tarih".
Oysa onun korkusu, kırlardan aşırılan bir anlamdır; gökler yığılıverince gözlerine maviliğe tapar; denizin kanatlarını kullanır yağmuru oyalarken. Öyle ki, düzlükleri bile maviliktir İlhan Sami’nin, mutlak bir türküye öykünür. Çünkü düzlüklerin duldası gök, biliriz ki onun çabasıdır –ki yattığı yerin yeşillik olmadığını kim ispatlayabilir; alnı gökmaviye teşne olan bir insanın?-.
Böylelikle bir çisenti yoklamakta eşiğimi ansızın. Ve kınsız bir öfke ardı yalım. Belki de bir çomak sokmak istediğimdendir keyfine bu dünyanın. Çünkü nicedir pencere altlarında teneke çalmıyor çocuklar. Herkes bir kibrit çakımı telaşında bakıyor dünyaya. Bir büyük yalazın en kızıl yerinde duruyor anneler, elden ele karanfil taşınan cumartesiler, tecritte kalemler… Sorsanız, orada kuşlar da var. Güz kuşlarıdır onlar; bildikleri kadar kır nergislerine eğilmesini, bilirler bir düşün ve gülüşün duvarlar ardındaki azametini. İşte, birileri arşı adımlarken ellerinde feneri, reşit olmayan kanlarla yıkadı yüzlerini birileri, anımsıyorum. Bundandır her pencereye çıkışımda benim, "alın şimdi bu vahşeti gülle donatın / zafer tâkları istiyorum ve şenlik ateşi" demek geliyor içimden, Hüseyin Kıran’ın maddeleri karalarken genzimizi yakışı gibi…
Neden sonra, katılımcısı olduğum "Duvarsız Bir Dünya İçin Şiir" gecesinde rastladım bir kez daha İlhan Sami’ye; Beyoğlu’nda Adnan Özer, Salih Bolat, Gökçenur Ç.,Betül Dünder, Emrullah Alp, Mustafa Köz ve dahası, adını buraya sığdıramadıklarım eşliğinde. Bir sabah yürüyüşle geldi yanımıza İlhan ve Kedilerin Yazdığı İlahi’yle. İpek Özel okudu şiirlerini, bildirisini özgürlüğün hafif yırtmaç bir esintiyle.
Duyduk ki, Türkiye’den birçok kalemin girişimiyle, Dünya Şiir Hareketi (WPM) bir imza kampanyası başlatmayı düşünüyor İlhan Sami Çomak adına. Bunca şair, bunca şiir bir araya geldi mi daha ne olsundu. Tutturulacaktı pek tabii özgürlük türküsü, bilinecekti elbet duvarların yerle yeksan oluşu.
"Yarın kollarımı açıp, baştan
yazacağım bulutlara rüzgârın değişini. Dişimin oyuğunda
karanfiller büyüyor, günler çatallanıyor da siz neyi
saklıyorsunuz?"
Besbelli bir şey saklamıyoruz. En çok özlediği şeyi, uzun upuzun yürümesini istiyoruz İlhan Sami’nin. Gölgenin getirdiği sessizlikte dinlenen şair sanılmasın ki yalnızdır, "Yalnızlık varsa, şaşkınlığımı çöle verin" diyecek kadar kalabalıktır üstelik; uzun zamandır bir ceylanın memesini yalayarak dünyaya kafa tutar. Çünkü biliriz, "O halde deniz benim ulusum", diyen şairin vazgeçmesi ağır denizlere benzer, bucaksızdır. Bugüne değin yedi şiir kitabı yayımlayan İlhan’ın kör dereleri, bir çırpıda okyanusa eklenir böylece.
Henüz yirmi bir yaşında girdiği cezaevinden, bugün kırk altı yaşında seslenmektedir şair: "Gülün beni bekleyen sabrına bin selam!"
Kaynak: Artı Gerçek
- 6 gösterim