Fatma Tokmak Ölüyor… Duyuyor Musunuz…

Çocukluğumda asfaltın henüz girmediği dar sokak aralarında “Destancı”lar gezerdi. Trafik kazasında bir ailenin yok oluşu ya da genç yaşta amansız hastalığa yakalanan bir çocuğun yaşam öyküsü gibi trajedileri süsleyip –püsleyip ağıt-türkü formatında okurlardı. O sırada evde olan kadınlar, erkekler, çocuklar Destancı’yı sesinden tanır hemen dışarı çıkar dinlerlerdi. Destan bitince yaşlı gözlerle 5-10 kuruş verip tek sayfaya dökülmüş “destan”ı satın alırlardı.
 

Velhasıl o dönemde tanımadığımız insanlar için gözyaşı dökerdik.

Peki ne oldu. Geçen zaman içinde parke taşlı sokaklarımızı kaplayan asfalt, vicdanları da mı kararttı. Gözyaşı pınarları mı kurudu insanların. Yoksa bu “Yeni dünya düzeni”nde çok mu yabancılaştık. Katılaştık.

İHD’nin hasta tutsaklar için her hafta yaptığı oturum çağrılarında bu kez Fatma Tokmak’ı merkeze almaları bana tüm bunları düşündürdü.

2013 yılında yayınlanan, “Ben Çıkana Kadar Büyüme e mi… Görüş Günlerinde Büyüyen Çocuklar” adlı kitabımda yer alan en hazin yaşam öykülerinden biridir Fatma Tokmak’ın ve oğulcuğu Azad’ın yaşadıkları. Elbette daha önce de defalarca yazdığım gibi “acıların yarıştırılması”na karşıyım. Hapishanelerde öyle dramlar yaşanıyor ki. Belki daha bilmediğimiz yüzlerce Fatma Tokmak var. Ben kitabımda 100’e yakın mahpusun dramına yer vermiş, onlara yaşatılan zulmü (belgeler ve mektuplarla) görünür kılmaya çalışmıştım. Kitap yayınlandıktan bu yana geçen 2 yıl süre boyunca adları geçen mahpuslardan 10 kadarı tahliye oldu. Hasan Gülbahar da bunlardan biriydi. Ama Türkiye’nin Mandela’larından dediğim Gülbahar’ı da “eksik yatmışsın, 30 yıl yetmez, 7 yıl daha yatacaksın” diyerek yeniden tutukladılar.
 

Fatma Tokmak ise tahliye edilmedi. Tutuklandığı sırada henüz 3 yaşında oğlu olan ve polislerin vücudunda sigara söndürdüğü oğlu Azad, değim yerindeyse hapishanede büyüdü. (Tüm yazdıklarım doktor raporlarıyla belgelenmiştir.) Aradan yıllar geçti, Fatma Tokmak tahliye oldu. Bir iş bulup oğluyla yaşama tutunmaya çalıştı. Baba zaten yoktu, Azad doğmadan 15 gün önce ölmüştü. Ancak bu özgürlük Fatma Tokmak’a çok görüldü. Mahkeme aynı davadan hiçbir delil olmadan Tokmak’ı müebbet hapse mahkum etti. Ve yeniden hapishane. Hukuk mücadelesi yıllar sürdü. Sonuç alınamadı. Zira Türkiye hapishaneleri delilsiz, mahkemesiz, hükümsüz yatırılan insanlarla doluydu. Bu kadar çileye dayanamayan Fatma Tokmak hapishanede hastalandı. Bu gün itibariyle “Bakırköy L Tipi Kapalı Kadın Cezaevi’nde tutulan ve kalp kapakçıkları iflas eden tutsak Fatma Tokmak’ın sağlık durumu giderek ağırlaşıyor.” Fatma’nın rehin tutulduğunu belirten Av. Eren Keskin raporun Adli Tıp Kurumu’nda bekletildiğini ifade ederek, “Resmen rehin tutuluyorlar” dedi. Fatma Tokmak önceki gün yaptığı görüş sırasında “Doktorlar ‘yüzde 90 öleceksin’ diyor. Cezaevi ‘5 günden fazla seni hastanede tutamayız’ diyor. Duvarların ardından kalanlar için vicdanlarınız harekete geçsin” dedi.”

Hani yazının başında “gözyaşı pınarlarımız kurudu mu yoksa çok mu yabancılaştık insana- insanlığa” demiştim ya. Elbette ağlamak da insani bir duygu. Kitapla ilgili tanıtım toplantılarında, okuduğum bölümler insanları ağlattı. En son Karaburun Bilim Kongre’sinde sunumumu dinleyenler “onları ağlattığımı” ifade ettiler. Ama benim asıl amacım, kitabın önsözünde yazdığım ve sunumlarımda altını çizdiğim gibi ağlamak- ağlatmak değildi. Amacım öfkelendirmek, empati yaratmak ve itiraz seslerini çoğaltmaktı. Hasan Gülbahar için. Fatma Tokmak için, şu anda 282’si ağır, 721 hasta tutsak için.

İHD, benim de katıldığım, Türkiye genelinde yaptığı basın açıklamalarında, “Hasta tutsakların durumunun pazarlık konusu yapılmasını kabul etmeyeceklerini …” ifade etti. “Seçimler nedeniyle her şeye gözlerinizi kapatmayın ve hasta mahpuslar için bir şeyler yapın” diye çağrıda bulundular.

Ey insanlık neredesiniz! Bu insanların seslerini duyuyor musunuz? Sosyal paylaşım ağlarında “paylaş”mak, “beğen” tuşuna basmak önemli elbette ama yetmiyor. Bakınız hasta tutsaklardan Necman Öner’in kızı Hüzün Öner, daha dün bu ağlarda yaptığı paylaşımda babası ameliyat olabildi diye ne demiş: “Babamı özlemek mi gölgesini görsem sarılırım… Allah şifa versin Hayatımın anlamı. “

Dikkat edin, Hüzün Öner, “Babam tahliye edildi, serbest bırakıldı, özgürce tedavi olacak” diye değil, tutsak olarak ameliyat edildiğine, edilebildiğine seviniyor. Oysa bu insanlar daha çok sevinci hak ediyor.

Burada noktalıyorum. Yazıyı çok süsleyip –  edebi derinlik katacak takatim yok. Ama yeter… artık yeter. Bu ayıpla, bu utançla daha ne kadar yaşayacak bu ülke.

Peki ne yapmalı. Bu konuda duyarlı olan Demokratik Kitle Örgütleri’ne destek sunmaktan başlayabiliriz. Bu amaçla kurduğumuz web sitemiz www.gorulmustur.org ‘tan tüm bağlantıları- linkleri edinebilirsiniz.  Tüm hasta tutsakların hemen tahliye edilmeleri için daha çok ses çıkarmalıyız. Bunun için şu ana kadar yaptığımızdan fazlasını yapmamız gerektiği açık. Tam da yakın zaman önce kaybettiğimiz çağdaş destancılardan Arif Damar’ın “Dayanılmaz” adlı şiirinde betimlediği gibi:

 “Karşı koymazsak eğer

tehlikededir günlük ekmeğimiz

bacamızın tütmesi tehlikededir

evimiz, aşkımız, çocuğumuz

pencerede saksı

kitap sevgisi, insan sevgisi

tehlikededir…”

15.05.2015

[email protected]