TUTSAK YAZARLAR ANLATIYOR: HAPİSHANEDE NASIL ÜRETEBİLİYORUZ

"Özellikle son çeyrek yüzyılda hapishanelerde yazılan edebi eserlerde zaman, mekân ve temalar (ve tabi biçem) daha da genişlemiş, hapishanelerin sınırlarını aşmıştır. Tutsak yazarların düşlerinde hapishane kapıları, prangalar, tabular yıkılmış, mikro ve makro iktidarların yasakları, iç ve dış mahalle baskısı ve sansür metaforlarla delinmiştir. "

(Ayhan Kavak - Adil Okay)
 
TUTSAK YAZARLAR ANLATIYOR: HAPİSHANEDE NASIL ÜRETEBİLİYORUZ
 
“Bir de bu son yıllarda “Hapishane Edebiyatı” ve onun niteliği ile ilgili acayip bir tartışmadır almış başını gidiyor. Sanki zindanda yazılan bütün kitaplar propaganda, slogan ve birbirinin tekrarı şeylerdir. Böyle kitapların olduğu doğru, yanlış olan bunu genelmiş gibi dillendirmek.“
ABDULLAH ÖNGÜLLÜ. 1 NO’LU T TİPİ HAPİSHANE. AFYONKARAHİSAR
 
***
“Öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki devleti yasakçı, toplumu ağırlıklı olarak muhafazakâr ya da gelenekçi, devrimcisi de üzülerek söylemeliyim ki eleştiriye pek açık değil; böylesi bir iklimde sansür ve oto sansür yaşanmaz mı hiç? Bu iklimin illaki benim de üzerimde etkisi vardır.”
AHMET BİLGE. E TİPİ KAPALI HAPİSHANE. ELBİSTAN / K. MARAŞ
 
***
“Zindanda olmanın başlı başına dezavantajları var. Çalışmalarımı anadilimle yapmak istediğim için bu konuda ciddi materyal sıkıntısı çekiyorum(uz). Bir diğer şey mekânın darlığından kaynaklıdır. Dar bir yere çok kişi tıkıştırılmış. İnsan bazen istediğinde yoğunlaşma alanı bulamıyor. Yazılarımı Kürtçe yazdığım için zaten doğal bir sansür var. Kürtçe çalışmaları dilediğimiz biçimde yazamıyor ve dışarı çıkaramıyoruz.”
BAHATTİN CESUR. T TİPİ KAPALI HAPİSHANE. ÜMRANİYE / İSTANBUL
 
***
“Sansür beni kısıtlıyor mu? Bunu kendime soruyorum ve ne kadar sorarsam sorayım cevabım hiç değişmiyor: Bu da soru mu? Çünkü bunun cevabı bir ‘evet’ten çok ötede. Bunun cevabı kalınca bir kitap olur. Üç aylık bir devrimci tutsak bile bunun için bin sayfalık bir cevabı zorlanmadan ve bir çırpıda yazabilir… Biz Kopernik’in, Galilei’nin, Spinoza’nın ve diğer tüm ortaçağ düşünürlerinin neler çektiğini adeta yaşayarak anlıyoruz.”
ERGÜL ÇİÇEKLER. 1 NO’LU F TİPİ HAPİSHANE. KOCAELİ
 
***
“Sansür yalnızca üretim için gerek duyulan kaynakların yasaklanması olarak çıkmaz karşınıza. Kimi zaman da doğrudan, üretimleriniz idarenin politik tercihlerinin hışmına uğrayabilir ve bazen kısmen bazen tamamen sansürlenir. Bu durum sıklıkla yaşandığından, giderek “acaba şunu yazsam takılır mı” kaygısı oluşabiliyor. Böylece “öğrenilmiş çaresizlik” denilebilecek oto sansür gelişebiliyor. Bu da bir çeşit ezop dili geliştirilmesine ve güçlü imgeler yaratılmasına da sebep olabiliyor.”
EROL ZAVAR. F TİPİ HAPİSHANE. BOLU
 
***
Özgürlük adına “suç” işleyen biz tutsaklar, hayata dair ve varoluş mücadelesinin düşünüş biçiminde ilginç metodlar kullanırız. Ne kadar kısıtlama olursa o kadar zihinsel olarak ufuklara kulaç atarız. Ne kadar sansür varsa o kadar hissiyat derinliğinde demleniyor yürek evimiz. Gövdemin üstünde taşıdığım mikro evreni böyle yoğunlaştırmaya çalışıyorum.
FECRİYE BENEK. M TİPİ KADIN HAPİSHANESİ. BAYBURT
 
***
“En büyük zorluk gerektiği anda yardımcı ve yahut besleyici kaynak bulma koşullarının olmaması içeride. Bu imkânsızlık çoğu zaman çalışmaları tıkattığı gibi, yazma istemini de öldürüyor. Tabi ki en kötüsü yazıların ve çalışmaların denetlenmesi, çünkü en olmadık sebeplerle el konulmuş o kadar çok çalışma ve yazı var ki, hangisini örnekleyeceğini bilmiyor insan. Böyle olunca sansür ve oto sansür kendiliğinden gelişiyor. Çünkü “ya el konulursa” kaygısı özgür çalışmanın ve düşünmenin önündeki en büyük engel.”
 
FERHAN MORDENİZ. T TİPİ HAPİSHANE. MENEMEN / İZMİR
 
***
“Tüm sermayemiz, dışarıda görüp yaşadığımız çeyrek asır önceki dünyadan aldığımız kareler (…). O açıdan; ‘Anı bohçamızı’ gıdım gıdım kullanmak zorunda kalıyoruz, hem de düş gücümüze fazlasıyla yüklenmek zorunda kalıyoruz. Bir de hafıza bir zaman sonra isyan ediyor, bazen infilak ediyor. Zira tutsaklığımız galiba fazla uzun sürdü. Mesela bir sokağı anlatmakta güçlük çekiyorum artık. Ya da bir çocuğu, bir ev ortamını betimleyemiyorum. Düş gücünün de çok fazla gerçeklikten kopmaması gerekiyor. Sürrealizm bile sonuçta kaynağını realizmden alıyor.”
GÜLAZER AKIN. KADIN KAPALI HAPİSHANESİ. BÜNYAN / KAYSERİ
 
***
Bazen öylesine kendini kaptırırsın ki hücrene, bir dünya sığar. Bir coşku seli sökün eder her türlü engeli aşarak milyonlarla buluşursun; birden yaşamın ilmek ilmek ördüğü ilk yıllara gidersin, çevreni neşe içinde koşturan çocuklar sarar; sonra hüznün bin bir çeşidi gözünün önüne gelir, uçsuz bucaksız bir ormanda rüzgârda savrulan yaprakları toplamaya çıkarsın; ardından engin denizlerde ufku aradığında sonsuzlukla buluşursun. (…) Düş kurmayı bilmeyen, hayata yön verme iddiasını kaybetmiş demektir. Hücreler her şeyimizi bizden alabilir ama düş kurma gücümüzü asla…”
GÜLTAN KIŞANAK. 1 NO’LU F TİPİ HAPİSHANE. KOCAELİ
***
Her yazarın, içinde binlerce kitabın bulunduğu bir kütüphanesinin bulunması gerekir. Bir yazarın okumak ya da kaynak olarak başvurmak için kitaba erişmede bir sıkıntı yaşamaması gerekir. Ama hapishanelerde yazarların kütüphaneleri/kitaplıkları; ihtiyaç duydukları kitaplara/kaynaklara rahatlıkla erişme imkanları yoktur. Çünkü hapishanelerde (hücrelerde, koğuşlarda) mahpusların kendilerine ait kütüphane/kitaplık oluşturmaları yasaktır. Dahası birçok hapishanede kitap sınırlaması vardır; ki, bu sınırlama 10 kitaba kadar düşebilmektedir. Mahpuslara, abone olmadıkları/parasını ödemedikleri dergi ve gazetelerin, postayla gönderilmesi ya da ziyaretçileri tarafından getirilmesi yasaktır. Böylesi bir durumda, kendilerine ait bir kazançları/gelirleri olmayan mahpusların, elbette ki birçok dergi ve gazeteyi takip etmesi mümkün olmamaktadır.
HASAN ŞAHİNGÖZ. F TİPİ HAPİSHANE. TEKİRDAĞ
 
***
Mekânın dar olması, gündelik hareketlilik içinde sık karşılaşmalar, kullanım alanlarının ortaklığı yazım anında yoğunlaşmaya engel olucu dikkat dağıtıcı olabiliyor. Bunun önüne geçebilmek için “sessizlik saatleri” ve gündelik faaliyetleri belirlemek gerekiyor; sorunları bu şekilde aşabiliyoruz. Günün ilk kısmı zihnin dinç olması sebebiyle verimli oluyor yazım sürecinde; mutlak sessizlik ve benim “ötelere geçmek” dediğim imkân için herkesin uyuduğu gece saatleri de verimli zamanlarım arasında.
İBRAHİM ŞAHİN. 1 NO’LU F TİPİ HAPİSHANE. TEKİRDAĞ
 
***
“Maalesef politik kadın tutsak da olsan yazımsal çalışmaların yayınlanma yolculuğunda yalnız kalabiliyorsun. Bazen biz kadınlara yazımsal üretim alanına yönelik eleştiriler gelmekte, tabi ki bunlar haklı eleştirilerdir. Ancak bunu kadının salt kendine güven sorunuyla veya istememesiyle açıklamak son derece yetersiz bir yaklaşım. Maalesef kadın tutsağın bu konu ile ilgili dezavantajlı konumu dışarıdaki kadının siyasal, sosyal, ekonomik anlamda yaşadığı sorunlardan bağımsız değildir. Dil gibi bu konuda da pozitif bir ayrımcılık olması gerektiğine inanıyorum. “
LALEŞ ÇELİKER. 1 NO’LU F TİPİ KADIN HAPİSHANESİ. KANDIRA/KOCAELİ
 
***
Her ortam ve koşulda olduğu gibi hapishane ortamının ve koşullarının bir yazar için hem avantajları hem de dezavantajları vardır. Dezavantajları; duygu deneyimlerinin kısıtlılığı, bilgiyi genelde kitaplardan edinmenin neden olduğu soyutluk, toplumsal sohbete dahil olamama ve yoğun diyalog sayesinde oluşan yeni dil olanaklarından mahrumiyet… Bunlar, tahayyül gücü, duyusal yoğunlaşma gibi estetik yetilerle aşılabilir niteliktedir. İçeride olmanın avantajı ise, tek cümleyle, yazmak için zaman olmasıdır.
LEYLA ATABAY. E TİPİ KAPALI HAPİSHANE. ELBİSTAN
 
***
Mektupta karalama yapmamak için çabalıyorum. Daksilin bile kantinde satışı yasaklanmış. Akıl sınırları içinde izah etmenin çok zor olduğu birçok uygulamayla sık sık karşılaşıyoruz. Bazen bazı yazılarımızı, resim vb. materyalleri yıpranma, kaybolma gibi nedenlerle fotokopi çektiriyoruz. Dışarıya gönderme amaçlı değil, sadece yanımızda bulundurmak için. Şimdi bir uygulama başlatılmış, fotokopi çektirmek için verdiğimiz materyaller önce inceleniyor, uygun bulunursa çekiliyor, bulunmazsa o materyale el konuluyor. Hayata bağlanan nefes borularımız kesiliyor, sıkılıyor. Bu boruları açık tutmak, nefes alıp-verebilmek o kadar zorlaştı ki, bu sadece bizim çabalarımızla aşabileceğimizin ötesine geçti.” 
M. GARİP YAŞ, T TİPİ KAPALI CEZAEVİ / ÇİLİMLİ- DÜZCE
 
***
Yazma sürecinin zorluk ve sıkıntıları ayrı: Yazarken zaten bunları yaşayacağınızı bildiğinizden, engelleri göze alarak, hatta iç dünyanızda bunları önemli oranda aşarak başlıyorsunuz. Kişisel anlamda tamamı bize ait olmayan göreceli bir zamanımız var. Sayısız kez bölünerek yazma durumunda kalıyoruz. Yazılabilen metinler zamandan kotarılanlardır. Bu süreçte yarım da olsa irade elinizde; fakat yazdıktan sonra kitabınızı pencereden bir kuş gibi salıyorsunuz. Ağlara, tuzaklara, yasa ve mevzuatlara takılmadı mı bir yere konuyor. Yine de sizin iradenizin dışında bir süreç bu. Yayımlatmak için engelleri aşmaya çalışmak! Bazen yazma sürecinden daha zor oluyor.
MURAT TÜRK. 1 NO’LU T TİPİ HAPİSHANE. İZMİR
 
***
Cezaevinde günü estetize edecek bir şey olmadığı gibi fiziki anlamda kurbağanın kuyudaki dünyayı görmesi gibi bir durum var. Bir avuç gökyüzünün dışında göreceğin, dokunacağın, hissedeceğin tabiata ait bir şey yok. 30 yıl boyunca demir ve beton bir kafeste kalmak bugün için pek anlaşılmıyor olabilir lakin gelecek nesiller eminim ki farklı tartışacaklardır. 30 yıl demir dahi bu beton zeminin üzerinde çürür.
NEVZAT ÇAPKIN T TİPİ HAPİSHANE. BEŞİKDÜZÜ / TRABZON
 
***
Bilindiği gibi, cezaevleri aynı zamanda “yoksulluk”, yokluk ve de yoksunluk mekânlarıdır. Dışarıda hava almak kadar doğal olan şeyler, içeride mutlaka çözülmesi gereken hayati sorunlara dönüşebiliyor. Mesela yazmak için küçük de olsa bir masaya ihtiyaç vardır. Oysa üç kişilik oda sistemine dayanan F tiplerinde olağanüstü durumlar haricinde yazmak, çay içmek ve diğer ortak faaliyetlerin yürütülmesi için tek masa vardır.
NEVZAT GÜNGÖR. 1 NO’LU F TİPİ HAPİSHANE KOCAELİ
 
***
Şu an 8 kişilik koğuşta 18 kişi kalıyoruz. Sadece 14 ranza olduğundan 4 arkadaş yerde yatıyor. Ranzanın sağı solu yatak, mesafe bir karış bile değil, yanına, önüne fazladan bir kitap koymak mümkün değil. Karnıma çektiğim dizlerimin üzerine koyduğum sert bir kartonun üzerinde yazmak zorundayım. Kışın yeterli oda sıcaklığı olmaması yazın da yapış yapış bunaltıcı sıcak çalışma ortamını yok etmektedir. Neredeyse saat başı yapılan anonslar, koğuş aramaları, sayımlar tebliğ-tebellüğ için sürekli mazgala çağrılma. Bazen erken bazen geç gelen, saati sabit olmayan yemekler, kantin dağıtımı, mahkemeye ifadeye, hastaneye çağrılmalar, telefon günü, ziyaret günleri hakeza. Hal bu olunca benim için en verimli saatler 20:00 ile 02.00 arasıdır.
NUSRET YILDIZ. 2 NO’LU T TİPİ HAPİSHANE. ALİAĞA / İZMİR
 
***
“T Tipi denen bir mimari ucubede yaşamımızı idame ettiriyoruz. En ufak bir ses aşırı yankı yapıyor, kulak tırmalayıcı bir etkiye bürünüyor. Bu gibi mekânlarda bir şeyler yazmak, üretmek için yoğunlaşmak tamamen imkânsız gibidir. Salt idare değil, dava arkadaşların da çoğu zaman bu konuda engelleyici davranışlar gösterebiliyorlar. Şu anda sekiz kalabileceği bir odada on sekiz kişi kalıyoruz. Kucak kucağa yatıyoruz. Ses, gürültü, konuşma ve tartışma seanslarının ardı arkası kesilmiyor.”
ORHAN ÇAÇAN. 2 NO’LU T-TİPİ CEZAEVİ. ŞAKRAN. ALİAĞA / İZMİR
 
***
Yazmak istediğim kimi eserleri de ertelemek zorunda hissediyorum kendimi. Sanırım dışarıda daha rahat yazarım diye düşünüyorum. Ama karikatür çizmeye başladığımda kendimi mecburi sansürlüyorum. Eleştirel bir çizim yapmaya kalksam birileri bunu kendine saldırı olarak görüyor. Karikatüre ve mizaha karşı hoşgörü de kalmamış. Çizmek istediklerimi çizemiyorum çünkü her an bir soruşturma başlatılabilir çizdiğiniz karikatür yüzünden.
ÖMER RAMAN (ÖZDURAK) . F TİPİ HAPİSHANE. BOLU
 
***
Dışarıda dosyayı yayımlatma işi ile bizzat uğraşacak bir arkadaş veya akraba yoksa o dosyanın yayımlanması çok zor. Birkaç yayınevi dışında diğer yayınevlerinin kapıları içeridekilere kapalı. Bu, kendilerine yollanan dosyaların niteliğiyle değil yollayanların kimlikleriyle ilgili. Hapishane dosyalarını kabul eden az sayıdaki yayınevi de değişik sorunlarla cebelleştiğinden yayımlanan dosyalar da çok dar bir okur kitlesine ulaşabiliyor ancak.
SADIK ASLAN. 1 NO’LU YÜKSEK GÜVENLİKLİ HAPİSHANE / ELAZIĞ
 
***
Özgürlüğünüzün elinden alındığı bir ortamda özgürce yazabilmek ciddi bir iştir. Cezaevinde birçok arkadaşın okuma yapma, araştırma imkânı da son derece kısıtlıdır. Oysa iyi bir yazar her şeyden önce iyi bir okurdur. Bu engellere rağmen içerdeki okuma oranı dışarıdakinden yüksektir. Siyasi tutsakların özel azim ve çabaları sayesinde kendilerini geliştirdikleri, olağanüstü koşullarda yazarlığa adım attıkları düşünüldüğünde içerde yazılmış her kitabın farklı bir anlamı ve değeri olduğuna inanıyorum. Genelde küçümsense de bu eserlerin edebiyat dünyasına önemli bir katkı sunduğu gözden kaçırılmamalıdır.
SELAHATTİN DEMİRTAŞ. F TİPİ HAPİSHANE. EDİRNE
 
***
Benim açımdan verimli zaman sabah saatleri oluyor. İlla sessizlik olacak. Koğuşta pek gürültü yok. Koridorda, etrafta sessizliğin hükmü sürdüğünde yazmak için elverişli koşullar oluşuyor. Yazmak bir tutku ve sevda işi. Bıkıp usanmadan kalem oynatmak için bu işe gönül vermeli. Akış halini yakaladığımda, kendimi özgür hissediyorum. Mahpusluk kayboluyor, yazım dünyasında yaşıyorum adeta. Tıkanıklık ve tutukluk demlerinde ise sinir bozucu bir iç sıkıntısı peydahlanıyor, kâğıt kalemle kavga edip duruyorum.
SERDAR KOÇ. E-TİPİ CEZAEVİ ELBİSTAN / K.MARAŞ
 
***
“Hapishane dünyası biz politik tutsaklar için kitaplar dünyasıdır. Salt okumak zihni köreltebilir. Hele ki kendi düşünce gücünüzü geliştirmiyorsanız, bilginin yaşamla bağını kuramıyorsanız, okumanın hiçbir değeri olmaz. Okumak kadar yazmak da gerekiyor. Bilgiyi yorumlama, geliştirme, kendinden bir şeyler katmak yazma eylemi ile mümkündür. Tecrit koşullarında yazmak daha da elzemdir. Yazmak kendini sınamak, tanımak, anlamak demektir aynı zamanda.”
SOYDAN AKAY. 1 NO’LU L TİPİ HAPİSHANE. SİLİVRİ / İSTANBUL
 
***
“Mekânın darlığına sıkıştırılan onlarca hayat var. Bazen adım atmak bile imkânsızlaşıyor. Bir hareket başka bir harekete, bir ses başka bir sese, bir gürültü yeni bir gürültüye, bir sohbet daha derin bir sohbete yol açınca ortada yoğunlaşma diye bir şey kalmıyor. Nefesler, sözcükler ve bakışlar birbirine karışıyor. Bir ürünü çıkarmak için olağanüstü bir sabır göstermek, kendini etraftan tümüyle soyutlamak mekânın fiziki darlığını aşarak ufuk ötesine uzanmak, çatlayan ve bölünen duygularımızı öykünün akıcılığıyla bütünleştirmek için insanüstü bir çaba gerektiriyor.”
YAKUP GÜNEŞ. 2 NO’LU T TİPİ HAPİSHANE. ALİAĞA / İZMİR
 
***
Havalandırma saatim hâlen iki saat, gerçi bir ara üç saat olmuştu sonrasında pandemiden dolayı ikiye düştü öylece kaldı. Çok iyi olmasa da bu “kısıtlı” saatlere de alışıyor insan bir süreden sonra! Hayatta da böyle sanırım. Sınırlar, yasaklar, yokluklar vs. çoğaldıkça var olana alışıyor, alıştırılıyoruz ne yazık ki! Kabul etmesek de bu böyle işliyor. Dışarıdaki hayatta birkaç televizyon kanalından “izleyip” anlamaya çalışsam da her şey giderek zorlaşıyor. Aslında buralardan bakınca yazıp anlatabilecek epey konu da var sadece cümleye nereden başlanır onun karmaşası var biraz. Olumsuzlukla dolu. Yine de umudu diri tutmaya çalışıyorum her zaman.
ZEYNEP AVCI. R TİPİ KAPALI CEZAEVİ. ELAZIĞ
 
Kaynak: 

Firari Yazılar

Hazırlayanlar: Adil Okay, Ayhan Kavak

Klaros yayınları

İstanbul

2022