Burhan Güneş arama tacizlerini ve revir doktorunun hasta tutsakları aşağıladığını yazıyor

“Burada her şey ülkem gibi. Bir haftada 3 kez hücremde arama yapıldı. Tuhaf olan şey her aramada buzdolabındaki (mini buzdolabı) tüm yiyecekleri çöpe atmak zorunda kalıyorum. Müdüre de söyledim “çaresi yok” dedi. Görevlilerin elinde ameliyat eldivenleri! Tuvalet ve lavabonun taşlarının kenarları o ellerle aranıyor! Sonra aynı ellerle buzdolabı ve yiyeceklerimizin içi aranıyor! Kol saatim her ay kolumdan alınıp “inceleyeceğiz” deniliyor! Her seferinde 20 gün incelemede kalıyor! Sonra getiriyorlar! 10 gün takmadan yine aramaya gelip “inceleyeceğiz” diyorlar. Geçen hafta 4. kez incelemeye götürdüler. (…) Bir de revirimiz var. ….. Kadın doktor resmen çileden çıkardı. Uzundur uğraşıyordu! Konuşunca bağırıp çağırıyor! Alay ediyor. Hastalıklarımızı söyleme biçimimizle dalga geçiyor! Bildiğin aşağılıyor!”

Burhan GÜNEŞ

S Tipi Kapalı Hapishane Döşemealtı/ANTALYA

***

Sevgili Adil Arkadaş;

Değerli ustam; yollamış olduğunuz 3 adet kitabı ve sonrasında namenizi büyük bir mutlulukla aldım. Bu kelimeleri geç yazmış olmanın utancıyla kaleme alıyorum. Öncelikle “Sınırsız Kütüphane Sergisi” davetiniz için müteşekkirim. Bu davet için basılı herhangi bir üretimim maalesef yoktu. Kimi zaman kalemimi kendime batırıp isli kelimeleri bir araya getirmeye çalışırım. Ancak zindan gibi bir mekanda kitap basmanın zorluğunu benden daha iyi bilirsiniz. Yayınevlerinin içinde bulunduğu durum ortada. Bir de teknolojiyle beraber şiir biraz daha az görünür hale geldi! Şiir kıymetini hiç yitirmedi ve bir yerde okuyucusunu hep beklemede, ancak teknoloji onun üzerini epey örttü. Yayınevlerindeki şiir ve öykü kitaplarının satışı içler acısı… Ama tarihe yine de şiirle iz bırakmak ne güzel. Hâlâ güzel bir şiir okuduğumda kalp atışlarım hızlanır, heyecanlanırım. Tek bir şiirle birkaç gün mutlu olduğum olur. Sıcak ekmek gibi! Ne güzel…

              “Tekel İşçisi Bir Kadının Uyanışı” adlı oyununuzu zevkle okudum. Sahnelenmiş olması beni daha da mutlu etti. Kim bilir belki bir gün ben de izleyebilirim. İzlemeyi çok isterdim. 

              Zindanda tiyatro teksti yazan birkaç arkadaş tanıdım. Genelde hep şiir, öykü ve romana kayar eller. Tiyatro eserlerini pek okuyan yoktur. Ancak ben çok severim. Beni çok heyecanlandırır. Okurken o an sahneyi kendi beynimde yeniden düzenlerim. Kostümlerin tamamını oluştururum. Hele beynimde her oyuncu için yeni tipler belirir. İşte o an okurken bir yandan beynimde o oyunu sahnelerim. Tabii dışarıda bir de tekstler okuduktan sonra bir de farklı farklı oyuncular tarafından farklı sahnelerde o oyunu izlemek o kadar zevkli ki… İçeride en özlediğim anlarımdan biridir. 

              Ustam; bize tarihin kötü bir sahnesi denk geldi! Repliklerimiz hep acı! Tiratlarımız bitmeyecek haykırışlarla dolu! Hani şair “Bir yanımız yaprak döker, bir yanımız bahar bahçe” diyordu ya! Biz hiç bahçelere, baharlara denk gelmedik! Bu satırları da Eylülde yazıyorum! Tek kişilik bir hücrede. Nereden uçurduysa kuru bir yaprak düşmüş havalandırmaya. Hayat bizimle dalga geçer gibi…

              Ustam; yine gündem çok acı! Çocuklar ölüyor ülkenin dört bir yanında ve Filistin! Mor Ülkemin (Fenike’nin) güzel insanları! Onların kaderi nedense hep Kürtlerinkine benzer! Bu ülkede Filistin üzerine çok söz söyleyebiliriz. Bu “özgürlüğümüzün” olması da çok güzel. Kürtler üzerine kalemimi oynatırsam büyük ihtimal bu mektup engellenecektir. Ancak Filistin halkı şahsında dünyada egemenler tarafından, katledilen bütün halkların acısı, yarası, haykırışı aynıdır! Sistem aynı sistem! Ölüm aynı ölüm. Evin, Saygun, İsrail hapishaneleri ve şu an bulunduğum S Tipleri! Zindanların yapılış amacı hep aynı olmadı mı? Öldürmenin de temel amacı hiçbir zaman değişmiyor!

              Tarihin bir döneminde eli-kolu bağlı bir şekilde ölüm pornografisini TV’lerden izlemek çok acı! Bir dakika içinde 80 ton bombanın evlerin üzerine nasıl yağdırıldığını izlemek… İnsanların öldürülmesi tarihin hiçbir döneminde bu kadar sıradanlaşmamıştı! Akşam bültenleri ülkemin sokaklarında cinnet geçirenlerin ruh halini ortaya seriyor. Masa başlarında adeta bilgisayar oyunları oynanır gibi tek bir günde binlerce insanın ölüşünü naklen izliyoruz. Sizler telefonlarınızda daha fazla bu ölüm “şölenine” maruz kalıyorsunuzdur! Stalin doğru söyledi “Tek bir ölüm trajedi bir milyon ölüm ise istatistiktir” diye! İnsanlar artık rakamlardan ibaret! Değerleri de rakamlarla ölçülüyor! Zengin ya da ünlü olmayan, birinin ölümünün artık hiçbir değeri yok! Hayat bize bunu da yaşattı. 

              İçeride üzülerek gördüğüm bir şey… İnsanlar… İyi insanlar… Evet, iyi insanların belgeledikleri kötülükler kadar çabuk yayılmıyor ve öğretilemiyor. Kapitalist sistem maalesef her yere sızarak her insanı belirli ölçülerde kontrolü ya da tesiri altına almış durumda. Devletler kötülük bakımından birbirlerinden çok çabuk etkilenirken biz iyilerin bulaşıcı yanını bir “Pandemi”ye dönüştüremedik! Adeta iyilik çoğalmasın diye sanki kapitalizm herkesi aşılamış gibi! İyiliğe karşı her insanın bünyesi bağışıklık kazanmış ve vücuda, beyne iyilik bulaştığı an sanki vücut onu ret ediyormuş gibi! Hani şairin dediği gibi “Açlık çoğunlukta” ancak iyiliğin, güzelliğin bilge yanı azınlık kalıyor! Birbirinden kopmuş tespih taneleri gibi yeniden ipe geçirilmeye ihtiyaç var. Bir zincirin dağılmış halkaları gibiyiz. Beyinler 24 saat kapitalizmin bombardımanına uğramaktan adeta dumura uğramış halde olan bir toplum. Herkes bir şeylerini kaybetmiş gibi bir arayışta ve öfkeli; ancak kimse neyi aradığını bilemez halde. 

              Ve direnenler ustam! Bu dünyada tek bir insan bile direnebiliyorsa yaşam var demek… Kötülük çoğunlukta değil sadece daha güçlü; ve maalesef bu gücü bilinçsizce ortalıkta gezen iyi ve bilgisiz halklarımızdan alıyor. Kötülük için bilgelik gerekmiyor. Ustalık da! Kötülüğün özel bir dersi yoktur! Bu yüzden çok hızlı bir bulaşa sahiptir! İnsanlar rahatlarına düşkündür! Bir şeyleri anlamak sorumluluk gerektirir. Sorumluluk, görevlerin yerine getirilmesini farz kılar! Uykuları kaçırır! Batman’da ölen her çocuğun acısıyla uyandırır insanı! Narin’in öldürülmesini engelleyemediği için kendini sorumlu hisseder! Berkin’in, Medeni’nin, Ceylan’ın katillerinin cezalandırılmamasında kendi mücadelesindeki eksiklikte arar suçu!

              Filistin’de, Angola’da ölen her çocuk için emperyalizmi bu yıl da yıkamamanın sorumlusu olarak kendini bulur! Ve kanayan yaramız kadınlarımız! Ustam! “Ne güzel” öldürüyoruz ülkemin kadınlarını! Her gün sayıları veriliyor! Sokak ortasında demir çubuklarla dövülen kadınlar! Taliban yönetiminden hiç bahsetmek istemiyorum! Biz kötüler kadar çalışkan olamadık! Biz kötüler kadar örgütleyemedik! Biz kötüler kadar eğitemedik! Bir Bilge esir düştüğünde “Eksik yoldaşlıktan” söz etmişti! Ülkemde her ölen çocuk ve kadında bizler, kendi eksik mücadelemize yönelmeliyiz… Ne de şehvetle öldürüyoruz kadınlarımızı!

              Ne kadar parçalıyız ustam! Muhalif kanallarda Başkan Adayı İmamoğlu mu yoksa Yavaş mı olacak? Klişesi dönüyor! Tam da bir karın ağrısı…

              Çok şikayet ettim değil mi? Bebek’te, Beyoğlu’nda kafelerde oturup şikayet edenlere mi döndüm ne? İçeride tek hücredeyim. 

              Burada her şey ülkem gibi. Bir haftada 3 kez hücremde arama yapıldı. Tuhaf olan şey her aramada buzdolabındaki (mini buzdolabı) tüm yiyecekleri çöpe atmak zorunda kalıyorum. Müdüre de söyledim “çaresi yok” dedi. Görevlilerin elinde ameliyat eldivenleri! Tuvalet ve lavabonun taşlarının kenarları o ellerle aranıyor! Sonra aynı ellerle buzdolabı ve yiyeceklerimizin içi aranıyor! Oysa tuvalet ile buzdolaplarını arayanlar ayrı kişiler olsa sorun olmayacak!

              Evet kol saatim her ay kolumdan alınıp “inceleyeceğiz” deniliyor! Her seferinde 20 gün incelemede kalıyor! Sonra getiriyorlar! 10 gün takmadan yine aramaya gelip “inceleyeceğiz” diyorlar. Geçen hafta 4. kez incelemeye götürdüler. İncelemesi neden bu kadar uzun sürüyor anlamadım! Geceleri kalkıyorum saat kaç bilmiyorum. TV’yi açıp saati öğreniyorum. 

              Bir de revirimiz var. A... adlı bir doktor kadın vardı. Ailemden 7 kişi sağlık çalışanı! (Doktor, hemşire, sağlık memuru ve eczacı). Sağlık personellerine karşı ayrı bir duyarlıyım. En son bu kadın doktor resmen çileden çıkardı. Uzundur uğraşıyordu! Konuşunca bağırıp çağırıyor! Alay ediyor. Hastalıklarımızı söyleme biçimimizle dalga geçiyor! Bildiğin aşağılıyor!  Görevi tedavi etmek olan kadın doktor Kürtlüğümüzü aşağılıyor. Sağlık Bakanlığı’na başvuruda bulundum. Uzundur zaten tedavilerimiz yapılmıyordu!

              3 yıl önce de implantı yapmak için ücret ödedim. İmplantların demir kısımları takıldı. Üst kısımları kaldı. 21 aydır bu üst diş kısımlarının takılması için revire yazıyorum! Henüz cevap alamadım. 3 yıldır 3 ayrı demir parçasıyla yemekleri çiğnemeye çalışıyorum!

              Hiçbir aktivitemiz yok. Günlük sadece 1,5 saat havalandırma var! Toplam 2 insanı 1,5 saat görüyorum. Haftada 45 dakika spor! Burada ağırlaştırılmış müebbetlere kurs, sohbet vb. hiçbir hak tanınmıyor! Bir türlü bu başvurulara da cevap alamadık. 

              Hasılı içerdeki ahvalimiz de bu. Biz işimize bakıyoruz:) En bildiğimiz, en sevdiğimiz iş! Yaşam kaynağımız. Evet direnmek…

              Çok pesimist bir yazı olarak gelmesin:) Hayatın bu dönemi biraz zifiri! Onu dağıtacağız. Biraz zaman alacak biliyorum, ama karanlıklar hep dağılmıştır. 

              Ellerin hep şiir yazsın ustam… Şiir paylaşımın beni mutlu eyledi. “Dilek ağacı” şiirine bir çaput bağladım! Kırmızı! Annelerimize gelsin her sept gününde!

Diğer iki kitabı okumadım. Elimde Foucault’un Özne ve İktidarı vardı. Bir de içeride bitmeyen rutin işler. Yanı başımda şu an her iki kitap… En yakın zamanda parmaklarımı her sayfasına değdiririm. 

              Ustam; yeşil bir şiir dizesinin gölgesinde imge düşürmen dileğiyle. Başka satırlarda buluşmak umuduyla. Dost, yoldaş, heval ve direnen her halktan insanlara, kadınlara, çocuklara selam ve saygılarımı sunuyorum. 

              Sevgi ve saygılarımla

Burhan GÜNEŞ

S Tipi Kapalı Hapishane

Döşemealtı/ANTALYA

 

Karikatür: Mehmet Boğatekin

Benzer Yazılar