Topyekun bir çürüme dört tarafımızı sarmış durumda. Cezaevlerindeki çürümenin en ağır sonuçlarla toplum hayatına etki ettiğini görüyoruz. Bu tahribata son vermek için ortak çözümler aramalı, birlikte mücadele etmeliyiz.
Sevilay Çelenk 04 Ağustos 2023
Cezaevleri, bu ülkede basitçe hapis cezalarının infaz kurumu olmanın ötesinde bir şey oldu hep. Hep fazladan bir şey söz konusuydu. İnsanlık onurunu zedeleyen, küçültmeye ve yok etmeye çalışan bir mekanizma bu kurumlarda hapis cezasına ek olarak mütemadiyen işlemekteydi.
Belki de dünyanın her yerinde böyledir ama bu yine de, “bu ülkede” diye başlamamıza engel değil. Çünkü burada yaşanan somut bir durum hakkında konuşuyoruz.
Bilhassa siyasi tutsaklar söz konusu olduğunda bu mekanizma bir insan öğütme mekanizması aynı zamanda. Hayatları öğütüyor. Yok ediyor. Cezaevleri, özgürlüğü kısıtlama yanında ikincil bir cezalandırma mekanı olarak iş görüyor. İşkencehane, zindan, dam, delik gibi farklı farklı isimlerle adlandırılıyor olması biraz da bu yüzden...
Bugünlerde hapishaneler, yine ağır hak ihlalleri ve onur kırıcı uygulamalarıyla her an gündemde. Sosyal medyada birbiri ardınca ağır hasta mahpuslarla ya da keyfi biçimde infazı yakılanlarla ilgili haberleri okuyoruz. Sosyal medyada dolaşırken gözümüzün önünden cezaevleri “paralel bir evren” gibi akıp duruyor. “Paralel evren” tabirini Kobanî davası tutuklusu, HDP eski milletvekili, Eski DBP Eş Başkanı Sebahat Tuncel’den ilhamla kullanıyorum. Çünkü yakın dönemde, denetimli serbestlikten yararlanarak salıverilmesi gereken mahkumların, çeşitli ve çoğu incir çekirdeğini doldurmaz ya da akıl almaz diye nitelendirebileceğimiz sebeplerle infazlarını yakan İdare ve Gözlem Kurulundan söz ederken kullanıyor “paralel” kavramını.
Dilekçeden detaylar
Yakın dönemde cezaevlerinde çok sık yaşanan ihlallerden biri de bu infaz yakmalar. Linkte de göreceğiniz üzere, “Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmelik” AKP-MHP tarafından meclise getirilmiş ve 31 Mart 2020’de Resmi Gazete’de yayımlanarak, yürürlüğe girmişti.
İnfaz yasasında yapılan bu değişiklikle, cezaevlerinde İdare ve Gözlem Kurulları oluşturulmuştu. Söz konusu kurul infazını tamamlamış tutukluların “iyi halli” olup olmadıklarını değerlendiriyor . Bu değerlendirmeler 6 veya 3 ayda bir gerçekleşiyor.
Tahmin edeceğiniz gibi infazlarını tamamlayan tutuklular, bu kurulun son derece keyfi kriterleri çerçevesinde “iyi halli” sayılmayabiliyor ve salıverme hakkından yararlanamıyorlar. İnfazı yakılan tutuklular arasında ağır hasta tutuklular ve 30 yılını tamamlamış siyasi tutuklular bulunuyor.
Doğal olarak bu konu herkesin fakat bilhassa cezaevlerindeki siyasetçilerin gündeminde. Sebahat Tuncel, yakın zamanda bu konuda Adalet Bakanlığına bir dilekçe verdi.
Bu dilekçede infaz yakmalardaki pervasızlık ve hukuk dışılık, ayrıntılı ve somut örneklerle çok iyi anlatılıyor. Söz konusu dilekçe kamuoyunun haberdar olması gereken önemli bir dilekçe.
Zira bu ülkede cezaevlerinde devletin gözetimi altında keyfi ve ayrımcı bir uygulama hüküm sürüyor. Tehlikeli bir durum bu. Hukukun bu derece keyfi yollarla ihlalinin kurumlaşması ve normalleşmesi her toplum için başka olumsuzluklara kapı aralayan ciddi bir tehdit. Ne yazık ki bu tehdide kulaklar sağır, tıpkı hasta tutsaklar konusunda olduğu gibi. Örneğin bu konuda en yakın ve kritik örneklerden biri Özge Özbek’in durumu. Özge Özbek, beyin tümörü nedeniyle 2020 yılında açık beyin ameliyatı geçirmiş, epilepsi ve astım rahatsızlıkları olan genç bir kadın siyasi tutuklu. Özbek 2020’de ameliyat olduktan 3 gün sonra hastaneden alınarak tutuklanmış. Hayati riski bulunan Özge, “cezaevinde kalamaz” diyen hastane raporuna rağmen tahliye edilmiyor. Çünkü Adli Tıp Kurumu Özge Özbek’in cezaevinde kalabileceği yönünde karar vermiş.
Sebahat Tuncel’in Adalet Bakanlığına verdiği dilekçeye gelince, bu dilekçede Tuncel öncelikle Kürtlere karşı devletin tüm kurumlarında ayrımcılık yapıldığını ve bu çerçevede herkesin kanun önünde eşit olduğunu söyleyen Anayasa’nın 10. Maddesinin ihlal edildiğini belirtiyor. Anayasa’nın 11. Maddesinin de “...kanunların Anayasa’ya aykırı olamayacağını” belirttiğini hatırlatıyor.
Tuncel cezaevlerinin eşitsizliklerin en yoğun yaşandığı kurumlardan biri olduğunu ve bu haksız hukuksuz uygulamalara yapılan itirazların, disiplin soruşturmaları ve disiplin cezaları ya da yeni soruşturmalar getirdiğini ekliyor.
Dilekçede de vurgulandığı gibi en büyük haksızlıklardan biri de cezanın infazı tamamlandığı halde hükümlülerin tahliye edilmemesi. Tutuklu ve hükümlülerin anayasa ve yasalarla elde etmiş oldukları hakları ellerinden alınıyor.
Tuncel İdare ve Gözlem Kurullarının kendisini mahkeme yerine koyduğunu, paralel yargılama yaptığını, tutuklu ve hükümlülere haksız cezalar verdiğini ekliyor. İdare ve Gözlem Kurullarına yapılan itirazların İnfaz Hakimliğince yalnızca şekli olarak ele alındığı ve kararların onaylandığı anlaşılıyor. Ağır ceza mahkemelerine yapılan itirazlar da tutuklu ve hükümlülerin aleyhine sonuçlanıyor. Bu mekanizmanın esasının Kürtleri cezalandırmak olduğu da yine Tuncel’in dilekçesinde dile getiriliyor.
Tuncel’in belirttiği gibi, denetimli serbestlik konusu, 5275 Sayılı Kanun’un 107. Maddesinde açıkça düzenlenmiş olduğu ve bu şartları sağladıkları halde Sincan Kadın Kapalı Cezaevinde, İdare ve Gözlem Kurulu kararı ile içinde HDP belediye eş başkanlarının da olduğu 14 siyasi kadın tutuklunun tahliyesi son derece keyfi bir biçimde engelleniyor.
İnfazın ertelenmesi gerekçeleri arasında, ilgilinin seyir defteri kayıtlarında olumsuz veri girişi olması, cezaevinin iyileştirme programının kabul etmemesi, mülakata çıkmak istememesi, iyi hal sistemi ve iyi hal uygulamalarını yerine getirmemesi, cezaevinin koyduğu kurallara uymaması, arkadaşları ile birlikte kalması, pişmanlık göstermemesi, mülakata çıkmak istememesi, slogan ve zılgıt atması, kütüphaneden yeterince kitap almaması ya da tam tersi fazla kitap okuması, HDP’de eş başkanlık yapması ya da HDP çalışmalarına katılması gösteriliyor.
Tuncel tek tek örnekleri sayarak tahliyesi engellenenlere dair bilgi veriyor. Aynı kişinin arka arkaya, kimi zaman aylarca kimi örnekte süresiz biçimde tahliyesinin ertelendiğini görmek mümkün.
Cezaevi imamıyla görüşmeme, dosyasıyla ilgili konuşmama, halay çekme, fazla su tüketme, elektrik faturasının yüksek olması, içeride üniversite bitirmeme, diğer tutsakların görüşçüleriyle selamlaşma, kurum personeline kayıtsız kalma, bakanlıktan gelen evraka imza atmama da önceki diğer açıklamalardan öğrendiğimiz infaz yakma gerekçeleri.
Sabahat Tuncel sonuç olarak İdare ve Gözlem Kurullarının kendisini mahkeme yerine koyan “paralel” bir mekanizma olduğu yönündeki kanaatini vurgulayarak bitiriyor. Bunun hukuken, ahlaken ve vicdanen kabul edilemez olduğunu ekliyor. Adalet Bakanlığının yaşanan hukuksuzluğa son vermesini istiyor.
Cezaevlerini zulüm içinde zulüm yaşanan dipsiz bir deliğe dönüştüren bu hukuk dışı uygulamaları bir sağırlık kuşatıyor. Bu sağırlığın son bulması şart. Zira cezaevlerine yönelik duyarsızlık tüm topluma yaygınlaşıyor. Vicdani, ahlaki ve hukuki duyarlılıklar aşınıyor, bu aşınma ile beraber toplum hayatında kaos ve şiddet yaygınlaşıyor ve olağanlaşıyor. Bunların hepsinin birbiriyle ilişkisi var.
Sözün özü, uzunca bir zamandır, cezaevlerinden itirazlar ve sessiz çığlıklar yükseliyor. Bu itirazlara kulak verilmesinin bir yolunu bulmalıyız. Toplumun birçok kurumu gibi cezaevleri de giderek tekinsizleşiyor.
Topyekun bir çürüme dört tarafımızı sarmış durumda. Cezaevlerindeki çürümenin en ağır sonuçlarla toplum hayatına etki ettiğini görüyoruz. Bu tahribata son vermek için ortak çözümler aramalı, birlikte mücadele etmeliyiz.
Aralarına uçurumlar yerleştirilerek birbirinden koparılmak istenen toplum kesimlerinin bir araya gelebileceği yer ve ortak mücadele alanı burası olabilir...
Kaynak: Bianet
- 3 gösterim