”Yaşanan acıların içinden gülünebilecek yanlarını bulup çıkarmak en çok da karşı duruş bence. Hem direnmek hem de kendisini güçlü gören o egemeni küçümsemek aynı zamanda.”
Gerçekçi olup imkansızı deneyenler Taş Duvarları Aştılar bile
Ne anılarımızı unutabiliriz ne de unutmak isteriz, bizi var edenler onlardır. Aynı suda iki kez yıkanılmaz diyen düşünce gibi aynı anıdan aynı duygu çıkmaz ikinci kez… Yeni birisinizdir artık her andığınızda, onun için de yeni bir yerlere gidersiniz o anıyla… Taş duvarların arkasında bile olsa…
Umudu üzmeyenler…
“Boğaz yine de güzel” dedi arkamdaki ses, mevcutlu geçişimizde Boğaz köprüsünden… 30 yılı aştı, güzel bir gündü, kış bahara durmuştu, bir aradaydık ama çok uzaktık birbirimizden… Asiye Müjgan Güvenli idi sesin sahibi, fısıldamıştı kulağıma. Belki de o gün başladı “Taş Duvarları Aşan Kahkahalar”ın yazılma süreci.
La Boetie, gönüllü kulluk üzerine, daha 16. yüzyılda, “desteklemeyin yeter” diyor. Yaşanan acıların içinden gülünebilecek yanlarını bulup çıkarmak en çok da karşı duruş bence. Hem direnmek hem de kendisini güçlü gören o egemeni küçümsemek aynı zamanda.
Yok edemezsiniz…
Bir yere gazeteci sokulmuyorsa, fotoğraf çekmesi, yazı yazması, haber yapması engelleniyorsa, orada gizli işler dönüyor, insanlık dışı uygulamalar yapılıyor demektir. Gazetecinin girmesini, fotoğraf çekmesini engelleyebilirsiniz, ama içeriden yazılanları nasıl yok edeceksiniz! Edemezsiniz, edemeyeceğinizin kanıtı da bu (ve tabii, buna benzer) kitaplardır.
Her sözcüğünde, her tanımında, her öyküsünde dört duvar arasındaki insanların yaşama nasıl da sımsıkı sarıldığı anlatılıyor. Ahmet Haluk Ünal, “Saklı Hayatlar” filminde şiddeti hiç göstermeden anlatmıştı en azgınını… Asiye Müjgan Güvenli’nin de öykülerinden o acının şiddeti süzülüyor. “Güleriz acınacak halimize” duygusunu yaşıyorsunuz kendi içinizde…
Başınızdan geçmiştir mutlaka…
Bir noktaya değinmek isterim… Güvenli, öykülediği kişilerin adlarını değiştirmiş… Kendince yazmış olanları da, öyle diyor önsözünde. Önemli bir nokta bu. Çünkü oradaki kişi, “öyle değildi, böyleydi”, “yanılıyorsun, o yoktu, bu vardı yanımda” diyemeyecek artık. Yaşanmış gerçeklikler mi bunlar? Evet, birebir yaşanmışlıklar hem de… Belki siz de yaşadınız bir benzerini, size de anlatıldı belki…
Galiba kabul etmediğimiz, daha doğrusu edemediğimiz bir şey… özellikle sözlü tarihte, anı aktarımında kişilerden çok kişiliklerin, birebir yaşanmışlıklardan çok toplumsal yaşanmışlıkların, duyguların ve çözümlemelerin öne çıkması, çıkarılması…
Resmi tarih yazmaz…
Çok belirleyici bir sloganın yaşamı nasıl da sarıp sarmaladığını ifade ediyor Güvenli, satır aralarında: 12 Eylül koşullarında, içeride bulunduklarından özgürlükleri engellendiği için imkansızı deniyorlar, birlikte… hem de kahkahalarla.
12 Eylül bir travmaydı, hepimiz yaşadık. Gençler, daha da önemlisi, gelecek kuşaklar bu dönemi yazılanlardan, anlatılanlardan öğrenecek. Resmi tarih hiç yazmayacak bu yaşananları. İşte birkaç hafta sonra yıldönümünü anacağımız “Hayata Dönüş” operasyonu… Egemen güçler hâlâ suçluyor dört duvar arasında savunmasız yakaladıkları mahkûmları. Hâlâ savunuyor onları öldürmelerini. Şimdi, o azgın saldırı sürecinde, “ben açlık grevinde değildim”, “bana saldırılmadı” ya da “haklıydı askerler bombalı saldırılarında” diyebilir mi birileri? Ama aradan 40 yıla yakın bir zaman geçmiş olmasına rağmen birileri, “orada öyle olmamıştı da böyle olmuştu” savunusuyla anlatılanları ithamlarla eleştiriyor.
Asiye Güvenli, bir açıdan bu ve benzeri itirazları boşa çıkartıyor. Okurken gül(ümse)seniz de sonradan bir yumru gelip tıkıyor boğazınızı, yutkunmak bile yetmiyor.
Taş Duvarları Aşan Kahkahalar, Asiye Müjgan Güvenli, öykü, Favori Yayınları, Kasım 2018, 192 s.
Kaynak: Siyasi Haber
- 5 gösterim