09.11.2024
Sevgili Adil Okay Merhaba,
Selam ve sevgilerimi yolluyorum sizlere.
Mektubunu aldım.
Kitap tanıtımını yollamışsın, teşekkür ederim. Kitabı da okumak isterim. Burada kitapla ilgili sorun yaşamıyoruz, mahkeme toplatma/yasaklama olmayan kitapları alabiliyoruz. Heyecanla bekliyorum.
Hapishaneler söz konusu olunca abartmaya gerek kalmıyor bence. Hatta şu anda sadece hapishane değil dışarıda yaşanan bir olayı bile abartmaya gerek olmuyor. O kadar akla hayale gelmez şeyler ki insanlığın yaşadığı film ya da sanatın başka bir alanında –yasada- denk gelse “bunlar da fazla uçmuş” denilecek şeylere şahit oluyoruz her gün. Düşünsenize sağlık sisteminin halini. 3-4 yıl önce bebekleri bile öldürecekler diye anlatsak “abartma sen de!” derdi insanlar.
Ya da deprem zamanı yaşadıklarımız… Gazze’de olanlar… Aklın sınırları fazla zorlanıyor. Zaten çağın sorunu bu değil mi biraz da… Gizli kapaklı bir şey yok artık. Her şey en uç haliyle ortada. Bu da insanları gerçeklerden kaçar hale getiriyor bir noktada. Ya da onca bilginin içinde hakikati zaten öğrenemeyiz diyerek her şeye, herkese karşı güvensizleştiriyor. O yüzden olabildiğince sade ve de onca karanlığın ortasındaki umut verici yanlarıyla anlatmak sanatın da görevi.
Kitap tanıtımında demişsiniz ya “kahramanlık menkıbeleri yazmak yerine” kahramanlık da böyle bir şey zaten. Hapishanedeki tutsaklar ne tek başına kurban ne de tek başına kahraman. Acıyı da umutsuzluğu da karamsarlığı da doludizgin yaşıyoruz her an. Tecritin en koyu olduğu yerdeyim sanırım. Ağırlaştırılmış bir tutsak olarak tekli hücrelerdeyim. Ama her şeyde bir umut bulmaktan ziyade yaratan yürekte o kahramanlık… Yaşam; saldırmaya, çekilmez hale getirmeye çalışanlara karşı onu her an savunmak, bazen küçük bir ota, bazen bir tırtıla, arıya can verebilmek. Şu ara bir haylaz tırtılım var, marulun arasından çıktı, tabak hazırlıyorum ona, her gün taze yapraklarla hart hart yeme sesi geliyor bazen, öyle keyif veriyor ki bana. Sık sık kaçmaya çalışıyor, yerde –duvarda yakalıyorum, yanlışlıkla ezilmesin diye tabağa geri koyuyorum. –“Ölene kadar” diye attıkları, hücrede yeni heyecanlar bulmak başlı başına bir kahramanlık değil mi zaten? İnsanlar büyük cesaretler sanıyor kahramanlığı, hiç de öyle değil. Herkesin yüreğini–aklını kararttığı yerde bir ışık yakmak aslında. Bunu bir düşünceyle de yapabilirsin, bir küçücük hediyeyle bir insanı mutlu ederek de, üreterek de. Bir beste, bir şiir, bir tiyatro… Bugün insanlığın böylesi kahramanlıklara ihtiyacı var zaten.
Bu ara çevremiz adli tutuklularla kuşatılmış durumda, sayıları arttıkça hücre cezaları için, bizim olduğumuz tarafa getirdiler. Siyasi olduğumuzu anlayanlar, attığımız sloganlar karşısında hemen İstiklal Marşı söyleme refleksinde bulunuyor mesela. Öğretilmiş bir şey tanımıyorlar, bilmiyorlar. Sohbet edip bir kahve ikramında bulununca tavırları hemen değişiyor. Bu insanlar düzende insan namına değer bile görmeyen insanlar. “İnsanca” bir tavır görünce “öğretilmiş” her şeyi atmaya hazır. Bu kadar basit ve insanca aslında “kahramanlık” dediğimiz şey. Duyabilmek, görebilmek, dokunabilmek insanlığın yok edilmeye çalışılan her yanına.
Hapishaneler dışarının prototipi gerçekten. Egemenler nezdinde hayata yayılan saldırıların özünü burada çok daha mekanik olarak yaşıyoruz. Çürümeden yozlaşmaya, çaresizleşmeden bireyselleşmeye… Ve rüzgar bunlardan yana estiğinden o rüzgara karşı duran her şey kahramanlık sanılıyor bir yerde. İnsanı ve insanlığı savunmaktan vazgeçmemek işin özü…
Peki, kitap oyuna dönecek mi yakın zamanda? Yani sahnelenecek mi? Umarım olur. Gördükleri, okuduklarından daha çok etkiliyor artık insanları. Kitabı da etkilerini de merak ediyorum.
Ben müsaade isteyeyim. Kucaklıyorum sizleri tekrar. Herkese çokça selamlar. Umutla kalın.
Didem AKMAN
Sincan Kadın Kapalı Hapishanesi C-4
Sincan/ANKARA
- 41 gösterim