Dinle!

Dinle!

Yoğun bir kuşatmanın içindeyken, kafam o konudan bu konuya atlayıp hepsini anlamaya, çözmeye çalışırken bir bakıyorum ki kayboluvermişim, o konu yığınlarının arasında… Yazmak geliyor içimden; bağırabilmenin metin şekli…

Dinle!

Utancımdan, bir coğrafya hatası olarak doğduğumu düşündüğüm bu topraklarda yaşanan her olay, konu, kavram bulamacı beni daha fazla hasta ediyor. Örneğin kendimi bildim bileli “İnsanlık” kavramının ne kadar sorunlu ve içeriğinin ne kadar yanlış şekilde doldurulmuş olduğunu düşünüyorum.

Dinle!

Kutsal kitaplara, dinlere inanmasak bile onların “insan, evrenin yaratılış nedenidir” veya “insan bedeni kutsaldır”gibi söylemleri aklımıza öyle yer etmiş ki, insan olmanın çok matah bir şey olduğu fikrinden bir türlü vazgeçemiyoruz. Bütün bunlara, bilimsel düşünceyi kabul etmiş insanların, evrimin bir ilerleme olduğu ve bundan yola çıkarak insanın da en ileri canlı türü olduğu şeklindeki yanlış saplantısı da eklenince, “insan” artık o yukarıdaki yerinden vazgeçmek istemiyor. Oysa ki hiç bir aklı başında evrim bilimci böyle bir şey söylemiyor…

Tüm bu karmaşanın sonunda da herkesin elinde, dilediğince, lastik gibi uzatıp kısaltabildiği, oyun hamuru gibi evirip çevirebildiği bir “insanlık” kavramı oluşuyor. Elbette bu çok daha uzun ve apayrı bir tartışmanın konusu. Peki ben buraya nereden geldim?

Dinle!

Ben bu yazıyı yazarken 51. Gününe ulaşmış olan Açlık Grevi ya da Ölüm Orucu konusunun bu ülkenin “turnusol kağıdı” olduğu düşüncesinden…

Öncelikle ve sadece bu eylem biçimi ile sınırlı olmak şartıyla ve kendi fikrimce şunu söylemek istiyorum: Açlık grevi, bir kişinin kendi bedeni üzerinde, tamamen kendisine ait olan “kendi kaderini tayin hakkı”dır. Bu anlamda her türlü eleştiri ve yargıdan muaftır. Bir insan, içinde tepeden bir bakış içermeyen “ben açlık grevine karşıyım” gibi bir cümle sarfedemez. Çünkü açlık grevi, kişinin kendi bedenini, sonucunda fiziksel olarak sadece kendisine zarar verecek ama manevi anlamda tüm insanlarda da bir iz bırakacak bir silaha dönüştürmesidir. “Doğrudan Eylem” gibi siyasi eylemlerin içeriklerine, hedeflerine, yöntemlerine karşı olabilir veya kabul edebilir veya eleştiriler getirebilirsiniz; ancak açlık grevi bütün bunlardan muaftır. Açlık grevini ya görürsünüz ya da görmezden gelirsiniz; işte o çok karmaşık“insanlık” kavramı da sizin tavrınıza göre en net haliyle burada ya ortaya çıkar ya da çıkmaz.

Neden burada ortaya çıkar?

Dinle!

Çünkü açlık grevi bizim bu eylemi yapan kişiye ve onun da üzerinden tüm insanlığa hangi gözlerle baktığımızı çok açık bir şekilde gösterir. Söylemenin son noktasına gelmiş bir insandır karşımızdaki… Söyleyecek sözü bitmiş olduğundan değil; onu duyacak kulak olmadığından son noktadadır…

Antonin Artaud şöyle yazmıştı bir kitabında: Cehennemimden çıkmak için yazıyorum. Açlık grevini yapan kişinin durumu bunun bir hayli ötesindedir; duymayacak, dinlemeyecek kulaklara, anlamayacak akıllara söyleyecek bir şeyi yoktur; kalmamıştır; bilir… Ama o cehenneminden çıkmak zorundadır ve bu yüzden bedeninin en büyük çelişkisi ile bağırır: O, ölmeye yatmıştır; ama ne kadar uzun süre dayanırsa o kadar da bağırmış olacaktır…

İnsanlık nerede mi? Bu bağırışların duyulduğu, duyulacağı yerde: İnsan, insanı dinler. Dinle!

Kaynak: haberfabrikasi.org