”İyi insan olacağınıza, öyle bir yere götürün ki dünyayı, iyilik beklenmesin! ” diye seslenir Bertolt Brecht ‘Halkın Ekmeği’ isimli eserinde. Onun temel sanat anlayışı, hayatın özünde yer alan toplumsal meselelere dayanıyordu kuşkusuz. Salt kendi ülkesinde değil, dünyanın her hangi bir yerinde yaşanan bir haksızlık onu yakından ilgilendiren bir mesainin içine giriyor; kaleme aldığı her satır, dünyanın daha iyi bir yer olması gerekliliğinden dem vuruyordu.
Kendisini dört duvar arasına gizleyip, olayların akışından soyutlamadı hiçbir zaman. Son derece kritik riskler aldı, dönemin faşist liderlerine karşı şiirleri ve nefesi ile meydan okudu, sürgüne gittiği şehirlerde bile mücadelesinden vazgeçmeyip, sanatın zorbalığa yönelik ilham verici direnişinde önemli bir simge haline geldi Alman dilinin bu büyük yazarı.
Sanatın etkileyici gücü muazzamdır. En zor zamanlarda bile insana umut edebilme gücü verir. Yarattığı sinerji, insanın ruhundaki direnme gücünü arttırır… Onun ruhumuza işleyen eli ile hayatı ve dünyayı daha iyi tanırız. Yeri gelir yerin yedi kat altını eşeleyen bir madencinin yorgunluğunu tadar, yeri gelir mahpusta tutsak bir devrimcinin cesaretine ortak oluruz. Sesleri duyulmayan insanlara ses olan sanat, sadece bizlere bir şeyler anlatmakla kalmaz, aynı zamanda bizi bir arada tutup, iyiliğin beklenmediği o dünyayı kurmaya teşvik eder.
Onun dil, din, renk ve ırk ayrımı yapmadan dünyayı kucaklayan bu evrensel ve eleştirel yönü, hiç şüphesiz yüreklerini satılığa çıkartmış kişileri tedirgin etmeye ve tedbir almaya sevk edecektir. Öyle ki topluma insanca bir hayat sunmaları beklenirken, bunun yerine zamanlarının çoğunu yolsuzluk yapmakla ve dikta rejimi kurmakla geçiren bu otoriter kafalar, nerede ezilen, sömürülen ve yok sayılan insanların şarkılarını duysalar, dumura uğramış gibi yerlerinde tepinip, toplumdan yana sanatı ve sanatçıyı bastırmaya çalışıp, onu tamamen yok etmeye uğraşır.
Ve fakat ne yapsalar da bunda bir türlü başarı sağlayamazlar. Jara’nın gitar çalamasın diye ellerini kıran, Zweig’in kitaplarını toplayıp evinin önünde yakan, Nâzım Hikmet’i sürgüne gönderen, Mehmed Uzun’a kendi anadilinde yasak koyan ve Grup Yorum üyelerini cezaevlerinde tutup devrimci sanatını engellemeye çalışan bu gerici akıl, dünde olduğu gibi bugün ve yarın da aynı sonuçla karşılaşmaya devam edecek. Sanatın sınır, sınıf ve uzak dinlemeyen bu uzun soluklu nefesi, zorbaların tüm müdahalesine rağmen diyar diyar dolaşacak; geçtiği her coğrafyada insana umudu, iyiliği ve cesareti öğretmeyi sürdürecek.
Grup Yorum üyeleri uzun bir süredir adil hukuk normlarına uymayan bir anlayışla cezaevi hücrelerinde tutsak tutuluyor. İnsanlık onuruna aykırı davranışlara maruz kaldıkları yetmezmiş gibi yasal hakları görmezden gelinip, keyfi uygulamalarla cezaevindeki kalış süreleri uzatılıyor. Müzik çalışmalarını yaptıkları ‘İdil Kültür Merkezi’ defalarca kez basılan, milyonları bulan geniş bir dinleyici kitlesine sahip olmasına karşın konserleri yasaklanan, her an, her saat sözde tanık beyanatlarına dayanılarak haklarında kovuşturma başlatılan ve umuda dokunan şarkıları ile halka karışması engellenen protest müziğin bu önemli temsilcileri, kendilerine yönelik haksız ve hukuksuz uygulamaları protesto etmek için aylardır açlık grevindeler.
Benim çocukluğum ve ilkgençlik yıllarım onların müziğini dinleyerek geçti. Yüzbinleri bulan konser alanlarında ben de vardım onların umuda çalan şarkılarına eşlik edenlerin arasında. Her sanatçının gıpta ile baktığı etkili bir şöhrete sahiptiler. Öyle ki konser alanlarında onlarla birlikte şarkılar söylemek isteyen sayısız ünlü isimlere rastlanabilirdi. Lakin kişiliklerinde en bir ufak kibir barındırmayan bu insanları, hınca hınç dolu geçen konserlerinden bir gün sonra bile İstiklal Caddesinde toplanan kayıp yakınlarının arasında görebilirdiniz. Nerede bir eylem varsa, nerede bir haksızlık yaşanmışsa, nerede işi ve ekmeği için direnen sesler yükselmişse, onları orada görmek mümkündü. Gözlerinin aynasında yanan kıvılcım ve dillerindeki devrimci şarkılar ile halkın gereksinim duyduğudost eli oluyor, soluksuz nefeslerinde bütünleşiyorlardı.
Elbette otorite buna seyirci kalmayacak, elbette ne gerekiyorsa yapacaktı. Bunun için uzun uzadıya düşünmesi de gerekmiyordu. Şöyle bir geçmişe dönüp, dönemin zorbalarının deneyimlerine bakması yetecekti. Ama yanıldığı ve yanılmayı sürdürdüğü bir şey vardı; Gerçek, önüne hangi engeller konulursa konulsun, yürümeye devam ediyor. Ne işkenceler, ne tutsaklıklar, ne de sürgünler, sanatın bu muazzam etkileyici gücünü kıramayacak. Haksızlığa uğrayan her insan kayıp soluğunu sanatta bulacak. İçinde tükenen umudu bir tek onda görecek yeniden başlamak için. Sanatçı, halkın yüreğine değmeyi ve onunla bütünleşmeyi sürdürecek. Cezaevinde tutsak tutulup, açlık grevinde olsa bile…
Erhan SEZER
Kaynak: Gazete Fersude
- 11 gösterim