"Hapiste otuzuncu yıla üç ay kaldı. Hala insanları seviyorum..."

“Akıp gidiyor hayat. Otuzuncu yıla üç ay kaldı. Sonra otuzuncu yıldan gün alacağım. Hala insanları seviyorum, kendimi hep o sevgi topluluğuna ait hissediyorum, hiç içeri girmemiş, hiç hapislik yaşamamış gibi. İnsanların için deyim. Onlar da hep zihnimde, şu hapishane denen fasit daire de avara kasnak gibi dönüp durmuyor, sallanıp düşmüyorsam beki de bendeki bu Arşimet noktasındandır: İnsanlar…”

Seyit OKTAY. T Tipi Hapishane A3-8. TOKAT

 

22 Ağustos 2022

Merhaba Adil Hocam,

                Kartını aldım. Teşekkür ederim her şey için. Aslında daha önce yazacaktım ama sizden haber bekledim. Daha önce yolladığınız “Muharrem Şarklı” nın kitabını yani “Muharrem Usta” nın gerçekten de etkili, çarpıcı hayat hikayesini anlatan, sade, içten anlatımlı kitabını almıştım, teşekkür ederim.

                Kitapta bir Anadolu emekçisinin gerçekten okunması icap eden otobiyografisi ile karşılaştım. Çok beğendim. Dönem atmosferini çekilen çile ve acıları, yaşanan zorlukları en sade biçimiyle, olağanca içtenliğiyle yazmış. Gerçek bir emekçinin portresi. Bunları söyleyebilirim.

                Size çok geciktirmeden cevap yazmak istedim. Malum posta fiyatlarına da zam geldi gerçekten altından kalkmak çok zor olmuş. Elimizde de kala kala bir posta-mektup kalmış. Bu gidişle onda da tasarrufa gitmek zorunlu olacak. Zaten kantin alış-verişi tamamen zaruri ihtiyaçlara odaklanmış, başka bir şey alabilmek mümkün değil.

                Otuz yıla yaklaşan hapislik hayatımda çeşitli dönemler ekonomi gündemde de olsa da, krizi en derin biçimde ilk defa bu dönem böyle hissettik. Anlayacağınız dışarı-içeri en azından bu konuda bir ve eşit yaşıyor bir şeyi:)

                Sizler nasılsınız? Değerli Tülin Hocam’a ve Sevgili Öykü’ye de selam ve sevgiler, umarım ailecek iyisinizdir. Tabi Görülmüştür ekibinin emekleri paha biçilmez değerde. Hepsine ayrı ayrı sevgiler, bir gün hep bir arada dost sohbetleri yapacağımız günler tütüyor burnumda.

                Hayatı güzel, anlamlı ve kolay kılan dostlar her zaman kıymetlidir. Çoğu zaman yaşanan birçok zorluğu bu sayede aşabiliyor insan. İçeride bu daha da önemli hale geliyor. Zamanla kırılgan, hassas ve bir tür hüzünbaz esintiler sarıp sarmalıyor insanı. Sanki sen burada işte çile doldururken dünya kendi bildiği yönde dönmeye devam ediyor, ne bileyim, bazen dışarıdan yansıyan bir tür umursamazlık ya da kanıksama halleri, olduğu gibi kabullenme vaziyetleri insanı bir tür duygusallığa sürüklüyor. Aslında hayatın akışı belli. İstesen de istemesen de herkes kendi dünyasının içinde, eskiden bir tek dünyamız vardı hepimiz içindeydik. Şimdi ise herkesin ayrı bir dünyası var ve herkes birbirinin uzağında. Sanırım bir gün bu teknoloji ve bilişimin hakim olduğu tanımlama arayışı gündeme geldiğinde ‘Ayrı dünyalar çağı’ demek uygun olacak. Oysa dokunmanın, paylaşmanın, sevginin, özlemin, aşkın, kavganın bile yerini alamaz hiçbir makine. Ama artık makineler de bir gerçek ve bu hayatın bir parçası. Bazen sağlık sorunlarım nedeniyle hastaneye gidiyorum. Herkesin elinde bir telefon, saniyede bir uğraşıp duruyorlar. Hatta bazen tam muayenenin ortasında clink bir ses geliyor, bakıyorum doktor telefona yöneldi. Acayip bir dünya oluşmuş. Tabi ben gibilerde biraz antik eser olduk:) İçeri girdiğimde ne cep telefonu vardı, ne de bu kadar geniş ağlara sahip ve yaşamı çepeçevre saran sosyal medya ve türevleri vardı.

                Zaman akıp gidiyor, yaşanan, geride kalan gerçek oluyor, an hep bir muamma, olasılık ve karmaşayı ifade ediyor, gelecek ise düşlere yolculuk. Zaman, hapishanede hep sorguladığım bir kavram, sanki hep aynı günü yaşıyormuşsun hissi var. Zihnin ise bir tür kural bozucu, o sınır tanımıyor, durmuyor, sanırım zamana eşlik edebilme özelliği olan yegane yetimiz zihin. Zaman-zihin tünelinde bir otuz yıl tamamlanmak üzere. Öyle çok şey var ki yaşanmış olan, bazen de her şey koca bir boşluğu andırıyor. Sevinçler, heyecanlar, neşeler, hapishanede kalıcı olmayı başaramıyor, bir tür hüzün kuşu hep dolaşıyor üstümüzde. Belki de hapishanenin yapısından kaynaklı, ‘kapatılma’ bir çeşit burukluk, kısıtlılık yaratıyor. Zaten mahkemeler de vasi karar tayin belgelerinde içeridekine ‘kısıtlı’ diyor. Çok kısıtlı ama hastane gidiş-gelişleri insanın ne kadar kısıtlandığını insana en derinden hissettiren yolculuklar. Çiçekler, ağaçlar, insanlar, taşıtlar, kuşlar, hayvanlar, bakışlar, kadınlar, erkekler, çocuklar, bakışlar, bakışmalar, giysiler, gülüşler, süzmeler, esmeler, geçmeler, umursamalar, umursamazlıklar, hayıflanmalar, acımalar, öfkeler, tepkiler, neler neler…

                Akıp gidiyor hayat. Otuzuncu yıla üç ay kaldı. Sonra otuzuncu yıldan gün alacağım. Hala insanları seviyorum, kendimi hep o sevgi topluluğuna ait hissediyorum, hiç içeri girmemiş, hiç hapislik yaşamamış gibi. İnsanların için deyim. Onlar da hep zihnimde, şu hapishane denen fasit daire de avara kasnak gibi dönüp durmuyor, sallanıp düşmüyorsam beki de bendeki bu Arşimet noktasındandır: İnsanlar…

                Artık bitireyim. Sağ olun sevgili dostlar, hepiniz güzel insanlarsınız. Sizlerle olmak hep güzel duygular uyandırıyor. Sizlerle sohbeti, paylaşmayı seviyorum çünkü sizi seviyorum. Hepinizi özlemle kucaklıyor, selam, sevgi ve saygılarımı iletiyorum. Tekrardan Adil Hocam en içten duygularla teşekkür ediyorum. Kitap için de kart için de, her şey için de…

Sevgi, selam, saygıyla

Seyit OKTAY

T Tipi Hapishane A3-8

TOKAT