Hapishanelerdeki tecridin koyulaşmasıyla iş cinayetlerindeki astronomik artış ya da kadın cinayetlerinin, doğa kırımının zembereğinden boşalmış bir gözü dönmüşlükle hükmünü yürütmesi arasındaki ilişkiyi kurabildiğimiz oranda içerde de dışarda da hücreler yıkılacaktır!
Mürüvet Küçük
Hapsedilmenin tarihte bir cezalandırma yöntemine dönüştüğü günden bu yana tüm zamanların birikmiş deneyimleriyle kuruluyor yeni infaz rejimleri. Buna alfabenin sayısı giderek artan harfleriyle isimlendirilen yeni hapishane modelleri eşlik ediyor. Her biri bir öncekini aratacak nitelikte tasarlanmış, eza çektirmeyi katmerlendirme felsefesiyle kurgulanmış modeller bunlar. Tarihteki tüm hapsetme deneyimlerinin gözden kaçırılmış en küçük ayrıntısı bile titizlikle incelenip mevcut olana ekleniyor.
İnfaz rejiminin ruhunu oluşturan, kişiyi kendisini gerek entelektüel gerek sosyal ve moral anlamda üretemez hale getirecek şekilde kötürümleştirme hedefi, dışardaki mücadelenin gerilediği her dönemde daha da despotik biçimler kazanıyor. Aslında içerde kurulmak istenen bu rejimin dışardaki tüm sınıf ve toplumsal ilişkiler için de kurulduğu unutulmadan…
Çeşitli sınıflardan oluşan toplum elbette durağan değil, birilerinin bir yerlerde tasarladığı projelere sığmayacak kadar dinamik ve akışkandır. Ama o “birileri” yani zamane egemenleri, bunu bile bile yine de planlar yapacak, aynı anda birkaçını devreye sokacak, olasılık hesaplamalarıyla hareket edecek bir yönetme kültürüne, deneyimine sahiptir.
Bugün “Suyu fazla kullandın” gibi hiçbir mantıki açıklaması olmayan ve buna gerek de duyulmayan gerekçelerle infazlar yakılıyor. Buna, hasta mahpusları ölüme günler sayarken bile tahliye etmemek, tedavi haklarını türlü biçimlerle gasbetmek ekleniyor. Türkü söylemek bile disiplin cezasının, iletişim yasaklarının bahanesi edilebiliyor. Tutsaklar, ailelerinin ulaşmalarının neredeyse imkansız olduğu kilometrelerce uzaklıkta ve dağ başlarındaki hapishanelere sürülüp duruyor. İçeride “sosyal etkinlik” adı verilen ve tutsakların başka hücrelerde-koğuşlarda kalan arkadaşlarıyla bir saat de olsa bir araya gelip farklı bir sosyallik yaşayacakları, moral kazanacakları tüm kazanılmış haklar yok sayılıyor. Arkadaş görüşmeciliği giderek aslanın ağzından ekmeği çekip almak kadar imkansızlaşıyor. Koğuşta ya da hücrede tutsağın kendi gündelik yaşamını, entelektüel-kültürel üretimini kolaylaştıracak her şey gasbediliyor.
Saymakla bitmeyecek yöntem ve biçimlerle tecrit ve tretman derinleştirilmeye çalışılıyor. Özünde İmralı’daki tecrit tüm hapishaneler için yeniden üretilip uyarlanıyor. Tutsaklar her gün çağrı yaparak bu gidişata karşı geliştirilecek toplumsal duyarlılığın önem ve anlamını hatırlatıyor. “Bu despotik infaz rejimi, bu model mohapishaneler sadece hapishanelerle sınırlı değil, aynısını dışarda da kuruyorlar” dercesine…
“İçerde dışarda hücreleri parçala!” sloganı 2000 F tipi saldırısı döneminde öne çıkan bir slogandı.
Nitekim bugünkü sonuçların birçoğunun temelleri aslında o dönem atılmıştı. İçerde hücre sistemine dayalı tecrit ve tretman modeli dışarda; bireyselleştirme, toplumsal ve kolektif olan her şeyden uzaklaştırma, örgütsüzlüğü derinleştirecek zor ve rızanın iç içe geçtiği tüm saldırı biçimlerinin aynı anda devreye sokulması biçiminde hükmünü konuşturuyordu. Bu, üretim organizasyonları ve modelleriyle kapitalist üretimin bağrına doğru derinleştiriliyor, ölçek olarak genişletiliyordu.
F tiplerindeki temel hedeflerden biri, kolektivizmi, dayanışma ve birbirinden güç alıp sosyal etkileşim içinde birbirini olumlu anlamda dönüştürme zeminini ortadan kaldırmaktı. Devrimci tutsaklar bu projeyi sayısız direniş biçimiyle azımsanmayacak oranda etkisizleştirdiler belki, ama dışarıyla buluşamadığı oranda büyük bedelller ödenerek kazanılan en küçük haklar bile süreklileşmiş bir fiziksel ve psikolojik gerilimin konusu olarak bugünlere kadar gelindi.
Gelinen noktadaysa hapishaneler, eskiden olduğu gibi sadece örgütlü devrimci-yurtsever kesimleri değil, sistemle şu ya da bu şekilde karşı karşıya gelen, “hak” diyen hemen tüm toplumsal kesimler için hazır bekletilen mekanlar haline geldi. Çünkü saldırının çapı-derinliği büyüdü, çünkü sistem kriz içinde saldırı dışında bir seçenek tanımıyor. 3. Havalimanı inşaatında “Köle değiliz” diyen işçiler ve sendika yöneticileri de kağıt toplayıcıları da kadın kurtuluş hareketinin öncü kesimleri de doğasına-yaşam alanına el konulmasına izin vermeyen köylü de “gelecek” yönelimiyle hareket eden genç de hatta bir depremzede de buralara hapsedilebiliyor/hapsedilebilir.
Dışarda baskı ve zorun dozunun fütursuzlaştığı, her “hak” diyenin tepesine gazın-copun indiği, insanların sadece basın açıklamasına katıldığı için gözdağı olsun diye tutuklandığı bu koşullarla; hapishanelerde kurulmak istenen despotik infaz rejimi arasında dolaysız, dolaysız olduğu kadar organik bir ilişki vardır.
Kardeşinin cenazesine katılmak için Kandıra F Tipi’nden Elazığ’a getirilen Kürt kadın siyasetçi Gültan Kışanak’a dönüşte yaşatılanlar acının üzerine tuz ekmek değil de nedir?!.. Hem de son derece bilinçli ve tasarlanmış olarak.
Tüm infaz rejimi işte bu anlayışla kurgulanıyor!.. İmralı’daki tecrit, anlayış ve hedef olarak tüm cezaevlerine uyarlanıyor.
Bu, fabrikada emek sömürü rejiminin giderek kuralsızlaşıp despotlaşmasıyla ya da dağ taş maden patronlarının yağmasına açılırken asırlık ormanların, oralarda oluşmuş yaşamların, toplumsal ve ekonomik ilişkilerin, tarihsel varoluşun kökünün kazınacağı gerçeğinin umurlarında olmamasıyla o kadar iç içe ki…
Hapishanelerdeki tecridin koyulaşmasıyla iş cinayetlerindeki astronomik artış ya da kadın cinayetlerinin, doğa kırımının zembereğinden boşalmış bir gözü dönmüşlükle hükmünü yürütmesi arasındaki ilişkiyi kurabildiğimiz oranda içerde de dışarda da hücreler yıkılacaktır!
Kaynak: Yeni Yaşam
- 4 gösterim