Gazeteciler Candan Yıldız, Mehveş Evin, Sabiha Temizkan, Şirin Payzın ve Zehra Doğan’ın sorularını yanıtlayan Kışanak, 16 Ekim'de bir kez daha hakim karşısına çıkıyor.
14 Ekim 2019 - İstanbul - BİA Haber Merkezi
Gültan Kışanak'ın portresini Zehra Doğan çizdi.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi eski eş başkanı Gültan Kışanak, Ekim 2016’da tutuklandı. O günden beri de Kandıra F Tipi Cezaevi'nde tutuluyor.
Kışanak, 16 Ekim'de cezaevinde aynı koğuşta kaldığı Sebahat Tuncel ile birlikte Malatya 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde bir kez daha hakim karşısına çıkacak.
Davaya konu soruşturma Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütüldü, yargılamaları ise “güvenlik sebebiyle” Malatya’da yapıldı.
Kışanak’ın “örgüt üyesi” ile suçlandığı iddianamede, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, 21 Mart Newroz kutlamaları, 2012 yılında cezaevlerindeki açlık grevlerine dikkat çekmek için düzenlenen yürüyüş ve basın açıklamaları, Silvan, Sur, Cizre, Nusaybin ve Şırnak’ta sokağa çıkma yasakları, Suruç katliamı ve mitinglerde yaptıkları konuşmalar var.
Kışanak, duruşma öncesinde bianet aracılığı ile gazetecilerin sorularını yanıtladı.
Biz, soruları gazetecilerin isimlerine göre alfabetik sıra ile gönderdik, o da aynı şekilde yanıtladı. Mektubun sonunda da özel teşekkürlerini iletti.
Candan Yıldız/t24
"Yazmak, kadınlara karşı sorumluluk"
Bir senaryo yazdığınızı duyduk. Nasıl bir senaryo gelecek merak ediyoruz. Biraz ipucu verebilir misiniz?
Doğrusu senaryo yazma meselesinin gündem olması beni biraz telaşlandırdı. Çünkü ortaya nasıl bir şey çıkacağını henüz ben de bilmiyorum. Sorumluluk, belki de zorunluluk denebilir beni senaryo yazmaya yönelten. 12 Eylül'de Diyarbakır 5 No'luda kadınların yaşadıklarını yazma sorumluluğunu hep omuzlarımda hissettim. Bu beklentiyle de hep karşılaştım. "Neden yazmıyorsun?" sorusu 39 yıldır cevap bekliyor.
Kişisel olarak o yılları unutarak yaşamayı tercih ettim. Ama kadınlara karşı duyduğum sorumluluğu da içimden atamadım. "Çıplak gerçek, vahşetten başka bir şey değil, neyini yazayım ki?" diyerek hep öteledim. Belki sanatsal yönü, imgesel anlatımı güçlü bir yol denersem, yapabilirim diye düşündüm.
Sırrı Süreyya'nın bu cezaevine gelmesi de "hayata bazen tesadüfler yön verir" sözünü doğruladı. "Böyle bir fikrim var senaryo yazabilir miyim?" diye sormamla, Sırrı beyin beni bu işin içine atması bir oldu. Mektuplar üzerinden haberleşerek, bir nevi uzaktan eğitim aldım diyebilirim. Sadece teknik bilgi vermek değil, teşvik etme ve cesaretlendirme konusunda da iyi bir hoca olduğuna şüphe yok.
Son olarak tahliye olduğu gün ödevlerimi sıralayıp, bir de "Artık kendine güven ve bitir şu senaryoyu" diyen bir mektup yazmış. Mektubunu aldım, ödevlerimi yapmaya başladım.
İpucu konusuna gelirsek, gerçekten henüz çok erken, bir gün yazdığımı ertesi gün beğenmiyor, yeni baştan yazıyorum. Çünkü bir taraftan gerçekliğe sadık kalmaya, bir taraftan da kurmaca bir eser ortaya çıkarmaya çalışıyorum. 12 Eylül, toplumsal ve siyasal gidişatın yönünü değiştiren, sonuçlarını hala yaşadığımız bir darbeydi. O nedenle Diyarbakır Cezaevini yazmaya çalışırken de bu bağlamdan kopsun, "tarihin bir zamanında yaşamış bir şeydi" gibi algılansın istemiyorum. Anlayacağınız bir hayli zor bir konunun içine daldım, hakkını vermeyi umut ediyorum.
Mehveş Evin/ ArtıGerçek
"Saldırı eşitlik arayışına"
Kadınların siyaset mücadelesine dair gözlemleriniz neler? HDP dâhil, kadınlar sözlerini iyi duyurabiliyor mu? Diyarbakır'a yine kayyum atandı, gerekçelerden biri "eşbaşkanlık". Sizce eşbaşkanlık neden kriminalize ediliyor?
Kürt Siyasetinin Mor Rengi kitabını yazarken, başka birçok mesajı da vardı ama asıl amacımız, siyaset kulvarında yol almak isteyen kadınlara, deneyimlerimizi aktarmaktı.
Her birimiz kendi hayatımızda defalarca şunu deneyimlemiştik: Erkek egemen sisteme karışı mücadele bütünlüklü olmak durumundadır. Kadının kendisini güç ve irade olarak görmesi, kadın dayanışması ve örgütünden güç alması, sistemin baskılarına karşı direnmesi ve parti için eril zihniyetle mücadeleyi elden bırakmaması. Bu dördünü birlikte yürütmek zorundayız.
Türkiye çok zorlu bir dönemden geçiyor. 2015'ten bu yana kesintisiz siyasi yaşıyoruz. Belki de bu siyasi darbe sürecinin en az tartıştığımız ve yeterince bilince çıkartamadığımız kısmı, kadınların özgürlük mücadelesine yönelik saldırılarıydı. Ağır sonuçları olduğu da görülüyor. Sadece kadın siyasetçilerin tutuklanmasından bahsetmiyorum. Asıl saldırı kadınların özgürlük ve eşitlik arayışına yapıldı. Kadın kurumlan kapatıldı, kadınlara gözdağı veren uygulamalar yapıldı. Ardından da kadın kazanımlarını bir bir geri alma tartışmaları başlatıldı.
Çocuk yaşta evliliklere yasal dayanak arama çabaları, nafaka hakkını kaldırma girişimleri, İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme tartışmaları, eşbaşkanlığın kriminalize edilmesi aynı eril zihniyetin ürünüdür.
Öyle görülüyor ki kadınları, özgürlük, eşitlik iddiasından ve duruşundan geri adım atmaya zorluyorlar. Kadınların bu saldırıların, zihniyet boyutunu görmesi ve buna karşı sözünü daha güçlü bir şekilde duyurması tabi ki çok önemli.
F tipi cezaevleri tecrit mekânları, dışarı ile iletişim imkânlarımız çok sınırlı. Bu koşularda takip edebildiğim kadarıyla aslında kadınlar, toplumsal muhalefet odakları arasında en dinamik ve en direngen kesim. Kadına yönelik şiddet ve yasal hakların geri alınması çabalarına karşı kadınların ortak duruşu umut verici. Ayrıca seçim süreçlerinde kadınların demokrasi mücadelesini ortaklaştırma ve halkın iradesine sahip çıkma konusunda gösterdikleri çaba da önemliydi.
Her zaman olduğu gibi kadınların meşru ve haklı taleplerinin karşısına, toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifinden yoksun yasaları çıkartıyor. "Neden yerel yönetimlerde kadının adı yok" diye sormayıp, "yasalarda eşbaşkanlık yok" diyerek, kadınların yerel yönetime katılma çabası terörize ediliyor.
Buna karşı güçlü, meşru ve örgütlü bir karşı koyuş konusunda eksikler yaşandığını görüyoruz. Bunda, yerel yönetimlerin gelen olarak saldırı altında olmasının da payı var. Ama sivil, demokratik, yaratıcı yöntemlerle kadınların yerel yönetimlerde söz sahibi olmasının, eşbaşkanlık sisteminin hayata geçirilmesinin mutlaka bir yolunu bulmalıyız.
Eşbaşkanlık kadınların siyasal alanda elde etikleri en önemli kazanımlardan biridir. Siyasi patide uygulanan eşbaşkanlık, hem kadınların güçlenmesi hem de toplumdaki erkek egemen kodların çözülmesi konusunda önemli gelişmelere yol açmıştı.
Eşbaşkanlığın, yerel yönetimlerde uygulanması çok daha muazzam sonuçlar yaratacaktı. Kadının doğrudan yönetim mekanizmasının içinde etkin bir pozisyona gelmesi; merkezi iktidarda bakanlar kurulunun yarısının kadın olması gibi güçlü bir etki yaratacaktı. Hatta, yerel yönetim halka en yakın yönetim kademesi olduğu için toplumsal sonuçları çok daha güçlü olacaktı. Çalkantılı bir döneme gelmiş olmasına rağmen, iki yılık belediye eşbaşkanlığı dönemimde bunu gördüm.
Eşbaşkanlığın kriminalize edilmek istenmesinin altında yatan asıl neden budur. Eşbaşkanlığın kayyım atamasına gerekçe olarak gösterilmesi, erkek egemen zihniyeti perdeleme çabasıdır. Kadınları yönetimden uzak tutarak, "yönetim akıl işidir, kadınlar bunu beceremez" söylemine dayanan cinsiyetçi yargıyı korumaya çalışıyorlar. Bu saldırılar olmasa, yerelde eşbaşkanlık uygulanabilse, toplum kadının yönetim anlayışının sonuçlarını görecek ve cinsiyet ayrımcılığına dayalı sistemin temelleri sarsılacak. Bunu engellemeye çalışıyorlar.
Bir de trajikomik bir anımı paylaşayım. Eşbaşkanlık nedeniyle hakkımda açılan bir soruşturmada, savcıya derdimi anlatmaya çalıştım. "Eş başkanlık modeli, toplumsal cinsiyet eşiliği politikamızın bir gereğidir. Parti programımızda da yer alır. Ama sadece bizim değil, 21. Yüzyıl'da tüm dünyanın hedefi toplumsal cinsiyet eşitliği olmuştur. Birleşmiş Milletler'in Milenyum hedeflerinden biri de toplumsal cinsiyet eşitliğidir" dedim. Savcıdan, "Milenyum ne, BM'nin milenyum diye bir komisyonu mu var? Ne zaman toplanmış?" gibi sorular gelince, derdimi anlatmaktan vazgeçtim. Savcı da anlattıklarımı özetleyerek zapta geçirdi, "Atılı suçlamayı kabul etmiyorum." Adaleti tesis etmesi beklenen yargının hali buysa, kadınların işi gerçekten çok zor.
Sabiha Temizkan/Serbest Gazeteci
"Demokratik siyasetin yolunu yaratmalıyız"
Bütün yaşadıklarınıza rağmen hala demokratik siyasete inancınızı koruyor musunuz?
Tam da demokratik siyasete olan inancımızı daha da güçlendirmemiz gereken bir süreçten geçiyoruz. Siyaset, sorunları çözmenin en etkili yoludur. Bu nedenle tarih boyunca, kadınlar, ezilen, sömürülen kesimler hep siyasetin dışında tutulmak istenmiştir. Siyasete dâhil olmaya çalıştıkça da önleri tıkanmıştır. Bizler artık bunun farkındayız. Siyaset, geleceğe giden yolun taşlarının tek tek döşendiği, bir anlamda kaderine yön verebilme iradesidir. Bizleri iradesiz bırakmak istiyorlar.
Bunun bilincine varmak, daha fazla demokratik siyasete sarılmayı gerektirir.
Tabii yaşadıklarımız bizleri zorluyor. 1994'te DEP milletvekillerinin tutuklanmasından yıllar sonra, Kürtler 2007'de yeniden parlamentoya girdiklerinde barış ve demokratik çözüm umutları güçlenmişti. Gitgelleri olsa da 2015'e kadar da bu rota terk edilmedi. Ancak 2015 7 Haziran seçimlerinden itibaren, Kürtleri demokratik siyaset kulvarı dışına çıkarma müdahaleleri hız kazandı. Ve son üç yıldır, bu müdahale aralıksız olarak devam ediyor. Bizlerin şahsında halktan siyasetten, demokratik çözümden umudunu kesmesi isteniyor. Bu anlamda bu gün içinde bulunduğumuz süreç biraz da 12 Eylül dönemini andırıyor. İradesini teslim alma yaklaşımının en uç örneğiydi Diyarbakır Cezaevi da izleri
Ben bu soruyu yanıtlamaya çalışırken; Rojava'ya yönelik askeri harekât kararı açıklandı. Doğrusu son iki yıldan beri ziyaretime gelen herkese, "toplumsal zeminde savaş karşıtı bir duruş ortaya çıkarmanın önemini" anlatmaya çalıştım.
Savaşlar, ancak siyasallaşmış halk gücüyle durdurulabilir. İktidar "leblebi değil, bomba atıyorum" diyerek zamları savunurken; keşke karşısına "benim soframdaki ekmeği alıp, başkasının başına bomba olarak yağdırma" diyen milyonlar çıksaydı. "Barış, savaştan daha ucuz ve daha insanidir" diyen bir kampanya yürütülseydi. Keşke Suriyeli mültecilere karşı başlayan tepki ve öfkeyi, savaşı meşrulaştırmak için kullanan iktidara karşı "daha önce kuzey Suriye'de yaşayan kim varsa ve evine dönmek istiyorsa, biz siviller alıp onları evlerine götüreceğiz" diyen bir sivil irade ortaya çıksaydı. Toplum seyirci olursa, savaş ve silah lobisi bayram eder; savaşın maddi ve manevi bedelini de toplum öder.
Demokratik siyaset, Kürt sorununu çatışma zemininden çıkartmanın en etkili yoludur ve bunun imkânlarını mutlaka yaratmalıyız.
Şirin Payzın/t24
"Onuncu köyü çokça ziyaret ettim"
Bütün hayatınız siyasi mücadele ile geçti. Cezaevi, soruşturma... Ben niye uğraşıyorum? ... diye sorguladığınız, mücadelenizi anlamlandırmakta zorlandığınız oluyor mu? Bu ülkede hiç bir şey değişmiyor demiyor musunuz?... Nedir sizi ayakta tutan, kişisel hırs ve hedefler mi yoksa hayalleriniz mi? Varsa o hayaller, bunca aydan sonra nasıl hala canlı tutuyor sizi?
Bu soruya biraz felsefeye dalmadan cevap vermek kolay değil. J. Berger'in bir sözü var "Hayallerimiz olmasa acı çekmezdik" diye. Bu söz insana önce "O zaman hayal kurmaktan vazgeçelim. Ne diye acı çekiyoruz ki" dedirtebilir. Ama biraz daha derin düşününce, "Hayallerini çekip aldıktan sonra geriye insan kalır mı?" sorusu mıh gibi yüreğine saplanıverir. İnsan hayallerini terk ettikten sonra, yaşamın anlamını sorgulamaya başlar. "Ben kimim ve niye yaşıyorum? Başkalarının hallerinin basit bir oyuncağı olmak için mi?" İnsan olmak ve insan kalmakta ısrar etmek, bu nedenle çok önemli. Binlerce kez sınansan da yine insan olmayı tercih edebiliyorsan, iradi bir varlık olmayı hak edersin. Yoksa rüzgarda savrulan bir yaprak gibi -ki o yaprak bile gücü oranında rüzgara karşı direnir- gideceğin yeri tayin etme şansını tümden yitirirsin.
Hayatım boyunca en çok kendim olmayı sevdim. Elimden geldiği kadar da hep kendim oldum. Eksiğiyle, hatasıyla, acıları ve güzellikleriyle bu hayat benim. Kolay bir hayatım olmadı, ama inanmadığım şeylere boyun eğmeyi hiç bir zaman kendime yediremedim. Ortada bir haksızlık ve yanlış varsa, susmayı tercih etmedim. Bu nedenle onuncu köyü çokça ziyaret ettim. Belki de kişisel hırslarım ve hedeflerim ön planda olsaydı, istesem de bu duruşu sergileyemezdim.
Acı çekmeden de hayallerimizin peşinden gidebilir miyiz? Bilmiyorum, keşke bunun bir yolunu bulabilsek. Teorik olarak düşündüğünde var aslında: Diyalog. Son derece sihirli bir sözcük, konuşmayı denesek eminim ki herkesin hayallerinin gerçekleşmesinin bir yolu bulunabilir. Hatta diyalog kurulabilse, giderek ortak hayaller çoğalır, çatışmalar, gerilimler azalır. Yeter ki birinin hayalleri, bir başkasının yıkımı üzerine kurulmasın.
Sanırım son yıllarda fazlaca acı çekmemizin temel nedeni de bu. Birilerinin hayalleri, acı çeken büyük çoğunluğun yıkımı üzerine kurulu. Bu nedenle diyalogun yolları da tıkalı.
Ama ben hayal kurmaya devam ediyorum. Sömürünün, savaşların olmadığı, kimsenin kimliklerinden -ırk, sınıf, cinsiyet, etnik köken, inanç- ve tercihlerinden dolayı baskı altında tutulmadığı, eşitlikçi ve demokratik bir gelecek hayal ediyorum. Biliyorum başta kadınlar olmak üzere bu hayali kuran milyonlar var. Ve bir gün bu hayalimizin gerçekleşeceğine olan inancımla yürüyorum.
Zehra Doğan/Serbest Gazeteci-Ressam
"Özgürlüğe olan inancımızdan sözümüz güçlü"
Susturmaya çalıştıklarında bu kez kalem devreye girer... Kürt Siyasetinin Mor Rengi her yerde okunuyor. Bu sonuç sizi nasıl etkiledi?
Öncelikle yaptığınız resim için çok teşekkür ederim. İlk tutuklandığım zaman da güzel bir resim göndermiştiniz. İki kadın portresi birbirlerine yaslanmışlardı. Yüz ifadelerini günlerce okumaya çalıştım, her defasında başka bir yorum yaptım. O kadar çok anlamı vardı ki, her gün yeniden baktım ve güç aldım. Bende bıraktığı en temel duygu kadın dayanışmasıydı. Evet hüzün, keder, acı da okunuyordu yüzlerinden ama başlarını bir birbirine yaslamış olmanın huzuru ve güveni de vardı.
Sonra yaptığım kitap çalışması için senden kitap kapağı resmi istedim. Ancak cezaevi koşullarının yarattığı iletişim sorunları nedeniyle denk getiremedik. Yine de bir resmini kitapta paylaşma imkânı oldu.
Kürt Siyasetinin Mor Rengi kitabı tam da sizin de belirttiğiniz gibi, kadınları susturmaya çalışanlara bir yanıttı. Özgürlüğe olan inancımız, bizlere her koşulda sözümüzü söyleme gücü veriyor. Gazeteci olma isteğim ve kararlılığım da susturulmaya, sesini duyuramaz hale getirmeye bir yanıttı; yazdığım kitap da. Sözümüzün dalga dalga yayılması, kadınların özgürlük mücadelesine bir nebze de olsa güç kattıysa bundan mutluluk duyarım.
Evrim Kepenek/bianet
"Umarım mahkeme bizi mahçup eder"
Davada neler olabilir sizce? Tahliye umudunuz var mı?
Siyasi atmosfer üç yıl öncekinden pek de farklı olmadığına, hatta daha kötüleştiğine göre, bizim davalarda da olumlu bir gelişme beklemiyorum. İnsan cezaevinde olunca daha realist -belki de karamsar- oluyor galiba. Ama dışarıdaki kadınların heyecanı, umutları; bizlere de pozitif yansıyor. Ziyaretimize gelip "Bu kadar da olmaz artık çıkarsınız" diyenlerle epeyce şakalaşıyoruz. Sonunu da "Bizim ne kadar yatacağımız, mahkemeden çok sizin elinizde. Şu faşizmi biraz geriletirseniz, biz de çıkacağız" diyerek bağlıyoruz.
Yargının ne kadar siyasallaştığını anlatmaya gerek yok. Her gün yeni bir hukuk skandalına imza atan yargı, şapkadan kuş çıkartan sihirbaza döndü. Hukuk öngörülebilir olmaktan çıktı. Bizler de artık şapkadan "güvercin" çıkacağı günü bekliyoruz. Bu bahar ekilen tohumların, önümüzdeki bahara, barış çiçeğine dönüşmesini umut ediyoruz. Tabii bu kara kışı zatürre olmadan geçirmeyi başarabilirsek.
Yine de siz kadınların heyecanına ben de buradan katılayım: Belki de bu röportajı okuyan mahkeme heyeti, "Biz iktidarın ağzına bakmıyoruz" diyerek bizi mahçup eder.
"Keyfimi bozmadan hayallerimle dans ederek, yürüyüş yapıyorum"
Kendisine soru gönderen tüm kadın gazetecilere şu notla teşekkür ediyor Kışanak:
Umarım verdiğim yanıtlar, sorularınıza cevap olmuştur.
Sana ve soru gönderen tüm kadın gazetecilere en içten sevgilerimi ve selamlarımı gönderiyor; umutlarımın gökyüzünün maviliği kadar sahici olduğunu da dikkatlerinize sunuyorum. Hiç karamsar bir insan değilim.
Her sabah havalandırma kapısı açılır açılmaz dışarıya fırlayıp, "Hah hay hava ne güzel, gel saklanbaç oynayalım, ya da denize girip, balıklarla yarışalım" diyen şarkıyı mırıldanıyorum. Sabahat'ı bir gülme krizi tutuyor. "Ne denizi, ne balığı; hava da bugün çok sisli" diyerek beni gerçek hayata döndürmeye çalışıyor. Ama ben hiç keyfimi bozmadan, hayallerimle dans ederek, yürüyüşümü yapıyorum.
Eh biraz da dizlerim ağrıdığı için, ciddi bir yürüyüş değil, dalgacı bir tempo için bu şarkıya ihtiyacım var.
(EMK)
Kaynak: BİANET
- 2 gösterim