Özgürlük, imgelem ve hayat arasında korelasyon vardır. Bir insanın imgelem dünyası verili yaşamı aşacak boyuttaysa özgürlüğe duyduğu tutku da o denli yakıcı olur. Şayet bunu aşmayacak düzeydeyse özgürlük derdi ve istemi de olmaz. Özgürlük itkisini tehlike gören sistem, onu törpüleme, öteleme ve yok saymaya çalışırken hayallere ipotek koyar ki kütleyi küçük dünyalara hapsedebilsin. Özgürlük arayışında ısrar edenlere karşı da cezalandırma mekanizmalarını işletir. Kriminalize edilmeye açık bırakılan özne, bıçak sırtında giden bir yaşama zorunlu kılınmıştır. Belirlenmiş çizginin aşılmaması sürekli telkin edilirken, aksi davranışta bulunulduğunda bedelinin ağır ödeneceği korkusu salımlanır.
Spinoza’nın şöyle bir belirlemesi vardır: “İnsanların, kötü bir işe bulaştıkları ya da herhangi bir suç işledikleri için değil, yalnızca özgürlüğe düşkün bir mizaçları olduğu için düşman sayılmalarından ve ölüme, sürgüne gönderilmesinden daha zararlı ne olabilir? Asıl ayrılıkçılar, başkalarının yazdıkları, söylediklerini mahkum eden ve haddini bilmez yığınları kışkırtarak onların üzerine saldırtan insanlardır. Özgürlük talep edenlerin vicdan azabı çekmelerini gerektirecek bir şey yok. Özgürlük uğruna ceza almak onurdur.”
Doğalındaki özgürlük arayışı cezai müeyyidelere göğüs germeyi gerektirir. Elbette toplumsal doğanın akışındaki özgürlüğü savunmak onurdur! Talan ve yalan üzerinden güç devşirenler baştan beri özgürlükleri yok etmede kendilerince ontik bir bakış geliştirmişlerdir. Emme basma tulumba misali ikide bir kakofonik tınlamalara dönüşmüş ‘beka meselesi’ söylemiyle insanların umut, özlem ve hayallerini sönümlendirmenin gayretkeşliği içerisinde olageldiler. Düzenlerinin ikamesinde sınır tanımayanların yöneldiği hedef kitle için kaftan biçilmesi aleladeleşirken, beşeri akışkanlığı durağanlaştırmaya yönelik türlü araçsallıklara başvurmaktan çekinmezler. Bu uğurda adeta bileşik kaplar deneyini yaparlar. Bileşik kaplara doldurulan sıvının, oylumu belirlenmiş ve birbiriyle bağıntılı kaplarda eşit yüksekliğe gelmesi sağlanır. İnsanlığa da böyle bir uygulamayla yaklaşılmaktadır. Biyolojik ve kültürel evrim sarmalında varoluşun gereği olarak hep bir arayış olagelmiştir. Sosyal varlıkların ekosistem içerisinde karşılaştıkları zorlukları çözmede meraklı olunmanın payı yadsınamaz.
Merak hayatı kolaylaştırmada farklı alternatiflere yönelmeyi tetikleyerek kendini yaratmayı sağlar. Böylelikle debisi yüksek bir nehir çağıltısında bilgeliğin haznesinin dolumuna girizgâh yapılır. İnsan kolektiviteyi ön plana çıkararak yaşama tutundu. Kuşkusuz ki bunda meraklı olmanın katkısı küçümsenemez. Meraklılık, sorunları aşma ve çözmede bir nevi katalizör etkide bulunsa da mevcut deneyim tecrübe ve bilgi aktarımının kökleşmesiyle ve yaygınlaşmasıyla bağlantılı ele alınmalıdır. Kendini, topluluğunu ve doğayı gözlemleyen, zorlukları aşma yolunda aletler ve edevatlar üretip bunları sosyal değere dönüştürerek sürdürülebilir bir hayatın konturlarını belirlemiştir. Neden-sonuç bağlantısını kurmada meraklı olmanın katkısı tartışılamaz. Bu husus bilgi ve birikimin oluşumuna pozitif etki yaratır. Eğer özgürlük arayışları engelleniyorsa bundan merak da nasibini alır. Özgürlük düşlerini bile ocaklarına incir ağacı dikme şeklinde görenler elbette meraklı olmanın kurulu düzenlerini sorgulayacağını da bilirler. Haliyle merak olgusunu ortadan kaldırmaya yeltenir veya kabul edilebilirlik düzeyine indirgerler. Merak toplumsallaşmanın etkenlerinden birini teşkil ettiğinden öcüleştirilir. Siyasi iktidar korktukları hususlarda karalamalarda bulunur. Nitekim meraklılara karşı geliştirilmiş bir dolu olumsuz tanımlamalar bununla ilintilidir. Örneğin, “Kediyi öldüren merakıdır.” sözüyle meraktan kaçınılması kulaklara küpe yapılır. Keza kadını kötülemede de böylesi olumsuzluk ihtiva eden deyişler tedavüle sokulmuştur. Eril aklın kadınlara yönelik ‘Meraklı Melahat’ gibi tanımlamalar masum değildir. Bir de argoda kullanılanlar da gırladır. Misal, ‘Bir kişinin başına ne gelmişse ya meraktan ya da… gelir’ biçimindeki lafızlar tedavüle sokulmuştur. Mevcut etkilenmeler sosyalizasyonu parçalayıcı ve ortak irade göstermemenin yolunu açar. Zaten amaçları da budur.
Merak mefhumunun uygarlık denen devletçi sistemlerle birlikte olumsuz temeldeki kullanımının yanı sıra, bilgi ve bilgelik arayışında da aydınlanmaya taşıyıcı özelliği vardır. Merakın tarihsel arka planındaki kullanımına kısa da olsa değinilerde bulunup, özellikle kapitalist modernitedeki ifade edilmesine dikkat çekilecektir.
Mitoloji, Teoloji, efsane ve masallarda meraktan kaynaklanan ceza ve lanetlerden dem vurulmuştur. Bunun dışında direkt merak diye yer almasa da tamamlanmışlık veya insan-ı kamil olma uğruna ıstıraplı bir yaşam ve arayışta olmada da katkısı vardır. Dedik ya olumluluk ihtiva eden anlatıların yanında kötüleyiciler de çokçadır. Mesela İncil’deki, Pavlus’un Korintliler’e Birinci Mektubunda şöyle bir ibare yer alır: “Bilgelerin bilgeliğini yok edeceğim. Akıllıların aklını boşa çıkaracağım… Kimse kendini aldatmasın. Aranızdan biri bu çağın ölçülerine göre kendini bilge sanıyorsa bilge olmak için ‘akılsız’ olsun! Çünkü bu dünyanın bilgeliği Tanrı’nın gözünde akılsızlıktır…”
Burada aynı zamanda Pavlus’un dinini sorgulayan filozofların, bilgelerin akılcılıklarını boşa çıkarmak için kör bir inanç geliştirmeleri savlanırken meraklılık ise dışlanmıştır. İlginçtir; Tevrat’ın Vaiz Bölümü’nde ise Bilgelik hakkında olumlama vardır: “Bilgelik Akılsızlıktan Üstündür” alt başlığında; “… Işığın karanlıktan üstün olduğu gibi/Bilgeliğin de akılsızlıktan üstün olduğunu gördüm./Bilge nereye gittiğini görür./Ama akılsız karanlıkta yürür.” Bu olumlamanın ardından da her şeyin geçici olduğu vurgusuyla akılsız ve bilge eşitlenir. “… Çünkü akılsız gibi, bilge de uzun süre anılmaz/Gelecekte ikisi de unutulur./Nitekim bilge de akılsız gibi olur!” Neticede kader ağından kurtuluş olmadığından Tanrı’ya sığınmanın geçer akçe olduğu dimağlara işlenir. Pasajda ilkin olumlu peşi sıra olumsuz saptama çelişkilidir. Sonuçta arayış ve merak dürtüsü sekteye uğratılıp anlamsızlaştırılır. Meraklı olmayan bilgelik mecrasında yürüyemez!
Gene Tevrat’taki Adem ve Havva bölümünde, yasak ağacın meyvesinin yenilmesiyle bilgeliğin sırlarına vakıf olunacağı yazılır. Rab, Ölümsüzlük ağacının meyvesinin yenmesinin önüne geçebilmek için Adem ve Havva’yı cezalandırır. Kendi varlığı için tehdit teşkil edeceğinden onları Aden Bahçesi’nden dünyaya fırlatırken onlar bilgeliğin kefaretiyle baş başa bırakılırlar. Ol sebepten de olsa bilgelik arayışı sürüp gitmiştir. Kültürel etkileşimlerden dolayı ortak anlatılarla her coğrafyada karşılaşabilmekteyiz. Örneğin kapalı ve tabulaştırılan kapı veya sandıkların salt meraktan masal kahramanlarınca açılmasıyla türlü cezalara çarpılma varyantları mevcuttur. Aynı şekilde ellenmesi yasak eşyaya dokunmak, iradesine söz geçiremeyerek ziyafet sofralarından bir şeyler yemek büyük tehlikelerle baş başa kalınması durumu ortaklaşmış anlatılarda yerini almıştır. Meraklılık, masal kahramanının ıstıraplı bir yaşama göğüs germesine yol açar.
Erken Ortaçağ’da Hıristiyan Kilisesi’nin Babalarından Augustinus’un kitaplarında da merakla alakalı pasajlar vardır. Ona göre merak ve fazla bilgiye sahip olmaya çalışmanın bir biçimde Tanrı’nın yerine geçmeye çalışma çabası olarak ele alınıp bundan sakınılması gerektiği vaaz edilir.
Rönesans Edebiyatı’na damga vurmuş Erasmus da merak hakkında belirlemeler yapmıştır. Meraklı olmanın ayrıcalıklarını dile getirirken, bu kavramın sadece elit kesimlere ait bir özellik olmasının gerekliliğine dikkat çeker. Bunun kadınları kapsaması halinde ‘vıdıvıdıcı’ olacaklarını söyler. Kuşkusuz Erasmus, çağının yerleşik fikriyatına tercüman olmuştur. Hoş, o günden bugüne ulaşan değişimler de nicelikselliği aşmamakta. Günümüzde de kadına reva görülen benzeri yorumlardır. Devletçi yapılandırmalarla kurumsallaşıp bugünlere varan zihniyet şekillenmesinden hiç kimse azade kılınamaz. Ataerkillik kültürel konfigürasyonlarda baskınken, kadının özgürleşme mücadelesi elbette küçümseyici, hakaretvari bir dil ve üslupla yok sayılmak istenir. Kadında vuku bulan meraka olumsuz öğeler yüklemek sıradanlaşmıştır. Kadını metaya dönüştürme sömürgeleştirme için olmadık kötücüllükler üretilirken merak olgusuna da değinilip meraklı olunması küfürle eşdeğer düzeye indirgenir. Gerçekte ise sorgulama ve arayışta bulunmamaları istenir. Sorgulamayan, arayışta olmayanlar eylemsel de kılınamaz. Ataerkillikle donanmış sistemin düşünce kodu ve yapısı sömürüde doyumsuz iştahıyla daha fazla kâr elde etmeyi esas alırken meraklı olunmayı tehdit algılar. Oysa merak varoluştan kopuk değildir. Söz konusu kadın olunca da, onu kör kuyularda boğmaktan çekinmez. ‘Zinhar, meraktan kaçının!’ diyenler, kadınların hayatla bağını koparıp kuyulaşmadan kurtulmamışlardır. Kuyulaştırmaya karşı doğru temellere oturacak sorgulamaya kapı aralanırken merak neticesinde iktidar ve devletin topluma çöreklenmiş canavar olduğunun farkındalığı yakalanır. Korku imparatorluğunu egemen kılanların en büyük korkularından biri de böylesi bir meraktır.
İnsanlığın gelişimine pozitif etkide bulunan merak, felsefi alanda da önemli açılımlara yol açar. Doğayı, toplumu ve insanı anlamaya çalışan filozofların arayışları da çok yönlü olmuştur. Modern felsefenin başlatıcısı kabul edilen Descartes’in bir nevi merak bildirgesine imza attığını söylemek yanlış olmayacaktır. Descartes, hayatı boyunca huzursuz bir ruh hali yaşadığından yerinde duramamış; evden eve, şehirden şehre, ülkeden ülkeye göçmüştür. En sonunda da Kraliçe’nin davetiyle gittiği İsveç’te anlaşılmaz bir ölümle gözlerini yumar. O, merak duygusuyla vargılarda bulunur. “Kartezyen Kuşku” yöntemini geliştirir. Kuşkudan da kuşkulanılmasını savlar. Düşünceyi kuşkulanma, anlama, kavrama, doğrulama, yadsıma, isteme ve duyumsama fonksiyonelliğinde ele alır. Nitekim ulaştığı düzey meraktan ayrıksı değildir.
Kurumsal olarak da direkt merak üzerine fikir geliştirme David Hume’la olmuştur. XX. yüzyıla kadar da buna değinen filozof olmayacaktır. Hume’un yazdığı kitabında meraka ayrılan pasajlar vardır. O, meraklılığı avcılıkla bağlantılandırır. Merak, avcının yemek için değil, zevk için öldürmesi metaforuyla ilişkilenir. Görüleceği gibi mevcut düşünce sistematiklerinin ivme kazanmasında merakın rolü yadsınamaz. Bu durum var oldukça problemleri çözme izleği işlerlik kazanır. Aksi durumda ise dogmatizmde ısrarcılık öne çıkar. Yerleşik düşünce veya dayatılan idealar tartışmasız kabul edilir. “Efendi-Köle” diyalektiğinin süreğenleşmesinde de merak kavramsallaşmasının bağlamından koparılması ve dumura uğratılmasının payı büyüktür. Özellikle kapitalist modernitede de yaygındır. Sorgulamaya mahal veren meraktan kaçınılması için “Kontrol toplumu”yla kuşatılmışız. Sistemi hedefleyen akışkan merakın insana zarar vereceğini, herhangi bir kazanç sağlamayacağı genel bir düşünce formatındaki yeknesak bir dünyada nefes almaya zorlanmaktayız. İktidar kalıcılaşma yolunda uyduruk bir akıl yürütümünü yürürlüğe koymuştur. Araştırıp sorgulayanları hoş görmez. Zira kurgulayıp tedavüle soktuğu kendi hakikat algısının sahteliği merak duymayla başlayan bir süreçte açığa çıkacaktır. Sosyal varlıklara biçilen kaftanı parçalama iradesini gösterme potansiyeli sergileyenler, erki tekellerine alanlarca tehdit olarak algılandığından, merak olgusunun da sönümlenmesi, yanlış sapaklara savrulması ve bağlamından koparılması için olmadık uygulamalar devreye sokulur. Öncelikle merakın insana zarar verdiği ve herhangi bir kazanç sağlamadığı empoze edilir. Statükonun belirlediği ideolojik şekillenmenin dışına çıkma, peşinen güvencesizliğe, açlığa ve tutsaklığa yol açacağı belletilir. Sistemi sorgulayıp onun alternatifini yaratacak arayışların hep merakla başlayacağını bilenler havuç ve sopayı birlikte gösterirken, insanlara konturları çizilmiş hayatın ötesine geçilmemesini ‘salık’ ederler. Havuca kanılmadığında sopa gösterilir. Öldürme, güvencesizlik, açlığa mahkumiyet, kriminalize etme gibi türlü yönelimlerle karşı karşıya kalınabilmekte. Tasvip ettikleri ölçüleri aşacak merakı engellemek için olmadık dolaplar çevirirler. Karşılaşılan her türlü sorunu aşma ve bunlara kalıcı çözümler üretenleri mimleme rutine bindirilmiştir. Yapısal formların rotasını önceden kodlanan Raison d'état yani Devlet Aklı denen ve vahşet pompalamaktan başka gaye taşımayan bir çıkmaza sokarlar. Bu hususlarda kimi metaforlara sığınmak daha açıklayıcı olacaktır. Metaforu beyin dalgaları üzerinden kullanacağım. Bir insan uyanıkken Beta dalgaları yayar. Beta dalgaları insan beyninde düzenlenmiş düşüncenin oluşumunda etkindir. Derin ve rüyasız uyku çekenlerde ise Delta dalgaları salınır. Rüya görüyorsa şayet Teta dalgaları ön plana geçer. Derin bir gevşeme içerisinde olunmuşsa veya beynin tam uyanıklığına rağmen herhangi bir düşünce yoğunlaşması gerçekleşmiyorsa Alfa Dalgaları yayılıyor demektir. İktidarcı ve devletçi yapılar insanın doğasını deforme etmek için adeta beyin dalgalarını da ters yüz ederler. Naturasından sapmış dalgalar egemenlerin belirlediği dalga boyutunda seyir izler. Kanımca beşeriyetin zapturapt altına alınması ve manipülasyona uğratılmasında, devreye sokulan uygulamalarda beyin dalgaları iletisinin değiştirilmesiyle örtüşen bir algoritma yürürlüktedir. Sosyalizasyonu parçalama ve dağıtmada sanki Alfa Dalgaları yayılımını kalıcılaştırmaya yüklenilmekte. Beta Dalgaları bloke edildiğinde sorgulama iradesi de ortadan kalkar ve özneler otomat formunda tutulmuş olur. Beyinsiz otomatın düğmesine basacak erke, çıkarına müsait düşünce kodlarına uyaranlarla, hakikat algısı diye beyne yükler. Hükümranlar Delta ve Teta dalgalarının yayılımı üzerinde tasarrufta bulunmasalar da, Teta dalgalarıyla oynayarak rüyaları bile belirleme arzusuyla hareket ederler. Kurgulanmış hayallerin zihinlere yerleşimiyle özgürlük düşleri berhava olur. Sonrası onlara dikensiz gül bahçesidir…
Huzursuzluğun bir başka boyutu da merakla kesişimdir. Bilmediği, anlam veremediği ve kendisi için muamma olan şeyler karşısında merak duyanlar cevap bulma arayışı esnasında huzursuzdurlar. Doğru çözümler bulunduğunda da beynin serotonin salgılamasıyla mutluluk duyar. Bir başka bilinmezle karşılaşana değin dinginliğini korur. Kapitalist modernitede ise huzur kapısı duvarla örülmüştür. Huzursuzluk duygusu sistem içindeki tatminsizliklerle ifadelendirilir. Tıpkı merakta olduğu gibi hoşnutsuzluk da bağlamından koparılmıştır. Bundan dolayı da yeni ve karmaşık şeyler hakkında bilgi edinmekten kaçış sıradanlaşmıştır. Oysa merak özgürleştirici özellikte olmalıdır. Huzursuzluk da özgürleşmeyi kolaylaştırıcı bir işlevsellikte kullanılmalıdır. Özgürlük sorunları olmayanlar zincirin halkasıdırlar. Bunun için meraklılığı köreltmişlerdir. Merakla sorgulama başlayacak ve tutsaklığın bin bir çeşidi görünür kılınacaktır. Tüm bunlar elbette ki merakla olacak bir iş değildir. Bu durum toplumsal uyanışın ve çelişkilerin belirginleşmesindeki etkenlerden yalnızca biridir. Prizmadan geçen ışık tayflarını tek renk diye algılamak bizi bilinmezlikte kaybolmaya götüreceğinden tüm renkleri algılayacak bir vizyon kazanılmalıdır. Aslolan düzenin ipini pazara çıkaracak merakla donanmadır. Böylesi merak, özgürlük, hayaller ve hayatla bütünsel bir anlam derinliğine sahip olmayı gerektirir.
Anlamını yitirmiş bir dünya tahayyülü sömürünün had safhaya taşırıldığını gösterir. Sürekli aldatan bir sistemin insanlığa vereceği ‘armağan’ kuyulaşma olacaktır. Kuyunun zifiri karanlığı aydınlık diye yutturulur. Anton Çehov’un “Düello” öyküsünde Rus Ressam Vasili V. Vereşçagin- (1842-1904)’in “Semerkant Zindanı” tablosundan bahsedilir. O resimde ölüm cezasına çarptırılmış insanlar çok derin bir kuyunun içine atılmış insanlığa da azap çektirilmektedir. Görünmezi görünür kılmak yolunda meraklılık önem atfeder. Kanmayalım, aldanmayalım! Cesaret edelim. Buna cesaret edemeyenler “Efendi-Köle” diyalektiğine peşinen rıza gösterenlerdir. Risk almayı göze alanların meraklı olduğu aşikârdır. Karşılaşan sorunların üstesinden gelmek ve kararlı bir duruş sergilemeyi bilenler böyleleridir. Nitekim bu saikten ötürü iktidarca tehlikeli addedilip engellenmeye çalışırlar. Ufkun ötesine bakmayı becerenlere de türlü yönelimlerle dünyayı dar etmek için her yöntemi denemekten kaçınmazlar.
Ne fayda; düşünce kodları ve konfigürasyonlarını belirlemeyi esas alan barbarlıkta sınır tanımayan bir atmosferde yaşama dayatımıyla yüz yüzeyiz. Kör kuyuları kader diye yutturanların ayırdına varmamız için olmadık entrikalara başvurular.
J.M. Coetzee’nin “Kötü Bir Yılın Güncesi” adlı romanında geçen bir anekdot öğretici olacaktır: “Alçaklar” tabiri Avusturalya’da kelimenin tam anlamını kapsayacak şekilde kullanılır. Kendilerine üst dedirten ve demeyenleri kırbaçlayan kimseler için bir zamanlar hükümlülerin kullandıkları sözdü “alçaklar.” Bugünün “alçakları” siyasetçiler, devleti yöneten erkekler ve kadınlar…
Evet, işte o alçaklar sistemi sorgulayan merakı ortadan kaldırır ve özgürlük, hayaller ve hayatı kör kuyularda nefessiz bırakanlardır. Sömürgen kemirgenlere karşı insanlığın refahına, iyiliğine ve mutluluğuna götürmede mihenk taşlarından olan merak olgusunu diri ve güçlü kılma evladır. Merak özgür yaşamı çiçeklendirecek polenlerdir…
Ayhan KAVAK
2 Nolu T Tipi Hapishanesi A-17
Tarsus/MERSİN
Fotoğraf ve haiku: Murat Türk- Tülin Şahin Okay
- 8 gösterim