BEYAZ BENEK ADLI ÇOCUK ROMANI YENİ YAYINLANAN, MÜEBBET HAPSE MAHKUM SOSYALİSTLERDEN ZELİHA BULUT’UN MEKTUBU
8 Şubat 2014
Sevgili Adil,
Kökü derinlerde olan bir papatyadan Merhaba!
Yazmak istedim size, yaşamın getirdikleri hep öne geçti. Altı yıldır birlikte kaldığım Resmiye yan hücreye gitti, şimdi Evrimle, Yanımda Sevda var.
Giden-gelen-temizlik... yordu beni, neyse ki öğle güneşi kandırıp unutturuveriyor her şeyi. Burada yer değişimlerinden sonra yeni gelenlerle uzun uzun anılardan oluşan sohbetler edilir. Bir nevi tanışma seremonisi de denilebilir. Bense, çok anlatmayı sevmem. Yaşamın getirdikleri kendince dayatır ve anılar o zaman anlatıldığında yerinde olur. Konuşmaktan çok yazmayı sevdiğim için mi böyle düşünüyorum bilmiyorum.
Masa da dünkü Birgün gazetesinin kitap eki var. Bu dosya konusu dikkatimi çekti. Akşam elime aldım gazeteyi ilgiyle yalayıp yuttum. Önce yazılanlara dair düşüncelerimi yazmak istiyorum;
Senin yazdıklarında, aynı düşünüyoruz dediğim yanlar oldu. Hapishaneler ve onların biz tutsaklar üzerindeki baskısı... dediğin (yazdığın gibi) her şey sorun olabiliyor, derginin toplatılması yok, haftalarca verilmiyor, kayboluyor. Sıcak su günleri bekle ki sıcak su gelsin, arızalar giderilmiyor(!) el elde kalıyorsun, iki-üç saat musluğu açık tut, butona bas tartış... hep küçük şeyleri takip etme durumu zihnimizi, düşünce biçimimizi bölüyor. Ve ufak ayrıntılara saplanıyoruz. İlle kantinden Seylan çayı gelecek, şu olacak...
Olmadığı zaman saatlerce onun üzerinde hak gaspı tahlili... Yani ne gerekli ne değil? Bu sorunun sıkça sorulması gerektiği kanısındayım. Aklıma dışarıda insanların gereksiz tüketimi geliyor ve bilmem biliyor musunuz? Biriktirme alışkanlığımız gelişiyor. Giysi, peynir kutuları, kalem al kenara koy... lazım olur düşüncesi hep bizimle... Kimimiz kutudan, kimimiz giysiden fazlalığından vazgeçebiliyoruz zaman geçtikçe... sonra onun gerekli olmadığını görüyoruz. Çok sesliliği öldürüyor hücreler... Kalabalık ortamlarda daha renkli ilişkiler kurabilecekken burada bilinçli müdahaleler, kişinin o iç hesaplaşmasındaki iç dürüstlüğü yakasını bırakmadıkça azalıyor, ekseri yanındakine yöneliyor. Onun her şeyi batar oluyor. Ve gereksiz tartışmalar seremonisi. Diğer bir ifadeyle dünyaların darlaştırılması. Hasan Gülbahar'la diğer arkadaşların çıktıktan sonraki söyleşide, söyleşinin geldiği nokta gibi aslında " Hapishaneler eğitim yeridir... Devrimcilerde hapishanelerde de üretmeyi bilirler..." peki yukarıda verdiğim biz gerçekliğinin kareleri neyin nesi? İnancı, iradeyi kimse tartışmaz, tartışılmamalı da. Ama bir sorun da var değil mi?
Bu tecrit zihnimizi parçalayabiliyor, dışarıda ziyaretçileri, tek tek hücre sistemiyle yanımızda ki yoldaşımızla bizi. Sinsi bir kanser virüsü gibi.
Edebiyatla tecrit ilintisi ise bu tartışmanın orta yerinde aslında. Edebiyat benim için açık görüş... babama, anneme sarılmak, Karadeniz’in o yemyeşil vadileri... Roman, şiir beni nasıl mutlu ediyor anlatamam. Kadın öyküleri yazdığımı önceden de yazdım size hep peçete olur masamda, ağlarım, o karakter yanımdadır ve bana kendini anlatıyor gibi hissederim, çocuk masalları yazdığımda ise gülümserim, yarım bıraktığım oyunuma geri dönmüş hissederim. Edebiyat benim insan yönümü, kadın olarak duyarlı ve hassas duygularımı besliyor. Hep insanlara güvenimi koruyor ve umudum kırılmıyor.
Tecritte insan yönümüz, güven, umut çokça kırılabiliyor. (…) Dışarıdakiler bizim ihtiyaç gördüğümüz şeylere duyarsız kalmaları umutsuzluğa neden olabiliyor. Yani, zamanla o yok bu yok şeklinde bir kırılma oluyor. Bu kırılmalar biriktiğinde aslında ideali zedeliyor; halka güven hırpalanıyor. Kanımca edebiyat bizim terapimiz. Kendimizi anlattığımız ya da anlatabileceğimiz bir dost, doktor! Hayallerini, özlemini, aşkını yazarak, okuyarak anlatabiliyoruz.
İki yıl önce Gamze hewalle yaşadığım bir anımı anlatmak istiyorum. Bazı arkadaşlar romanı boş, ara zamanda okur ki o yüzden hapishane edebiyatı kavramı vardır, ya da kullananlar kullanma ihtiyacı hisseder, didaktiktir, takur tukurdur, kurudur cümleleri. Yaşar K. külliyatı gelmiş hapishane kütüphanesine, ben hemen başladım. Sarı Sıcak... İnce Mehmet, bazen gülümsüyorum, bazen de ağlıyorum. O zaman yan hücrede Gamze hewal kalıyor. Hücrenin kapısını açtı, "hangi filmi izliyorsun?! dediğinde; İnce Memed'i dedim.
Bu kadar sevmeme, okumalarımın merkezine edebiyatı koymama rağmen dilimin akıcı (yazı dili) olmadığını fark ediyorum, eleştiriyorum. Sözlük, imla Kılavuzu okuma çalışmasına başladım. Dar mekanda, paylaşılan nesne, işler aynı olunca konuşma dili de anı - benzer; yavanlaşıyor. Belki derdime derman olur bilmiyorum.
Az evvel anlattığım gibi, biz tutsaklar edebiyatı boş zaman, teorik çalışmaların ara zamanı, zamanı değerlendirme aracı gördüğümüz için kendi yaşadığımız acıyı o doğallığından kopartarak anlatıp, aktarmaya çalışıyoruz. Benim anlatabileceğimi, düşündüğümü o nedenle Haydar Karataş anlatmış. O yüzden Dostoveski'yi severek okurum, halkın ruh halini çok iyi vermiştir. Bizse yazdığımız öyküde, hep akıl verme, öğretme; bilinçlendirme edasıyla cümlelerimizi tırpanlayarak onu aslından, halktan koparıp, onun olmasından da uzaklaştırırız. Halkın acılarına ortak olan devrimciler, hayatı pahasına omuzladıkları yükün, çuvalını taşırken omuzlarının ağrıdığını, dinlenmek istediklerini, ara ara o çuvalı yere koyduklarını ya da ağır olduğunu düşünebilirler. O yüzden sıska bir yoksul çocuk İnce Memed olur! (…)
Adil o yazılardan kendi payıma yazabileceğim kısaca bunlar, neden mi?
Peki, Birgün'ün kitap ekinde niye bir kadın tutsak iki cümle yazmamış! Yani hep erkeklere ulaşılıyor, naçizane fikirleri çıkıyor. Biz yokuz... Eminim, kadın arkadaşlarımdan farklı çözümleme, edebiyat değerlendirmeleri de yazanlar olurdu. Sabah sabah bu konuya dair bunlar olsun olur mu?
Başka da iyiyiz. Başka şansımızda yok gerçekten.
Bu arada Adil, (abartısız) buradaki arkadaşlar romanım Beyaz Beneği çok sevdi. Özellikle sana – size ve görülmüştür ekibine teşekkürlerini yazmamı istediler bilgin olsun.
Kadın arkadaşımızın emeğine sahip çıktığı için diyorlar. Benim öykülerimi okuyorlardı, niye kimse bunları kalıcılaştırmıyor diye iki tel saçımı dökmeye uğraşıyorlardı da :-)
Yazım bozuldu kusura bakma.
Özlemle kucaklıyorum ikinizi.
Dostlara selam... İyi ki varsınız...
Sevgiler.... Serkeftin!
ZELİHA BULUT
Kadın Kapalı Cezaevi
Sincan/ANKARA
- 10 gösterim