Öyküler: Baştan Başa

Aslan’ın anlatımı arı, duru, kısmen de temiz… Kısa cümlelerden yana. Bunlar iyi, doğru ve olumlu meziyetler. Titizlenmesi de güzel. Karababa ile Yanık İzi iyi, doğru anlatımlı öyküler, bütünden ayrı düşündüğümüzde tabii ki

Tacim Çiçek

Yazar Sadık Aslan 1977 Mardin Midyat doğumlu. Liseyi Midyat’ta okumuş. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okurken politik nedenlerden tutuklanıp iki yıl hapis yatmış. 2006’da tekrar tutuklanmış. O tarihten bu yana ‘içeri’de. Gündoğumuna Yürüyüş (2010), Solgun Sarı-Tor Hikâyeleri (2014) ve İklim Kahverengi (2020) adlı kitapları yayımlanmış. Dipnot Yayınevi etiketli (2022) Baştan Başa ise dördüncü kitabı.

Sadık Aslan da içeriden dışarıya bakan ve yazarlık tepe lambasını, burnunun direğini sızlatan olaylara, durumlara, yaşanmışlıklara tutan bir yazar. Onun adına ilk defa, Adil Okay ve yine 1999’da tutsak düşmüş yazar ve hekim Ayhan Kavak ile kotardıkları kapsamlı Firari Yazılar/İçerideki Yazarlarla Söyleşiler (Klaros Yayınları, Eylül 2021) adlı kitapta rastlamıştım… Çünkü bu kitap hakkında yazmıştım da… Daha sonra da Gazete Duvar’da okumuştum, ‘keyfi bahanelerle tahliyesinin engellendiğini…’

Toplamı 145 sayfa ve iki bölüm (kıyıda-kenarda) olan kitapta her bölümde de yedişer olmak üzere 14 öykü var. Adının bir uçtan öteki uca, en başından en sonuna kadar anlamında Baştan Başa, birinci bölümün ‘Kıyıda’ göze çarpmayan bir yerde unutulmuş olanları, yerleri, ‘Kenarda’nın da göz önünde olmayan, dikkati çekmeyen, umulmayan yerleri ve o yerdekileri karşılamak amaçlı olması boşuna değil. Tüm öyküleri kapsıyor ad da bölümler de… Onun yayımlanan ilk kitabı değil. Okuyanlar, onun güneyimizdeki komşumuz Suriye’nin coğrafyasını, insanlarını iyi bildiğini ve ‘öte yaka köyleri, şehirleriyle’ ilgili sahici öyküler kotardığını anlayacak. Ki ilk etapta Yanık İzi, Şehirden Kalan, Babadan Oğul’a, On Yıl Sonra, Medcezir ve Günlük öyküleri dışındaki öyküler geçtikleri mekân adları yüzünden, ışık içinde olsun has ve iyi şair Ahmed Arif’in ‘Otuz Üç Kurşun’ adlı şiirinden şu dizeleri anımsattı bana:

Kirveyiz, /kardeşiz, kanla bağlıyız /Karşıyaka köyleri, obalarıyla /Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu, /Komşuyuz yaka yakaya /Birbirine karışır tavuklarımız /Bilmezlikten değil, /Fıkaralıktan /Pasaporta ısınmamış içimiz /Budur katlimize sebep suçumuz…  Aslan, sanki bu dizeleri kendi kavlince anlatmak istemiş. Aslan’ın öyküleri Amanos Dağları’ndan gelir. Sorkê köyünün toprak yolundan geçer, dağların yamaçlarına serpilmiş köyleri ve buradaki insanları anlatır. Çocuklar ellerini ayaklarını suya daldırır. Acıları bile oyuna çevirir. İki karakol arası uzanan sınır telleri aşıp sevdiklerine ve evlerine azık getirmek zorunda kalanları dillendirir. Daracık ve zorlu alanlarda da olsa seyrini kestirebildikleri, öngörebildikleri bir geleceğin verdiği güvenlik duygusu içinde sevdiklerini kaybetmek dayanılası değildir çünkü. Ötesi belirsizlik ve bilinmezliktir artık. Ve geleceğe dair güzellikleri, günlük yaşamın karşı konulamazı olan geçim derdi yüzünden ertelemek payına düşer sınırdakilerin… Bildikleri tek şey yaşayarak var olmak ve alt edebilmek dibe vurmuş yoksulluğu… Hep öyle yaşamışlardır çünkü. Başka türlü yaşamak gelmez akıllarına.

İnsan alışkanlıklar toplamıdır bir bakıma ve bu yüzden alıştığı hayatın dışına çıkmak herkesin harcı değil. Tasa, tembellik, küçücük neşeler, keder, gizli açık sevdalar, dayanışmalar, kavgalarıyla onlar kendi dışlarında yaratılan hayatın insanlarıdır. Gördükleri, duydukları başka hayatlar da var; var olmasına var da değişim dediğimiz şey o kadar kolay olmuyor bireylerin ve toplumların hayatlarında. Bu emek ve çaba, örgütlülük ister çünkü. Yeniyi denemek zor… Alışıldığı gibi zorlukla da yaşamaya çalışmak kolay gelir insana, oysa alışılanı yaşamak da sanıldığı kadar kolay değil maalesef.

İşte bütün bunlardan söz eder Aslan tematik öykülerinde. Aslında biraz daha çalışılmış olsaydı üzerinde iki bölümlü bir kısa roman olabilirmiş. Çünkü iyi bildiği coğrafyanın birbirine ve Türkiye’ye yakın köylerinde geçen olayların kişileri farklı köylerde de karşımıza çıkarlar. Bu açıdan başlıkları olsa da bir romanın bölümleri gibi her öykü… Aslan karşı tarafı iyi biliyor. Bilmek de bir yere kadar tabii… İyi anlatmak gerekir bildiğini, gördüğünü… Güzel konular kötü anlatıma heba edilmiş dersem haksızlık olur ama acemilikleri var…

Aslan’ın anlatımı arı, duru, kısmen de temiz… Kısa cümlelerden yana. Bunlar iyi, doğru ve olumlu meziyetler. Titizlenmesi de güzel. Karababa ile Yanık İzi iyi, doğru anlatımlı öyküler, bütünden ayrı düşündüğümüzde tabii ki. Ama baştan sona olanları anlatanlar farklı anlatıcılar değil. Bu yüzden anlatım dili yüzünden bütünden ayrıksı kalıyor o ikisi. Keşke onlar da ben öyküsel dille anlatılsaydı. Yazar Aslan’ın anlatıcısı aynı kişidir. Anlatıcı birinci ve ikinci bölümdeki öykülerde anlattığı kişilerin hem kişisel hem de ortak hikâyelerini anlatıyor… Bunu yaparken de zaman zaman kekeliyor. Daha doğrusu nasıl anlatacağını bilemiyor. Bir öyle, bir böyle anlatıyor derdini. Çünkü bir senaryo/ tiyatro metni anlatıcılığı, bir el öyküsel, bir bakmışsınız ben öyküsel anlatımla anlatmaya çalışıyor öykülerini… Öykü bütünlüğü içinde bunlar ustalıkla ve biçimsel kimi farklılıklarla, oluşturulabilirdi. Oluşturulamamış. Bütünselliği olan, biçimsel farklılıklarla ayrıştırmadığınız zaman, anlatıcı neyi, nasıl ve niçin anlattığını bilemez. Çünkü karşılıklı konuşmalarımızda, hikâye, masal ve mesel, fıkra vs. anlattığımızda aynı anlatı/metin içinde farklı anlatımlar kullanmayız. -İyor ekiyle kurulmuş cümleler bir noktadan sonra okunmayı zorlaştırıyor, metni dağıtıyor. Bir başka şey de özne çoğul olunca yüklem/eylem sözcüğünün çoğul olması… Maalesef bu da öykülerin akıcılığını yavaşlatan bir durum… Yine de okunmayı hak eden öyküler toplamı Baştan Başa.

Kaynak: Yeni Yaşam