Pozantı’dan Şakran’a “Devletin Şefkatli Eli”

İşkence, taciz, tecavüz, yok sayma, psikolojik baskı, çaresiz hissettirme, kimliksizleştirme ve hiçleştirme… Cezaevleri kapitalist sistemin baskısının bir aracı ve aynı zamanda karanlıkta kalmış yüzü. Devletin ve düzenin sahibi olan egemen sınıf, kendisine şu ya da bu biçimde muhalefet eden unsurları “etkisiz hale getirmek” için zindanlara tıkıyor. Tornadan çıkmışçasına “zararlı” yanlarını törpüleyerek istedikleri gibi bir toplum yaratma mühendisliğine girişen AKP hükümeti döneminde tutuklu sayısı 60 binden 130 bine çıktı. Çocuk tutsakların sayısı ise Adalet Bakanlığı verilerine göre Mayıs 2013 itibariyle 1343’ü tutuklu olmak üzere 1763 oldu.

Cezaevlerinde tutsak çocukların başına gelenler ve yaşadıkları işkencelerse insanın kanını donduruyor. Son günlerde Şakran Cezaevi ve Antalya Cezaevlerinde çocukların yaşadıkları işkenceler Pozantı Cezaevi’nde yaşananları hatırlatıyor ve sistemin caniliğini bir kere daha ortaya koyuyor. Sokakta oynaması gereken çocuklar, yaşlarından kat kat daha ağır acılara boğuluyorlar. Özellikle de Kürt halkının çocukları çocuk sayılmıyor ve peşinen devleti yıkacak “terörist” ilan ediliyor. Çağdaş Hukukçular Derneği 22 Mayısta Şakran Cezaevindeki, BDP ise Antalya Cezaevindeki çocuk tutsaklarla görüşerek bir rapor hazırladı. Raporda çocuklara yaşatılan travmalar, dayak, işkence, süngerli oda, taciz ve hatta tecavüz olayları vardı. Raporda, aslında çocukların hayatları boyunca unutamayacakları acıları vardı.

“Çocuklar için adalet projesi”

Bundan bir yıl önce Adalet Bakanı Sadullah Ergin, 2012 ve 2014 yılları arasında çocuklar için adaletin sağlanacağını, onların topluma yeniden kazandırılacağını, fiziksel, zihinsel, sosyal ve psikolojik gelişme açısından özel bakım, yardım ve yasal koruma getirileceğini söyleyerek bu yönde bir proje hazırladıklarını açıklamıştı. Bu proje cafcaflı sözlerle tanıtılmış ve bundan sonra çocukların haklarının daha iyi korunacağı, adil yargılanacakları ve adalet sisteminin uluslararası standartlara çıkartılacağı söylenmişti. Ancak bu açıklamadan iki gün sonra Pozantı Cezaevindeki çocuk tutsakların anlattıkları olaylar, hangi hakların korunduğunu, hangi adaletin sağlandığını ortaya seriyordu.

Özellikle de Kürt çocukları bir toplantı ya da yürüyüşe katıldıkları için, zafer işareti yaptıkları için, taş attıkları için “adil” yargılandılar ve “adil” bir biçimde de yaşlarından daha fazla cezalara maruz kaldılar. Dışarıda onlara uygulanan baskı, sindirme politikası yetmedi, içeride de hayatları boyunca unutmayacakları işkenceler gördüler. Onursuzlaştırma, değersizleştirme, kimliğini ezme işkenceleri sonucunda çocuklar ya intihar ediyor ya da intihara teşebbüs. Pozantı Cezaevinde kalan bir çocuk önce intihar etmeyi düşündüğünü sonra vazgeçtiğini söylüyor ve ekliyor: “Bundan utanması gereken ben değilim, devlettir.”

Ardından şöyle devam ediyor: “Tutuklanıp cezaevine götürüldüğümüzde gardiyanlar bize bağırıp plastik borularla ‘ilk giriş dayağı’ attı. Adli mahkûmlardan bize eziyet etmeleri isteniyordu. Ailemizin yatırdıkları paraları kendileri harcıyordu. Taciz ve tecavüz sürekli oluyordu.”

“2011 yılında gözaltına alındım. Polis karakolunda dayak ve işkence gördüm. İşkence sonucunda sol kolum dirseğinden çıktı. Ayrıca vücudum morluklar içinde kaldı. Doktor bunları gördüğü halde bile raporuna yazmadı. Pozantı Cezaevi’nde gardiyanlar hangi suçtan geldiğimi sordu. ‘Siyasi’ deyince oradaki dört beş gardiyan ‘siz teröristsiniz’ diyerek dövdü. Bazı arkadaşlarımıza adli tutuklular tarafından defalarca tecavüz edildi. Bazen zorla pantolonlarımızı indirmeye çalışıyorlardı.”

“Koğuştan çıkmak isteyince, koğuş sorumlusu elinde kesici bir aletle beni öldürmekle tehdit edip dayak attı. Gardiyan da çıkmak istediğim için dövdü. Koğuş sorumlusu tarafından ayaklarım bağlandı ve ayaklarımın altına sopayla vuruldu. Koğuş sorumlusu bir arkadaşımızı basketbol potasına boynundan astı. Arkadaşımız tam boğulacakken onu indiriyor, sonra tekrar yukarı çıkarıyordu. Diğer arkadaşlarla birlikte koğuş sorumlusunu dövmeye kalktık. Bunun üzerine müdüre götürdüler bizi. Müdür de bizi dövdü. Daha sonra dört gardiyan daha bizi dövdü ve koğuşa gönderildik.”

Pozantı Cezaevi olayları gündeme gelir gelmez Sadullah Ergin hiçbir olayın karanlıkta kalmayacağını açıklamıştı. Olayların ardından Pozantı’daki 218 çocuk ailelerinden 8 saatlik uzaklıktaki Sincan Cezaevine gönderildi. Pozantı Cezaevinde yaşanan vahşeti gündeme taşıyan gazeteciler tutuklandı. Pozantı Cezaevi müdürü Naci Tel ne tesadüftür ki Ankara Sincan Cezaevine, ikinci müdür Alper Şirin ise başarılarından dolayı terfi ettirilerek Van Erciş’e birinci müdür olarak atandı! Pozantı Cezaevi kapandı ama çocukların yaşadığı acılar bitmedi. Onların bir kısmı Şakran Cezaevine gönderildi.

Devlet kendi katillerine ödül verirken, sicilini kaydettiği çocukların peşini bırakmadı ve hayatlarını karartmak için elinden geleni yaptı, yapıyor. Pozantı Cezaevinde yaşanan olayları anlatan bir başka Kürt çocuğu ise 18 yaşını geçmesinin ardından yeniden tutuklandı. “Bundan tam üç küsur yıl önce gözaltına alındım; psikolojik ve fiziksel baskıya maruz kaldım. Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir yıla yakın cezaevinde, hiçbir canlının yaşayamayacağı bir ortamda yaşamak mecburiyetinde kaldım. Yasa değişikliği olup çıkınca mutlu olduk; her şey bitti, uğradığımız haksızlık sona erdi diye sevindik. Ama bunların hepsi birer kandırmacaymış; meğer 18 yaşımızı geçmemizi bekliyorlarmış. 18 yaşını geçen içeriden çıkan çocukların büyük bir çoğunluğu yeniden cezaevine girdi; uyduruk ve aslı astarı olmayan nedenlerden.”

“Devletin şefkatli eli”

Pozantı olayları gündemden düşmüş, devlet rahat bir nefes almaya başlamıştı ki, bu sefer çocuk tutsakların çığlıkları Şakran ve Antalya Cezaevlerinden bir kere daha duyuldu. Projeler, çocuk cezaevlerini resimlerle süsleme çabaları, modern çocuk eğitim merkezlerinin makyajı bir anda akıverdi. Adalet Bakanı aynı yüzsüzlükle tekrar İzmir Şakran ve Antalya Cezaevlerinde yaşananlar için basın mensuplarının karşısına çıkacak, açıklamalar yapacak ve rahatlıkla “Evet sorunlar var kabul ediyoruz. Hak ihlalleri tamamen yoktur diyemem. Zaman zaman belli cezaevlerimizde olabiliyor ama bunların olduğu yerde kesinlikle tolerans göstermiyoruz. Yapılması gereken idari, adli soruşturmalar yapılıyor ve verilmesi gereken cezalar varsa veriliyor” diyecekti. Ancak onların adalet anlayışları sorumluları cezalandırmak değil, ödüllendirmek üzerine kurulu!

Şakran Cezaevinde de, Antalya Cezaevinde de işkence, dayak, hortumla dövme, taciz, tecavüz ve süngerli oda cezası vardı. Adalet Bakanlığı olayların ardından durumu değerlendirip “iddialara” cevap vermişti. Ancak verdikleri cevaplar kabahatlerinden daha ağırdı. Onlara göre bu çocuklar zaten cezaevinde oldukları için “suçlu”lardı. Öncelikle çocukların yağma suçundan dolayı yargılandıklarını hatırlatan bakanlık, “cezaevi müdürü çocukları hortumla dövüyor” gibi iddiaların gerçekleri yansıtmadığını ileri sürebiliyordu. Üstelik pişkin bir biçimde bugüne kadar “idareye böyle bir şikâyet gelmedi” diyebilecek kadar da gayri ciddi cevap verebiliyordu. Çocukların yakınlarıyla telefonla iletişiminin ya da görüşmesinin kesildiği, engellendiği bir hapishaneden böyle bir şikâyet acaba nasıl gelebilirdi? Bir çocuk iletişim haklarının engellendiğini şöyle anlatıyor: “Ailelerimizle telefon görüşmelerimiz dinleniyor. İçerde yaşadıklarımızı anlatmaya başlayınca telefon hemen kesiliyor. Bir seferinde ‘baba İHD’ dedim, hemen telefon kesildi. Ertesi hafta telefonla görüşmeme cezası aldım.”

Bakanlık cezaevlerindeki süngerli odayı, çocuk odası olarak tanımlıyor! Bakanlık çocuklara kendi “odalarında” kalmaları şeklinde beş gün ortak etkinliklere katılmama cezası verildiğini söylüyor. Aslında bu odalar psikolojik durumu bozulduğu için kendisine zarar verme ihtimali olan tutuklu ve hükümlülerin geçici süre kalacakları süngerli oda olarak kullanılıyor. Süngerli odaların tüm duvarları yumuşak malzemelerle kaplanmış ve içeride de ses yalıtımı var. Yani içeriden dışarıya ses gitmiyor. Bu hücrelerin kapısında mont, kemer ve ayakkabılara da el konuluyor. Böyle özel tecrit bölümlerinde ne ısıtıcı, ne yatak, ne battaniye, ne de masa, sandalye var. Tek başına atılıp günlerce kaldıkları bu hücrelerde tutsakların hiçbir ihtiyaçları karşılanmıyor ve hatta su bile verilmiyor. Bir başka çocuk ise, “Çocuklara 60 güne varan hücre cezaları veriliyor. Çocuğa hücre cezası verilebilir mi?” diye soruyor. Şakran Cezaevi raporunda özellikle cezaevi müdürünün “Sadullah Ergin benim arkadaşım” diyerek çocuklara kötü muamele ettiği belirtiliyor. Antalya Cezaevinde ise çocuklar aralarında büyük yaş farkı olan kişilerle bir arada tutuluyor. Uyuşturucu, Nevrotin ve Serogal gibi teskin edici ilaçlar hapishane yönetimi tarafından atanan koğuş ağaları eliyle dağıtılıyor ve bu ilaçlarla uyutulan çocuklara tecavüz ediliyor.

Özellikle de gençler için dindar bir nesil yetiştireceğim diyen AKP hükümeti, okulda, sokakta, hapishanede, kısacası her yerde çocukların üzerine azgınca saldırıyor. Hatırlayalım Erzurum’da düzenlenen “Huzur Toplantısı”nda Dumlupınar İlköğretim Okulu Müdürü Mustafa Aydın’ın sözleri sermayenin zihniyetini özetliyordu. “Suçluların” kanının alınıp gen haritasının çıkarılmasını isteyen müdür, yeni doğan bebeklerin bu haritaya göre incelenmesini istemişti. Utanmadan da “vatana, millete ve bu ülkeye zararlıysa yürümeden yok edilsin” demişti. Şakran Cezaevi, Antalya ve öncesinde Pozantı’da yaşananlar, cezaevlerindeki çocukları yok etmek için neler yapıldığını gösteriyor. İşkence, binlerce çocuğun yaşamını henüz fidan çağlarında solduruyor.

Cezaevlerinde yaşananlar vahşet ve zulümdür. AKP hükümeti daha fazla cezaevi inşa ederek Kürtlere, işçilere, devrimcilere, muhaliflere ve çocuklara yeni Pozantılar, Şakranlar ve Antalya Cezaevleri hazırlıyor. Çocuklara yönelik cinsel istismar, süngerli oda işkencesi, hücre cezası ve her türden işkenceye son verilmelidir. Çocuklarımızı vahşi kapitalizmin pençelerinden kurtarabilmenin tek yolu ise hapishaneleriyle birlikte kapitalizmi yerle bir etmektir.

Kaynak: Marksist Tutum dergisi, no:100, Temmuz 2013, http://www.marksist.net