Silivri Hapishanesi'nde Yazılan Öykü: Nehir

NEHİR

Kendimi serin sulara bıraktım. Nehrin dingin suyuyla yedi kez durulandım. Ruhum hafifledi. Suyun yüzeyinde bir yaprak gibiydim. Ne vurguna, ne talana uğrayan ben değilmişim, geride külleri bırakarak sarı güneşin altında nehrin kenarındaki taşlara, karşıdaki dağa, gökyüzüne doğru uzanan ağaçlara, yemyeşil otlara baktım. Bu asudenin içinde ben vardım. Yalnızca ben.

Varlığım bana güç veriyor, teselli ediyordu. Mutlu kılıyordu. Dağın kalbinde akan nehrin gözyaşlarından beslendiğini, çok zaman önce rüyamda görmüştüm. Ben de bu yüzden gözyaşlarına tutunarak gelmiştim, oturup kana kana suyundan içtim. Yudum yudum kök hücrelerime içirdim. Doya doya, açlığımı giderdi. Bolluklu, bereketli kıldı.

Suyun o safir rengiyle karşılaştığımda sevinç gülüşlerle, büyük simgeyle adlandırdım. Dudağım aralandı, bir kaç kez söylemeye çalıştım, ama boğazım düğümlendi. Gözlerim karardı. Kendimi dumanın içinde buldum. Kaç zaman sonra ayıldığımda ortalık süt limandı. Dumandan iz kalmamıştı. Telaşa kapılmadan başladım, bir bir şiirini, alnının karayazısını okumaya.

Su içinde tan ışıklarının ilk hüzmeleriyle nehir köpüklendi. Yükselen güneş çiçeklere dört bir yandan hücum etti. Sıcaklığıyla yansıdı, parladı, keskinleşti. Göz kamaştırdı hançer. Yakut ve mavi ebruli işlemeli kemerim pırıl-pırıl ışık saçtı. Nehrin üzerinde ışığı oynaşıp durdu. Örük saçlarım çoktan açılmıştı. Tınısal bir mebdiyle üst üste nehrin diplerine dalıp, tekrar yüzeye çıktım. Saçlarım ıslak, suya temas ettiğinde farklı farklı şekiller alırdı.

Tek başımaydım. Hünerli, ince, güzel elleriyle kilim dokuyan Fars Kadınları, geceleyin kabilesiyle göçebe yaşamı belleyen Bedevi Kadınları, bir zamanlar Zagroslar’ın eteklerinde endamlarıyla nam salmış Gutili Kürt Kadınları  aklıma geldi. Ben de onlardan biri olabilir miyim acaba diyerek kendimi onların simalarında görüp onlarla tanımlıyordum güzelliğimi. Dara düştüğüm vakitlerde nehre koşardım. Nehir bütün sıkıntılarımı alıp götürüyordu, derdimin dermanı, sırdaşım, yarenim, yoldaşım benle nehir; Fars Kadınları’nın ince parmaklarıyla nakşetmiştik ipek kilimlere. Sırrımızı Bedevi Kadınlar gece çölde parlayan yıldızlara söylerken, sefere çıkan Gutili Kürt Kadınları ganimetlerini benimle paylaşırlardı. Birbirimizin ruhlarıydı nehir ve durmadan geçmişe akardık, geçmişten günümüze.

Nehir bizi nakşetmişti kendi suretinde parşömenlere. Kadınlar, nehir ve çeşit çeşit figürler ustaca yer almıştı sahnede. Bazen gözlerime dolan suyla oyalanırken, bazen de zuhur edenleri anlamak için nefesimi tutup ayırt etmeye çalışırdım. Ağzıma biriken köpüklü su istemsizce içime aktı. İçim depreşti, bir tuhaf oldum. Öksürdüm. Sonra her şey normalleşti. Su durullaştı. Gök mavisi bir renge dönüştü. Umutsuzluğa düştüğüm anlarda renkler sürekli değişirdi. Bir gece gördüğüm bir rüyada bir ses “güneşe dokun”, başka bir gecede de “rüyalarını ayakları altına ser” demişti. Masallarda, düşlerde nehir dil oyunlarıyla sözcüklerle süslenerek dile gelirdi. Her dilden ezeli ve ebedi oyunbazlar oyunlarını nehirde sırlarla donmuş kalplerin “güneşe dokunarak” eritileceğine hükmetmişlerdi.

Nehir akar. Berrak, safir renkteki su dağın kalbini yararak aşağılara doğru akardı. Masal nehirde dil oyunlarına katılmıştı. Oyunbazlar hünerlerini incelikle sergiliyorlardı ki, izleyenleri hayretler içinde bırakarak, mest  ediyorlardı. Suyun içinde dil oyunlarını günlerce seyrettim. Yorulmadan, dahil oldum hem gölgeli hem de sahici oyunlara.

Karşımda olanca ululuğuyla dağ duruyordu. Gözyaşı nehri dağdan kopup geliyor, vadiyi hançer keskinliğinde yararak yatağını oluşturuyordu. Su güneşin ısısıyla halden hale girerken, bedenim nelerin suyuyla dağın şeklini aldı. Hareket ettikçe birer vadi ve en son nehir oldum. Gizli ve efsunlu Bedevi, Fars ve Kürt Kadınları nehrin suyuyla yeni baştan yaratmanın yarışına tutuşa dursunlar, dağ; istenç ve bilinç, vadi; endişe ya da belki, nehir; dil oyunlarıyla parçalanmış masalları yaratırken geride kalan parçaları bir bir öldürdü.

Korktum.

Hızlıca nehirden çıkarak elbiselerimi giydim. Yakut ve mavi ebruli kemeri ince belime bağladım. Sedef kakmalı gümüş hançeri kınına soktum. Çantamı sırtıma aldım, bir hışımla silahımı omuzuma atarak inançlı ve kendine inanan bir güvenle kah küçük adımlarla, kah raks ederek duru ve derin bilinçle yola düştüm. Daha yolun başındayken gözlerimden bir damla gözyaşı yanağımdan sızarak nefesimle birlikte rüzgara karıştı. Vadiden çıktım. Güneş top top olmuş, kızıl rengiyle  dağın ardına evrilmeye doğru gittikçe uzaklaşıyordu.

Dağ, vadi, nehir güneşin kızıl rengiyle süslenmişti, artık yoldaydım, başka bir şey beni sarmıyordu. Gün yavaş yavaş akşama hazırlanırken, ağaçlar, otlar, dağ, vadi, nehir canhıraş bir telaşla yarışıyorlardı akşama yetişmek için. Akşam serinliği perde perde yayıldı tüm doğaya. Gölgeler uzayarak çoktan yok olmuştu. Karanlık bastı. Karanlığın içinde bir başka zamana aktı.

Dağ, vadi, nehir geride kalmıştı. Geriye bakmadan dağın ardında beni bekleyenlerin yanına doğru yürüdüm.

Böyle başladı masal.

Ben bu masala kendimi adamak için o kadar yol geçtim. Sonunda dağ, vadi, nehir beni tılsımlı dilleriyle yeniden yarattı. Sonra usulca rüzgarla birlikte içime dolan büyük bir özlemle geceye katılarak, nehirlerle birlikte aşağılara doğru aktı.

Sinan BÜLBÜL

9 No'lu Kapalı Ceza İnfaz Kurumu C-2\9  

Silivri-İSTANBUL