Müebbetlik tutsaktan umut veren bir öykü: DAĞ

DAĞ

İlkin dağ güneşin rengini aldı.

Sonra vadi.

Arkasından da nehir güneşin huzmeleriyle nakışlandı.

Dağ, vadi, nehir sapsarı kesildi.

Gün sarılandı. Karşı dağın yamaçları kıvılcımlındı, harelendi, göz kamaştırdı, oturdum. İzledim bu cennetimsi yeri. Aklımda dağ, vadi, nehir vardı. Güneş olanca parlaklığıyla parlıyordu. Olan biteni anlamam imkânsızdı .Çünkü günlerdir yoldaydım. Bir bütünen dağ raksa tutuşmuş, esrik bir şekilde ritme katılmıştı. Nefes nefese hünerlerini sergiliyordu. Bazen sakin ve durgun, bazen kızgın ve hırçındı. Dağın iki yakası kızgın, öfkeli ve kaynama halindeydi. Eğer olup bitenleri anlamış olsaydım siyam kızı gibi sevinç içinde çığlık atacaktım heyecandan. Çünkü dağın diline henüz yabancıydım. Çok sonraları öğrendim mest edici dilini.

            Işık birkaç kez kıvılcımlandı. Yeni bir dalgalanma, yeni bir isim, yeni bir tanım yapmak gerekti.

            Dağ; istenç ve bilinç

            Vadi; endişe ya da belki.

            Nehir; dil oyunları

            Hep hayal kurduğum zamanlarda dağ, vadi, nehir hâkim kılardı kendini bilinç anılarıma. Bu kez karşıma üçü birden çıkmıştı. Hem de yoldayken! Çıktığım yol dağ yoluydu. Dağ beni büyüttü, istençli ve bilinçli kıldı. Ağaçlar, taşlar, kuşlar hep beni büyüleyen şeyler oldu. Kocaman gövdeliyle zirvelere ayrı bir renk kattı yaşamıma.

            Dağ nakış nakış ustaca ilmeklerle süslenmişti, gergefe. Dağı dokuyan Acem kadınlarının usta hünerli, nazik elleriydi. Başkaca sanatkârane motiflerle kim böyle süsleyebilir ki? Baygın gözlerle seyrederken, bir başka zaman dilimine gittim. Üstümdeki sarı sıcak güneş bir nevi dağ derinliklerinde beni saklı tuttu, besledi, kordu. Rengim, dilim büsbütün gergefe işlenmiş dağ ile dile geldi. Bir ya da hiç beklemediğim bir şeydi bu güzel, rengârenk motifler. Ama önce simam değişmişti, çabucak kendiliğinden geçti. Ben de ifşa emen saklı tutum. Tıpkı dağ beni saklı tuttuğu gibi.

            Garip!

            Hatta ilginç!

            Suskunluğum karşısında bastığım toprak doğu sancısına benzer acılar çekti .Bu acı hepten içimi acıttı. Ter içinde kaldım. Uzun örük saçlarımı açtım, kalbimin sesin inledim. Tenime değen rüzgâr; kır çiçeklerinin, uşkunların kokusunu taşıdı dağlardan dağlara. Ne güzel kokuyorlardı, ha bire içime çektim. Kokulardan eridim, tamamen kendimden geçtim. Kaç kez üst üste gözlerimi yumdum. Dağın gizemine kulak verdim, sessizliği dinledim. Asudenin içinde, dağ kapısından çığlıklara kulak kesildim.

            Bir ses ‘’Dağ umuttur, gelecek düşlerini kendi renginden dokur. ‘’ dedi . Birkaç kez ses tekrarladı. Dinledim, dikkatle çevreye baktım. Ortalık mezar sessizliğindeydi. Ses giderek azaldı. Sonra birden kesildi .Merak sessizliğin içinden çığlığa dönüştü.

            Kalbim dağın kucağında hızla atmaya başladı. Sevinçle rüyalarımı çantama koydum. Kendimi bulacağım vadiye doğru beklemeksizin yola çıktım. Yol çiçeklerle, uşkunlarla doluydu. Yıllarca, yıllarca bu anı beklemiştim. Vakit gelmişti. O halde hızlı daha hızlı adımlarla yürümeliydim yetişmek için

SİNAN BÜLBÜL

1 NO’LU L TİPİ KAPALI CEZA İNFAZ KURUMU

C-14 ODA

MALTEPE /İSTANBUL