KİBRİT SUYU
Üç kişi İstanbul Eyüp’te bir parktaki banklardan birinde oturuyorlardı. Üçü de kot pantolonluydu, üçününde alınlarında ter vardı. Konuşuyorlardı, mavi tişörtlü olanı “varya ben ne hayal etmiştim, işte şimdi böyle kös kös oturuyorum ne işim var ne hayallerim. En zoruma gidende mühendislik fakültesinden diplomamın olması, çok koyuyor bana çok. Aslında biliyorum umutları toplasak deniz ediyor öfkeyi volkan. Demem o ki umutlarımız eriyip gitti geriye öfkeyi toplamak kaldı” dedi. Hemen söze öteki başladı; “Doğru umutlarımızı eritiyorlar ve konuşmakla da olmuyor artık.” “Şeytan diyor” diyerek başladı bu defa kırk yaşlarında kararnamelerden biriyle işten atılan on beş yıllık nüfus idaresi memuru, daha doğrusu eski nüfus idaresi memuru adeta bağırırcasına “bunların alayının köküne kibrit suyu” dedi.
Bir süre sustular ama düşünceli oldukları her hallerinden belli oluyordu. Aslında buu sabahtan beri açtıkları aşağı yukarı on beşinci konuydu ve hepsi gibi bu da “alayının köküne kibrit suyu” ile bitmişti.
“Ne oluyor ya hu?” diye ortada oturan otuz iki yaşındaki işsiz elektrik teknisyeni sonra şöyle devam etti neden böyle sorduğunu açıklamak istercesine “niye bizim sohbetimiz hep bu kibrit suyuna geliyor. İçim karardı resmen artık konuyu iyice değiştirelim çiçeklerden ağaçlardan bahsedelim içimiz açılsın”
- Tamam konuşalım hatta bu hafta sonu şöyle kuzeye doğru pikniğe gidelim şöyle mangalıda yakarız bir de ufak açtık mıydı keyifleniriz azıcık” dedi.
Ona cevaben eski nüfus memuru çattı kaşlarını ve dedi ki
- Mangal ha mangal ulan para nerde yol masrafı onlar eskidendi eskiden.
- Zaten kuzey ormanlarını da kestiler ağaç mı kaldı yol yaptılar köprü yaptılar kimse geçmese de gitmese de”
Dedi mühendis. Bunun üzerine yeniden söz arası teknisyene gelmişçesine bağırdı “Hay ulan varya iki laf ettirmiyorlar. Şeytan diyor ki bunların alayının köküne..!
Bu cümle önce birkaç insanın diline dolanmıştı sonra bir haftadan kısa bir sürede hızla tüm şehre yayılmıştı. Artık tüm sohbetler tüm hikayeler aynı sonla biter olmuştu. Durumu fark eden istihbarat ajanları başkentte üst üste üzerinde kırmızı mürekkeple çok acil yazan raporlar yolladılar. “Tüm hikayeler aynı sonla bitiyor. Gene oluyor. Acilen şehir karantinaya alınmalı giriş çıkış yasaklanmalı. “Ajanların bu denli acil ve kesin önerilerine rağmen başkent sadece şehri karantinaya alamayacağını bildirmişti. Alamazdı çünkü anlamsızdı, çünkü bütün şehir ve kasabalarda aynı şey oluyordu. Hatta aynı raporlar köy ve mahalle muhtarlarından bile yağmur gibi yağıyordu. Zaten son dönemde tüm ispiyoncular ve yalakalar muhtar yapılmıştı.
Durum gittikçe karmaşık ve içinden çıkılmaz bir hal almaya başlamıştı. Mesela anne babalar başlıyordu bir masal anlatmaya konu daima anlaşılmaz bir şekilde ama ısrarla Rapunzelin uzun saçlarından, sinirden yerleri döven, gözleri deli deli ve avaz avaz “alayının köküne kibrit suyu” diye bağıran ana babalara dönüyordu. Dahası, çocuklar ne korkuyor ne de dehşet içinde falan kalıyorlardı tersine onlarda bağırıyordu öfkeyle “bir masal daha babacığım, bir masal daha anneciğim ama hep bu sözlerle bitsin”!.. diye.
Zaten üç gün önce emekliler kahvehanesindeki olay tam bir ibretlikti. PTT den emekli semtin güleç yüzlü yumuşak huylu hoş sohbet Mümtaz dayısı her zamanki gibi özenle seçtiği kelimelerle konuşmaya başlamıştı. Nasıl olduğunu o da dahil hiçbirimiz tam olarak hala anlamış değiliz. Mümtaz dayı yine emekli maaşının azlığından ve hayat pahalılığından konuşmaya başlamıştı sonra bir baktık hepimiz masaların üstündeyiz ve barbar bağırıyoruz “alayının köküne kibrit suyu.” Kahveci Tevfik abi tam kopanlardandı; elinde askılı çay tepsisi masadan masaya atlarken bağırıyordu. “Bir bardak çayın maliyetiyle satışı arasındaki fark uçurum gibi. Vay anam vay para yok borcum gınla, ulan bunların var ya alayının köküne kibrit suyu, ulan ezdiler bizi var ya bunlar canımıza ot tıkadılar”… derken içeri gınla kara gömlekli adamlar girdi, bize bi daldılar bizde onlara Allah ne verdiyse, coplar, bardaklar, kasklar havada uçuştu. Tevfik abi birinin omuzlarını kaynar suyla resmen haşlarken bakkal Rüstem yangın tüpünü kara gömleklilerin şefiyle birlikte camdan dışarı yolladı adam kaldırımda sırt üstü indiğinde “of anamla” eşek anırması arası sesler çıkarıyordu. Sonunda bizi sille tokat dağıtamayacaklarını anlayınca geri kaçıp verdiler gazı. İlk defa gaz yedik, yemez olaydık. Daha on saniye geçmeden hepimiz kapıya yüklendik ve zor bela artık kendimizi dışarı. Çoğumuzu yaka paça, sille tokat tutup attılar otobüslerine. Bir kaçımız ise zor bela kaçıp kurtulabildik. Bugünde bazılarını mahkemeye çıkardılar. Kimine on kimine on beş sene verdiler. En ağır cezayı Mümtaz dayıya verdiler. İsyana teşvikten, katılmaktan ve liderlikten, bölücülükten, vatana ihanetten ve uzun öndere yan gözle bakmaktan say say bitmez tam 50 sene mapus yazdılar. Avukat itiraz edecek oldu ama onu da hemen tutukladılar. Yazık oldu onca arkadaşa ama varya hani insan diyor bunların alayının köküne kibrit suyu dökeceksin…
Taş üstünde yatan evsizler bağırıyor “köküne kibrit suyu” yoksullar, açlar işsizler!
Dayalı döşeli evlerde uyuyanlar bağırıyor “köküne kibrit suyu” yoksul, aç, işsiz falan değiller!
Berberler bağırıyor, gece vardiyasından dönen cam işçileri; ana okul öğrencileri, kapıcılar bağırıyor, şoförler, herkes uyanır uyanmaz ve yataktan çıkmadan önce bağırıyorlar.
Komşunun kapısını dinleyen kendi kardeşini gammazlayan itin bitin bile saygı duymadığı ve yeni literatüre X adlı ajan olarak geçen ihbarcı hainler koşup haber uçuruyorlar şeflerine “Kimse günaydın demiyor, uyanır uyanmaz kökünüze kibrit suyu dökeceklerini söylüyorlar.”
Öğleye doğru acil bir kararname daha yayınlanıyor “Kibrit suyu satışı zinhar yasaklanmıştır.”
İkindi üzeri bir doğumhanede meydana gelen şeyle ülke resmen sarsıldı. Yeni doğan bir bebenin kıçına vurunca doktor bebek ağlamak yerine bağırdı “ulan alayınızın köküne kibrit suyu” olay resmi tutanaklara geçince, Uzun’un üçüncü göbekten akrabasının kirvesinin oğlu olan, daha doğrusu olduğu için Sulh Ceza Hakimi yapılan yargıç derhal bir karar verdi. “Bu saygısız ve vatan haini bebeğin altı ay içinde sütten kesilmesine, yedinci ayda eğrin sayılmasına ve sekizinci ayda müebbet hapisle cezalandırılmasına ve de senesi dolmadan intihar etmesine karar verdi. Medya bu bağımsız hukuk adamını ve kararını gözyaşları içinde alkışladı. Bu duygu seline kapılanlardan biride bendim. Balkona çıktım ve avazım çıktığı kadar bağırdım “Alayınızın köküne kibrit suyu!” aslında bende ötekiler gibi balkona çıkıp bayrak ne sallayacaktım ama nasıl olduysa anlamadım gene aynı şey oldu. Bayrağı bırakıp sopasını almışım “yaşa” diyecekken de o cümleyi bağırarak söylemişim. O değil sopayıda mızrak gibi soktum karşı binadaki komşunun camından içeri. Şimdi korkmuyorum desem yalan olur. Acaba tutuklayacaklar mı beni diye.
Akşam haberleri yine canlıydı, yine on gün önceden hazırlanmış haberleri aynı sırayla veriyordu yirmi televizyon kanalı birden. Gene konuşuyordu yani avaz avaz bağırıyor ve haberini veriyordu üç gün sonra dinci faşistlerin Sirkeci’de bomba patlatacağını ama peşinden hemen ekledi “Bir de bizi bunlarla ilişkilendiriyorlar, böyle yapanlar alçaktır.”
Gece saat on bir sularında Ağır Ceza Mahkemesi alçaklığın yasalara aykırı olduğunu ve kolluğun bu geceden itibaren kapıları kırmak suretiyle her haneden “bir alçak” tutuklamasını emretti. Sabah olmadan çok sayıda insan tutuklandı alayının köküne işte… üç gün daha geçti bu süre zarfında yeni şeyler oldu. Alayının, Bakanlar Kurulu Karar aldı uzun artık “değer kabul” edilecekmiş!.. Köküne emi, üç dakika sonra Meclis bunu yasallaştırdı, otuz saniye sonra da Anayasa Mahkemesi onaylandı. Kibrit emi… fakültelere, ilk, orta, lise okullarına resmi yazılar yollandı. Her dersin yarısı Uzuna övgüler dizilmek üzere müfredat yeniden düzenlendi. Oy suyu da suyu.
O gece düzünelerce “hain” yakalandı habire konuşmuşta konuşmuştular ama hiç Uzan’a saygılı felan dememiştiler. Terbiyesizler adını bile anmamışlardı. Böyle olunca da yeni bir kararnama çıkarıldı bundan böyle Uzundan şöyle bahsedilecekti “Beyefendi, çok sayın, çok muhterem, çok kıymetli, pek değerli, muhteşem insan, güzel adam, dehaların dehası, yüce liderimiz…”
Dost ve düşman iyi, kötü, savaş ve barış tanımlamaları yeniden yapılıyor. Öfke bu haftadan itibaren karneye bağlandı. Bundan kelli kimse öyle kafasına göre sonsuzca ve sorumsuzca öfkelenmeyecek. Kaç kontör almışsa o kadar öfke kontörü satışı, yandaş medya, yandaş mafya ve yandaş yargıçlar aracılığıyla yapılacak. Dakikası çok değil sadece yüz lira… Uzun “Hizmette sınır yok. Dünyada bunu yapan ilk ve tek ülkeyiz” diye bunu gururla duyurdu. Buna öyle sevindik ki tüm konu komşu resmen sevinçten uçtuk. Baktık olmuyor içimiz sığmıyor içimize tuttuğumuz gibi televizyonları balkondan aşağı attık. Ne yana baksan bir televizyonu uçarken görüyordum. Kimi beşinci kattan kimi on beşinci. Hatta kapı komşum hızını alamayıp oturma takımlarını da sekizinci kattan aşağı yolladı. Ben de az daha oturduğum daireyi yakacaktım da hanım bırakmadı. Ülkemle gurur duyuyorum. Köküne kibrit suyu.
İşte yeni bir gündeyiz, uyanır uyanmaz artık bir televizyonumuz olmadığı için radyoyu açtık. Açar açmazda ezop dilinin yasaklandığını duyduk. Ayrıca duyarlı vatandaş yasası da çıkarılmış. Tanımını da yapmışlar duyarlı vatandaşın duyduğu her lafı duyduğu gibi koşup polisin ve uzunun duymasını sağlayanlarmış. Dahası Uzun herkesin hakkını bir tamam savunduğu için avukatlık mesleği kaldırılmış ve avukatlık yasaklanmış. En şahane olanı ise Kibrit suyu demekte yasaklanmış. Bunun yerine Tutuşturunca alev alan çöp diyecekmişiz… dayanamadık sevinçten radyoları da camlardan aşağı attık. Sokaklar şimdi televizyon ve radyo cesetleriyle dolu. Bolcana ütü, tost makinesi, masa sandalyede var içinde… Bu sevinç üzerine koşup geldi zabıta ve polisler ve “siz” dediler “sinirlenip, öfkelenipte mi attınız bu eşyaları” “yok” dedik “öfke kontörümüz yok bu yüzden sevinçten attık hepsini” anlamlı ve anlamsız baktılar bize. Çok da bir korkmadık, korkutamadıklarını anlayınca dönüp geldikleri yoldan gitmeye başladılar bizde hep bir ağızdan sevinç içinde arkalarından bağırdık “alayınızın köküne sürtüştürünce alev alan çöpün suyu.” Sayımızın çokluğundan olacak ki dönüpte bakmadılar ve sevinç çığlıklarımıza kayıtsız kaldılar.
Bu arada televizyon ve radyoları pencereden atınca ülke çapındaki mide ekşimelerinde keskin bir dönüş yaşandı. Artık eczaneler poşet poşet talcid satamıyorlar. Daha düne kadar haberler başlayınca sekiz kutu talcidle oturuyorduk tv nin karşısına da gene de yetmiyordu da cayır cayır yanıyordu midelerimiz.
Peki nedir bu kibrit suyu? Bilen var mı? Varsa da ben daha rastlamadım. Acaba sıvı bir patlayıcı türü mü? Yoksa bildiğimiz dinamit mi? Mermi mi, bomba mı kılıç mı, taş mı çekiç mi, levye mi, tekmeyi basmak mı, çıplak elle boğazlamak mı sarılıp boynuna, diriltip diriltip öldürmek mi hem de karnesiz olarak. Nedir buu meret, sövmek mi yahu bildiğimiz dümdüz gitmek mi? Ne olabilir ki?
Az önce son kararname, evlerde radyo ve televizyon olmadığı için camilerden okundu. Kibrit suyunun ne olduğunu sormak ve sürtüştürünce alev alan çöp suyu demekte yasaklandı. Bun da deliler gibi sevindik ve alayımız sokağa çıktık. Eskiden bayraklarla çıkardık şimdi sadece sopları aldık yanımıza hem de inşaat demirlerinden, gidiyoruz önce bu demirlerle muhtarı seveceğiz, öyle sevinçliyiz ki anlatamam yani muhtardan başlıyoruz, sevincimiz sokak sokak şehir şehir aldı gidiyor. Muhtarlıktan az evvel çıktık sıradakilerine gidiyoruz. Hadi ben kaçtım malum yolumuz uzun. Alayının köküne sürtüştürünce alev alan çöpün suyu!
Not: olup biteni olup bittiği gibi yazınca abartı sanılıyor.
Şubat 2017
Ergül ÇİÇEKLER
- 14 gösterim