Tutsak Ergül Çiçekler'den bir mektup ve bir öykü

Ergül Çiçekler / 7 Temmuz 2013

F tipi 1 nolu cezaevi Adalet şubesi C-9-94

İzmit/ Kandıra

Değerli Dostlar Bir Defa Daha Merhaba Demenin Güzelliğiyle.

Arkadaşlar, anlamlı çalışmalarınıza karınca bir destek sunmak için sizlere (...) bir çalışmamı yolluyorum. Umarım (...) çalışmalarınıza bir katkı olur...Bu çalışmayı yazarken yoğun bir sürgün sevk dönemi vardı aradan yıllar geçti ve bu sürgünler hala sürüyor üstelik artarak.

Bizler burada elimizdeki kısıtlı imkanlarla birkaç tv kanalı ve gazeteyle olup biteni takip etmeye çalışıyoruz. Basın saklamaya çalışsada halkın büyük ve cesur başkaldırısını görüyor ve hissediyoruz. Halklarımız Lice'den Takism'e uzanan anlamlı bir köprü beklentisi, umudu içindeyiz...

Çalışmalarınızda başarılar, kendinize ve birbirinize iyi bakın.

Sevgilerimle.

ZİNDAN VE ANKA KUŞLARI

Giriş

- Bir şeyi aradığınız yerde bulamıyorsanız muhtemelen yanlış yerde arıyorsunuzdur.

Tarih boyunca onlar hep ide dağında ya da ulaşılması zor geçit vermez sıra dağların ardındaki gizli vadilerde arardı.Onlar eski zaman efsanelerinin gizem dolu harikulade canlılarıydı. Ceylanların ulaşamayacağı kadar uzak, kartalların çıkamayacağı kadar yüksek balıkların yüzemeyeceği kadar engin yerlerdeydiler. Oysa aslında onlar Kızıl Vadi'nin savaşçılarıdır. En çok vefalarından, kararlılıklarından ve akıllara durgunluk veren o kahreden cesaretlerinden tanınırlar... Onlar her zaman kendi küllerinden doğan ve yaşamlarını Vadi'nin gelişmesine adayanlardır. Hayır uzaklarda değiller, kalleşce pusulanan sokaklarda ve dağlarda vurulan onlardır. İşkencelerden geçirilen zindanlara tıkılan yine onlardır ve yine yine hep onlardır kaç kez darağaçlarında bayrak bayrak dalgalanan ... Onlar için tarihin hiçbir yerinde boyun eğdiler diye yazılmadı. Bazen Spartaküstü adları bazen Che Guevera bazen de Deniz, hep vardılar hep var oldular ve hep var olacaklar. Uzaklarda aramayın onları, kimi gün kapınızı çalarlar, kimi gün sokağınızdan geçerler. Bakarsınız hastanede doktor, okulda öğrenci fabrikada işçidir, haksızlığa uğradığınızda size elini uzatan ilk insandır. Uzaklarda aramayın onları karlı dağların ardında ya da efsanelerde değiller. Sokaklarınızda alevden bayraklarını açıp yürüyenler Anka kuşlarıdır... Yada zindanlarda hiç susmayan ve asla boyun eğmeyenlerdir... Şüphesiz Anka kuşlarının geçtiği en zor en çetin sınavdır bu. Zaten öykümüzde buna dairdir Zindan ve Anka kuşu.

Gelişme

- Yazarlar çoğu kez yazdıklarından fazlasını kast etmişlerdir.

Bir şarkı mırıldansa içlerinden biri koşar gelir zindancılar üç büyük kağıda resmi tutanaklar tutulur üçer kopya, imzalanır her biri ve sürgün kararı çıkarılır... Her sabah kontrole gelirler, gelenler Ankanın gözlerinde vazgeçişin, pişmanlığın izlerini ararlar. Yoksa tutanaklar tutulur, üç büyük kağıda üç kopya, imzalanır her biri tek tek ve sürgün kararı çıkarılır... Voltaya çıksa biri yağmur altında tanrılara kafa tutmaktan tutanaklar tutulur hemen, üç büyük kağıda yine üç kopya ve sürgün kararı verilir... İçlerinden biri üş gün önce bir şarkıyı ıslıkla çaldı, çok güzel bir şarkıydı, koşup gelip tutanaklar tuttular yüne üç koca kağıda yine üç kopya yine imzalı dün sabah sürgüne götürdüler yaka paça zorla...

Uzun yolları aşıyorlar bileklerinde zincir. Bir kentin zindanından başka bir kentin zindanına fırlatılıyorlar. Nerede kuş uçmaz kervan geçmez bir dağbaşı varsa oraya sürüyorlar tutsak Anka Kuşlarını. Sanıyorlar ki onların bedenlerini birbirinden ayırmakla yüreklerini de birbirlerinden koparıp ayırabilecekler. Onların tek umudu bu, yapacak başka bir şeyleri kalmadı, çaresizce Anka Kuşlarının sevdalarından vazgeçmesini bekliyorlar. Tek umutları bu, ellerinde bir bu kaldı yani gerçekten çaresizliğin en büyüğünün içindeler; çünkü Anka Kuşları sevdalarından asla vazgeçmezler.,

Sessizlik bir kez olsun girmez eşiklerinden içeri yaşadıkları an ve yerde bir teki bile açamaz yılgınlık tohumlarının. Gürül gürül akmaktır onlarda yaşamak. Bir şarkıya başladıklarında savrulur gider duvar, kapılar yırtılır, meşaleler alev alır, suyun akışı gibi, bir şarkıyla aşar giderler tüm engelleri... Ki çok sürmez yeniden başlar sürülmeler, gittikleri her yerde hep aynı şey bekler onları. Bir isim isterler, bir tek isim zorla olmadı melek kılığına bürünür cehennem zebanilerinin biri " Yazık değil mi gençliğine bir imza yeter, bir imza yürür gidersin özgürlüğe. Kendini yakma bir isim bir imza sonra şartlı tahliye edeceğiz seni, işte sana bu kadar yakın özgürlük" Gülümser Anka Kuşu başını çevirir bakar konuşmacının yüzüne yani der tahliyenin şartı ihanet sonra ayağa kalkar ve " Benden alabileceğiniz tek şey bir avuç küldür" der sonra aniden kanatlarıyla sarar kendi bedenini dur yapma durdurun onu sesleri arasında çoktan kanatlarından ilk alevler bedenini sarmaya başlamıştır. Oracıkta küle döner yeniden doğmak için oracıkta alev alev yanar. Çünkü bilir Anka kuşu her vazgeçiş, en ufak gerileme cesaret verir halkın cellatlarına. Ve elbette gözdağı olur dışarıdaki yoldaşlara dert ve elbette sırtlarından saplanan hançer. Bu yüzden içlerinden biri bile bir adım geri adım atmaz, atamaz. Bundansa köze durup yanmayı seçer.

Büyük harflerle konuşuyorlar, resmi yetkilerle, bilmen ne bakanlığının tuğralı fermanlarıyla ve küfür ve işkence ve tehdit ellerinde ne varsa hepsiyle... Bu zalimlik vahşetin oğullarının bu sınır tanımazlığı ve tüm bunların esas nedeni çaresizlik. Hiç lafı dolandırmayacağız, bileği zincirli tutsaktan korkan cellatlarından bahsediyoruz... Bakışlarında bu var, konuşmalarında bu, korku; tanrıları oldu önünde yerlere kadar kapanıp tapındıkları odur. Sanki soğuk su değil yırtılana kadar içtikleri korkudur. Yemek tabaklarından kaşıklayıp yedikleri, aldıkları nefes, ocaklarından yayılan sıcaklık ve aşlarına kattıkları tuz ve çaylarına attıkları şeker ve eşlerine dokundukları el korkudur. Karanlık bir girdap gibi her an onları daha fazla içine çeken o büyük acımasız korkularıdır. Bu yüzdendir bu sürgün karaları, bu büyük harflerle konuşmalar, bu atmalar tutmalar bu özel yetkiler bu vahşet hepsi bu yüzden. Bir sel gibi aktıkça milyonlarca yürek, ayağa kalktıkça halkın gücü, bastıkları toprağı salladıkça korkuları da çığ gibi büyüyor... Tüm bunlardan seni istiyorlar Kızıl Vadi, yerini bulmak istiyorlar, bulmak ve seni öldürmek, boğmak, yakmak, paramparça etmek istiyorlar. Ama boşuna çünkü Anka Kuşların seni asla ele vermeyecek...

- Aslında, yaşamakta ve var olan, her zaman kelimelerle anlatılanlardan çok daha fazlasıdır.-

Bu zincirler bu kahrolası sürgün acıtır bileklerini, keser kanatır. Ama susturamaz yürekleri. Hergün yeniden doğuşun ateşiyle o büyük aşkın gücüyle bir kez daha konuşurlar... Şimdi gene yollardalar götürülüyorlar, sürgün. Ama her adımda alevden bir tohum ekiyorlar her geçtikleri yere. Bir an sonra o tohumlar çatlayacak elbet kara bağrında alevler fışkıracak.

Onlar dostlarını özlüyorlar, yoldaşlarını, en güzel sohbetlerini tutsak düştüklerinde daha bitirememişlerdi, hala onu bitirmenin telaşındalar.... Hesapları var çarpışmaktan yana ki bir tek tabancayla gün oldu bir orduya karşı durdular on dokuz, yirmi yada kırk yaşında, hala sürüyor çarpışmalar, hala zafere ulaşmanın peşindeler... Özlüyorlar ve özlem, sevdalarına, aşklarına katıyorlar. Ve her gün batımında Güneşten ışığı yayma görevini anlar devralıyorlar, geceyi aydınlatmak için. Kimse yolda kalmasın diye yolcular uçurumları önceden görsün diye ve elbette karanlıkta kahraman kesilen o katillerin bir bir hepsinin yüzleri görünsün diye... Bu yüzden güneş bakır tenli denizin ufkunda yavaş yavaş batarken ankanın kanatlarında ilk kıvılcımlar başlar gövdeyi yavaşça tutuşturmaya, tam battığında ise anka alevden bir kıyafet giymiştir. Gecenin en karanlık anında ise tamamen köze dönmüştür ak kızıl kor bir aydınlık yaymaktadır. En sonunda tan yeri ağarmaya başladığında küllerinden bir kez daha doğmuştur Anka Kuşları. Artık hazırdırlar yeni bir güne dünden daha güçlü daha coşkulu yarından biraz daha zayıf... ve açılır açılmaz küçük kafeslerin beton avluya açılan iç kapıları çıkar dışarı Anka Kuşları başlarını mavi gökyüzüne çevirip herkesin duyacağı şekilde vadilerine seslenirler;

- Ama önce bir hatırlatma, savaşçıların sözleri güçlerini yaşanmışlıklardan ve elbette onların büyük ideallerinden alır.

" Seni soruyorlar Kızıl Vadi. Senide vermemizi istiyorlar. Ama biz onlara hayır diyoruz. Asla ve hiçbir zaman, bizden başka bir söz işitemeyecekler... Kızıl Vadi, seni soruyorlar sevdamızın beşiği seni kalbimizde taşıyoruz ama onlar yinede seni arıyorlar. Tependen napalm bombaları dökmek için, hazırlanmışlar ordu ordu, namlulara ölüm doldurmuşlar, tanklara ölüm, uçaklarına ölüm. Kazan bombaları varmış bir defa patladı mı her şeyi öldürüyormuş insanı, kuşu, toprağın altındaki karıncayı bile...

Kapılara dayanıyorlar, bir kafesten ötekine atıyorlar, bir ölümden diğerine. Sana ulaşamadıkça bize saldırıyorlar, sana gözdağı vermek için bize.... Bağırıyorlar verin onu bize diyorlar. Boşuna bunların hepsi faydasız ne söylerse söylesinler ne yaparlarsa yapsınlar yinede seni onlara vermeyeceğiz... Biz her gece yanıp her şafaktan önce küllerimiz yeniden doğacak seni büyütmeye devam edeceğiz... Varsın atsınlar bir ölüm kafesinden ötekine, varsın diyar diyar sürsünler bizi, faydasız. Çünkü her şafakta yeniden doğacağız... Sen büyümeye devam et... Seni asla ele vermeyeceğiz!

Sonuç

Onlar şu an hala sürgün yollarındalar. Hala zincir oturmuş bileklerine hala her gece ışığın nöbetindeler ve hala inatçı bir gülümseme dudaklarının ucunda duruyor. Ve hala da cellatlar tutsaklarından korkuyor.

İçerdekiler ve dışardakiler, içerideki duvarları dışardakiler bulvarları yakıyor. Dedik ya başlarken eski zaman destanlarından çıkıp gelmediler. Dedik ya varoşlarından, dağlardan, fabrikalardan dedik... Caddelerden geçenler onlardır, zindanlara türkü söyleten ve bileği zincirli sürgüne yollanan hep onlardır. Onlar kızıl Kızıl Vadinin savaşçı Anka kuşlarıdır... Hala sürüyor Anka kuşlarının yolculuğu... Bitmedi daha.

  • Bazı öykülerin sonu yoktur. Çünkü şu an yaşananlar onu hala yazmaya devam ediyordur.

Bu sadece bir öyküydü etrafınızda olup bitenlere bakın!

Ergül ÇİÇEKLER

F tipi 1 nolu cezaevi Adalet şubesi C-9-94

İzmit/ Kandıra