Ocak 2019
Şuan dışarıda vıcık vıcık kar yağıyor; kaygan, tutkal gibi yapış yapış bir tabaka kaplamış beton avluyu. Günlerdir böyle; gri bir gök, vıcık vıcık ıslak bir ayaz ve bu manzarayı tamamlıyor artık pes etmiş ayakkabılarının içindeki ıslak çoraplarımız… Perişanlığım dörde sekiz hali bu (havalandırmamız dört metreye sekiz Mete) Hani inat etmesek umutlu olmak için sadece bu havalar bile insanı tüketebilir. İşte 2019 ‘a bu inatçı umutla girdik, öyle de devam edemiyoruz. Gerçi havalarda barbar gitme de inatçı ama biz kazanacağız çünkü bahar geliyor. Hem de umula inat edenlerin baharı.
İşte tam bu günlerde bize üç minik misafir geldi. Anne kuşun adını hemen Şirin koyduk. Şirin ‘in iki ayağı da yaralıydı ve her halinden acı çektiği belli oluyordu. Baba kuşun durum iyiydi fakat yavru cılız ve çok halsizdi. Tek tük çıkan bir iki tüyüne bakarak adını Reşo koyduk. Reşo henüz misket kadarcık, savunmasız aç ve belli ki yarımda ihtiyacı var. Annesi ona bakamıyor ve kendi başına da beslenemez.
Kısa süre gözlemledik baktık ki anne ve babası onu beslemiyor. Bunun üzerine büyüyene kadar minik dostumuzun ‘’anacıkları ‘’ olmaya karar verdik. Önce yem ıslatıp verdik; yemedi, sonra ekmek içi, yemedi. Bunun üzerinde kitaplardan okuduklarımıza, belgesellerden gördüklerime başvurmaya karar verdik. Onu şırıngayla beslemeliydik ama F Tipinde bir şırınga bulmak mümkün değildi. Bizde birkaç şeffaf tükenmez kalemimizi feda ettik! Açıkçası gayet güzel çakma şırıngalar oldular. Bunu halledince de hemen kuşyemini ezdik ona sıcak suyla yaptığımız bir mamayı Reşo ‘nun gagasına dayadık. Gerisi düşündüğümüzden çok daha kolay oldu çünkü Reşo içi mama dolu bizim çakma şırıngalara adeta yapışıyordu. Aslında öylesine çok açtı ki dünyanın en büyük mama dolu şırıngasına bile hayır demezdi.
Soru sadece aç olması değildi. O küçük, tüysüz bir canlıydı. Kış günü kendini sak tutma şansı hiç yoktu. Biz de küçük tahta yavruluğu kalorifere iyice dayadık. Artık karnı tok yuvası da sıcaktı. Üç gün böyle geçti ve Reşo hızla büyümeye, tüylenmeye başladı. İşte her şey böyle yolunda giderken biz iki feci hata yaptık: Yılın son günü mamasını soğuk vermişiz ve daha kötüsü yuvayı da uzakta bırakmışız. Sadece birkaç saat ama bu her şeyi berbat etmeye yetti. Durumu fark eder etmez koştuk yuvanı kapağını açtık ve maalesef. Minik dostumuzun başı kutunun zeminine düşmüştü ve son nefesini veriyordu. İşte yeni yıla böyle başlıyorduk. Moralimiz fena halde bozulmuştu.
Onu avcumuza aldık sıcak nefesimizi hohlayarak ısıtmaya çalıştık, kursağına bir damla sıcak yem koymaya çalıştık ama nafile! Çarevice kutusuna koyup kalorifere dayadık ve üzerine sıcak bir havlu örttük. Açıktan dillendiremedik ama annesinden göremediği sıcaklığı kaloriferden görsün istedik. Ölüm nasıl da barbar bir şey ve nasıl da yakıyor içimizi.
Hala dillendiremiyoruz ama yeni yıla böyle girdiğimizin bilincindeyiz; Küçük bir kuşun minik kalbinin durmasıyla.
Saat başı küçük tahta küçük tahta kutunun deliğinden içine bakıyoruz…
Saat 19.00: Kutuda hiçbir hareket yok. ‘’Ölmüştür, yüzde doksan dokuz ‘’ fakat hiçbirimiz çıkıp da öldü diyemiyoruz. Soruyoruz bibimize ‘’ Yaşıyor mu? ‘’ diye. Sanki bu soruya cevap verecek en metanetlimizi arıyoruz. Birimizin çıkıp da ‘’ arkadaşlar, elimizden geleni yaptık keşke böyle olmasaydı lakin minik kalp durdu, öldü ‘’ demesini, bekliyoruz. Fakat hiç birimiz bu role soyunmuyor. Tersine içten içe kendimizi suçluyoruz, birimiz mamayı soğuk verdi, birimiz onu uyarmadı, birimiz kutuyu kalorifere dayamadı diye…
Saat 20.00: Anne kuş yuvaya bir girse diyoruz. Yavru bir ana sıcaklığını alsa. Ama girmiyor. Bir kuşa hem de yaralı bir kuşa yavrusuna bakmadı diye kızıyoruz, dahası onu doğasında koparan biz insanlarken. Kızıyoruz ona havaya, kendimize kızıyoruz belli etmeden.
Bu defa kutuya bakan benim ve arkadaşlar soruyor ‘’durumu nasıl ‘’ ‘’bu ölmüş mü? ‘’nün farklı yorumu. Önceki cevabı veriyorum ;’’ değişen bir şey yok! ‘’ Bir sigara daha yakıyoruz. Bir iki türkü söylüyoruz. Sonuçta bugün yeni yıla giriyoruz ve daha önemlisi birimizden birinin tutsaklığının son ayları yani onunla son yeni yılımız. Bu nedenle surat asmak istemiyoruz. Her şeye rağmen gülmek istiyoruz ama maalesef küçük tahta kutucuk orada ve maalesef içinde durmuş bir kalp var. Söylemek istemesek de 2019 A böyle giriyoruz; kutudaki ölümle. Ağrımıza gidiyor. Kendileri vurulan yoldaşları vurulan bizler her canlı için aynı sevgiyi ve acıyı taşıdığımızı ispatlarcasına, inadına gülüyor, inadına konuşuyoruz, ama kutu hala orada.
Saat 21.00: Yoldaş ‘’odam kireçtir ‘’ türküsünü söylememi istiyor. Ona göre bu türküyü güzel söylüyormuşum Ya da eldekilerin en iyisi benim. Bir çeşit ‘’koynun olmadığı yerin Abdurrahman Çelebisi ‘yi ‘’ Fakat hemen söyleyemiyorum. Gecenin ilerleyen saati diyoruz. Tahta kutudan hala hiç ses çıkmıyor. Delikten bakıyoruz başa yana düşmüş küçük dostumuzun dayanamayarak bırakıyoruz bakmayı. Birer sigara daha yakıyoruz.
Saat 22.00: Sanki artık kutudan korkuyoruz, delikten bakamıyoruz bile havada buz gibi sıcak birer çay içiyoruz. Zaten bu yılbaşında kutlamayı içimize sindirememiştik. Diğer hücrelerde de durum aynı. Mütevazı bir kutlama yapıyoruz. Daha çok marşlar ve türküler söyleniyor. Aklımız, kalbimiz aylardır açlık grevinde olan arkadaşlarımız da. Hevesimizi sonraki yıla saklıyoruz ve tüm eylemciler yanı başımızdaymışçasına ‘’ Hernepeş ‘’ i söylüyor. Kutudan hala bir ses çıkmıyor. İlan etmedik ama artık eminiz o öldü. Birer sigara daha yakıyoruz. Hani biz bu mereti bırakmıştık.
Saat 23.00: Birer kekik çayı içiyoruz. Kar yağıyor ve içerisi soğuk. Kekik çayı bira olsun içimizi ısıtıyor. Bir iki türkü daha söylüyoruz en bet sesimizle. İnadına gülümseyeceğiz işte. Kutuya bir kez de bu ruh haliyle yaklaşıyoruz. Artık gerçekle yüzleşme zamanı. İçimizden : ‘’ Ah zavallı, ne annen ne baba ne de biz sana doğru düzgün bir yaşama şansı veremedik. ! ‘’ diyerek masanın üstüne koyuyoruz kutuya, kapağını aralıyoruz yavaşça, işte belli belirsiz mavi ve daha çok siyah tüyleriyle bizim küçük dostumuz. Açıkgözleriyle bize bakıyor. Onu sıcak tutmayı başarsaydık bütün bunlar olmayacaktı. Açmışız tahta kuş yuvalığının kapağını. 2019’a böyle girmeyi böyle kabullenerek artık cesur muyuz yoksa korkak mı siz karar verin. Neyse ki bu hücrede gerçek bir savaşçı varmış. Bize bakıyor açıkgözleri ve parmak kadar cüssesiyle.
Saat 23. 30: Birer sigara daha yaktık. ‘’ Odam Kireçtir ‘’ i söyledik. Sütlü kahvelerimizi içtik. Üstene bir de Kenan AKTAŞ arkadaşın sevdiği ‘’Nataşa ‘’ yık söyledik. Hala betti sesimiz, hala berbat söylüyorduk, hala bitirince bir bizime ‘’ her Bijî ‘’ diyorduk. Üç kişilik çok acayip bir koroyduk. Kendimizi gömmeye çalışmıyorum gerçekte de normal zamanlarda söylediğimizden çok daha kötü söylüyordu. Hele benim o ‘’Hani yaylam hani senin ezelin ey! ‘’ türküsünü katletmem resmen müziğin ahududusuydu. Fakat umurumuzda bile değildi çünkü az önce küçük kuşumuz tam iki şırınga mamayı kursağına indirmişti. Yavaş yavaş sesler çıkıyordu fakat hala yaşama şansı ancak yüzde elliydi.
Saat 24.00: Reşo biraz daha mama yedi. Biraz daha gür çıkıyor sesi. Biliyoruz; eğer bu geceyi atlatırsa artık ona hiçbir şey olmaz. Birer çay daha içiyoruz ve televizyonda dinlenebilecek müzik var mı diye kanalları dolaşıyoruz. RTÜK’çü televizyonlarının Noel’i kutlaması tabi ki üstün körü ve yarım ağız. 2019 2u selamlayan banal kanalların banal yarışma programı sunucuları. Çapsız zırvalık dolu ‘’Merhaba 2019. ‘’ lara! Oysaki DAİŞ ve onun destekçilerine rağmen insanlar meydanlarda inadına kutlama yapıyor. DAİŞ ‘çilerin ve destekçisi partilerin diş gıcırdatmaları arasındaki kutlamalar şeriat rüyalarına bir darbe daha indiriyor. Bırakalım Noel’i bu güruh leblebiyi yasaklasın insanlar, hiç sevmeyenler de dâhil gidip paket paket leblebi alır. Ah be ‘ İnadı sevdiğim insanları keşke önemli şeyler içinde bunu yapsanız.
Geçen sene Taksim 2i yeni yıl kutlamalarına yasaklamıştılar. İnsanlar akı akın oraya gelmiş ve polise ‘’Şöyle bir çekilin bakalım. ‘’ demişti. Bu sene yasaklamaya cüret edememiş olmalılar. Neyse insanlar dinci –faşistlere rağmen sokaklarda ve kuşumuz iyi ve biz devam ediyoruz mücadeleye ve evet iyiyiz. Kavga ve yaşam nasıl da iç içe. Hayat nasıl da çelişkilerle dolu ama işte gümbür gümbür aka hayat ve zaman bizden yana .
Saat 01.30: Reşo çok daha iyi, uykumuz var ama birimiz onun için ayakta kalacak.
Saat 03.50: Ayakta kalanımız Reşo ‘yü besliyor ve yatıyor.
Saat 08.00: Reşo ’nun sesi hücrenin her yanından duyuluyor ve şırıngayla mama yiyor ve yuvası sıcacık.
Bir hafta geçti hızla büyümeye devam eden Reşo neredeyse kendi kendine beslenecek duruma geldi, . İştahı yerinde, kursağı hep dolu sanki kursak kursak değil adeta bir tenis topu gibi. Hep kocaman ve yuvarlak. Şimdilik yuvasının deliğinden bizi izliyor. Onu çok istesek de doğaya salmayacağız çünkü yaşama şansı hiç yok bu nedenle onu sevecek ve ona iyi bakacak birilerini ayarlayacağız. İlk geldiğinde ona Reşo demiştik ama dişi olursa ismini diye çevirecektik. Fakat yüzde doksan dokuz Reşo olacaktı. Gerçi bir kuşun sağı solu belli olmaz. Bir hafta önce yüzde doksan dokuz ölüydü şimdi yüzde doksan dokuz erkek ve hücrenin en sağlıklısı.
Bu akşam onu beslemek için yuvasına elimi soktuğumda yemeğe değil elime saldırdı. Yani artık elimi yuvaya sokmam yasak. Bu mesafe onun için ciddi olmalı ki elime saldırdı ve benimle dövüşmeyi göze aldı. Reşo elli gram ben ise yetmiş iki kiloyum. Yani onun bin dört yüz kırk katıyım ama bu oranlara rağmen küçük kutusu için savaşmaktan geri durmadı.
Ya siz ‘ Sizden bin dört yüz kırk kat güçlü birine karşı çıkabilir misiniz? Size ait olan yaşamınız, haklarınız, yarınınız için mesela. Sizden bu kadar büyük olan ve her şeyinizi elinizden alamaya çalışan ne var biliyorsunuz. !
Biliyorum hikâye biraz uzadı ama sonuna geldik sayılır. Bu gün on iki gün sonra Şirin masaya kondu ve Reşo ‘yü ilk defa besledi. Tabi dedik hadi oradan üçkâğıtçı sen iki yem ver, Reşo ‘muzu elimizden alabileceğini mi sanıyorsun. Hatta ‘’ Vay uyanık vay, biz bu numaraları yemeyiz. ‘’
On beş gün oldu Reşo bol bol kanat antrenmanı yapıyor. Annesi hariç kimseyi masaya yanaştırmıyor. Tam bir savaşçı. Yuvada da pek durmuyor, daha çok masadaki oyuncaklarla oynuyor. (Bir iplik makarası, bir plastik mandal, bir tükenmez kalem ve o sırada ne varsa orada. ) Konuşmayı çok seviyor bize şımarmayı da ve sanırım şuan parmaklarımızı kardeşleri sanıyor, önceden annesi sanıyordu.
Şirin ‘in ayakları da tamamen iyileşti. Daha önceden doktorun göz apsesi için verdiği antibiyotik merhemimiz vardı. İnsan gözüne sürebilecek kadar zararsız olunca onu kuşun ayaklarındaki iltihaplı yaralarına sürebiliriz diye düşünmüştük. Doğrusu işe de yaradı. Onu veterinere yollamak isterdik fakat ‘’teröristlerin kuşu’’ nu veterinere götürmediler. Şirin iyileşti iyileşince de ilk yaptığı şey Reşo ‘ya sahip çıkma oldu.
Reşo yakında uçmaya başlayacak ve yetişkinliğe erecek. Elbette onu yuvası için kendinden bin beş yüz kat biriyle savaşma cesaretiyle hatırlayacağız.
Çocuklarınız, dostlarınız, arkadaşlarınız ve hayatınızdaki herkes hanginizi ve hangimizi böyle hatırlayacaktır.
Böyle hatırlanmak istemez misiniz?
ERGÜL ÇİÇEKLER
1 NO'LU F TİPİ CEZA İNGAZ KURUMU
PTT CEZAEVİ ŞUBESİ
KOCAELİ
- 5 gösterim