Ergül Çiçekler'den Yeni Bir Öykü: YAĞMUR ve RÜZGAR

Yağmur neden yağar biliyor musunuz, bunu hiç düşündünüz mü? Bize öğretilen ezberlerle değil gerçekten düşündünüz mü?

Bize ezberletirler ki; su donar buz olur, o buzdan dağlar olur, sonra o dağlar erir buhar olur, o buhardan bulutlar, o bulutlardan yağmurlar, o yağmurlardan da sel olur!..

Unuttu öğretmenler, unuttu müfettişler, eğitim müdürlükleri unuttu, hepsi unuttu işte bize öğretmeyi; yağmurun esasen neden yağdığını. Onlar bize nasıl'ı anlattılar neden'i değil. Unuttular bize söylemeyi, mesela yağmurun özlendiği için yağdığını. Umuttular; dağlar, vadiler; ovalar dolusu toprağın onu, o topraktaki milyarlarca tohumun çatlarcasına onu özlediğini.

Nasıl'ı anlattılar inatla atlayarak neden'i. Nasıl'ı bile yanlış anlatarak çoğu kez ve çoğu kez unutturmak istercesine unuttular neden'i...

Her şey aslında ilk damlayla başlar. O çıkar yola; olanca gücü ve bütün cesaretiyle çarpar gövdesini taşa, toprağa, kuma kor ya. Bilir hem de ilk ve son damlasına kadar bilir; her damlasında bir tufan yattığını, bilir ilk damlada bile en sert kayaya çarpacakken o kayanın kolay kolay baştan sona yarılmayacağını ya da toz gibi dağılmayacağını. Aksine kendisinin paramparça olacağını çünkü o, bölünecek defalarca ve defalarca, binlerce ve binlerce kez, sonra bir daha binlerce kez defalarca.

Önce ilk damla düşer sonra ikincisi sonra milyonuncusu sonra yüz milyarlarcası, her biri gelir, sektirmeden, titremeden, korkmadan, yolda yorulmadan, bir önceki nasıl gelmişse ardı sıra gelende öyle gelir; aynı inanç ve aynı kararlılıkla. Kayalar sağlamken gelir, kurumuş topraklar çatlak çatlakken gelir, nazlı ceylanlar susuzken gelir, çölleri samyelleri kavururken gelir. Kayalar sağlam yağmurlar tükenecek demeden gelir, çöller uçsuz bucaksız yağmurlar yetmeyecek demeden gelir, çatlamış topraklar suya doymaz demeden gelir. Gelir damlalar gelir sam yelleri eserken umutsuz yürekler kararırken, an içinde inançlarını yitirenler varken gelir taki hepsinin kalplerindeki umutsuzluğu param parça edip seline katacak o müthiş an gelinceye kadar. İşte o an devasa kayalar toza döner, işte o an çatlamış topraklar bahara doyar, işte o yüreklerden o damlalar sel olur akar, sel olur dolar karışır birbirine damlalar ve yürekler, karışır ve taşar kaplarından yeni bir tufan olur. Öyle ki izi kalır çağlar ve çağlar sonrasına ve de topraklar unutur çatlamayı ve de yürekler karalar bağlamayı... Oysa o, ilk damlada bile anlatılan öykü gene budur. Oysa son o son damlada bile anlatılacak olan da gene bu...

Bize hep bunu yaptılar şimdi de yapıyorlar ve bunu yapacaklar; Bize suyu anlattılar, karı, doluyu ama unuttular inadına inadına nasıl sel sel olup da aktığını. Nasıl geri dönüşü olmadan akıp akıp taşarak gittiğini, gideceğimizi.

Sadece yağmuru mu, rüzgarın öyküsünü de yanlış anlattılar.

Rüzgar neden eser? Her yel neden gider bir öncekinin peşi sıra. Esmeseydi biri diğerinin peşi sıra, hiç bir gün hiç bir deniz dalgalanmazdı, hiç bir vadi uğuldamaz hiç bir yaprak kıpırdamazdı, ne gülün kokusu olurdu ne de sümbülün hiç biri, elvan elvan gelip de yüreğimizi dağlamazdı. Ne dal verirdi körpe fidanlar ne de bir orman yayılır giderdi yeryüzünde.

Oysa o yel bir dönünce fırtınaya bırakın denizleri, okyanusları ormanlar dalgalanır koca gövdeleriyle ulu çınarla ve hatta dağlar, koca koca dağlar dalgalanır. Bir kaptırınca rüzgarın uğultusuna kendini suyun kalbi, bir kaptırınca ve bir olunca ikisi şahlanır köpürür üstüne üstüne kıyıların, ovaların, yamaçların.

İnsan da böyle değil mi, an gelir insan da böyle yürümez mi üstüne üstüne gece gündüz demeden, yürümez mi meydan meydan. Göğüsler dönüşmez mi granit taşlarına dağ gibi aşılmaz ve eğilmez olarak taşarak yürümez mi insan. İnsandan daha dehşetli bir şey var mı diye sordurarak yürümez mi?

Aksini söyleyenler, "hayır yürümez" diyenler umudunu yitirmiş kalplerin hikayesidir. Onlara göre "kör kuyulardan su çıkmaz" ama böyle bir kuyu yaşamın değil olsa olsa ölümün kuyusudur. Böyleleri işte esene yel der geçer, dudak büker de küçümserler de bilmezler, sahrayı yaratan yeller bu yellerdi ve Sina'yı ve Kalahari'yi ve Gobi'yi ve hepsini ama hepsini. O yeller binlerce, yüzbinlerce milyonlarca yıl esti durmadan, esti ve dağı düz, düzü dağ etti. Fakat içlerinden hiç biri unutmadı ilk esen yeli... Önce bir yaprağı kıpırdatmıştı şimdi okyanusları kabından taşıran bu yeller...

Fakat biz öğrendik; yolculuğu damlardan, rüzgarlardan karıncalardan kızıl kanatlı turnalardan, kın kanatlı çekirgelerden, kılıç yürekli dilden, alev yürekli gençlerden, kor yürekli militandan, gül yürekli aşıktan yağmayı da esmeyi de dalga dalga taşmayı da.

Bize suyu anlattılar, sağanak yağmurları, yıldırımları unuttular sel olup akabileceğimizi söylemeyi. Yani, Kor gibi en yükseklerde var olmayı, umut gibi inceden bir bahar yağmuruna dönmeyi, aydınlatmak için çıra gibi yanmayı değil bize susarcasına karamsar kalmayı anlattılar. Oysa bir kez, bir kez olsun mesela deselerdi ki; Çocuklar şimşek karanlıkları aydınlatmak için çakar." deselerdi gerisini biz zaten anlardık. Demediler demediler de ne oldu, işte başlarının üzeri şimşek dolu. Birkaç insan korktu diye cesaret bütün kalplerden çekip de gidecek değildi ya.

Elbette söyleyenler de oldu inadına anlatanlar da. Göğsünü siper ederek "neden"i söylemeyi unutmayanlar da. Ama azdı sayıları, sanki kozmosta yıldızdı onlar, kozmos engin ve yıldızlar her yanını aydınlatacak kadar çok değildi!..

Geriye kalanların hepsi unuttu, geriye kalanların hepsi çaba sarf ederek unuttu. Unutmak için azimle çalışarak unuttular ki biz de unutalım. Bize, okulda, televizyonda, gazete köşelerinde, maçlarda toplantılarda, amirin, müdürün önünde, yıllarca ve yıllarca ve de sadece bunu öğrettiler. Fakat yeterince cesur olanlar hiç bir zaman inanmadı bu coğrafya kitaplarına, kanmadılar bürokrasinin kaleme aldığı haberlere ve meyletmediler ne borazanlar ne borazancılarına gazetelerin.

Ve cesur olanlar bağıra bağıra söylediler: "Özlendiği için, sele dönmek için, rüzgarla bir olmak için gül için bülbül için, güzel olan için yağar yağmur. Ve suları dalgalandırmak için eser rüzgar

Bir saat gibi kurmaya çalışıyorlar beynimizi. Ruhumuzu öldürüyorlar kaskatı bilimsel ('lik dışı) bilgilerle: felsefe öğretiyorlar Marx'ı unutarak, Washington'u anlatıyorlar Lenin'i unutarak, Armstrong'u anlatıyor Yuri Gagarin'i unutarak.

Bir unutturma bir uyutma devletidir bu!

Ergül Çiçekler

1 No'lu F Tipi Ceza İnfaz Kurumu

PTT Cezaevi şubesi Kocaeli