31.07.2012
Merhaba sevgili Adil Amca;
Umuyor ve diliyoruz ki sağlığın oldukça yerindedir. Bizler de gayet iyiyiz. Mayıs başlarında yolladığın kartı 18 Mayıs'ta almıştım ve oldukça da sevinmiştim. Ama peşinden de iletişim cezasını tebliğ ettiler. Dolayısıyla hemen cevap veremedim.
Dünya kaynıyor, Türkiye de kaynıyor. Egemen sınıfların baskı ve zulmü arttıkça, halk da bir yerlerden bir şekilde tepkisini gösteriyor. Direniyor, isyan ediyor. Bir araya geliyor mücadele ediyor. Kim inanırdı ki mücadele ve isyan dalgasının Arap topraklarından yükseleceğine. Sessiz sakin ve hatta “birşey çıkmaz onlardan” diyenlerin olduğu bu topraklardan bir ayaklanma yükseldi, Tahrir bir anda simgeleşti.
Denizler'in, Mahirler'in, İbrahimler'in, son yıllarda daha kitlesel anıldığına tanık olmak insanın içini ısıtıyor. Tohumun toprağa düştüğünü bilmek ayrı, onu hissetmek ayrı bir olgu. Umuyoruz ve tüm kalbimizle istiyoruz ki bu adımlar çoğalır.
Bu dönemde dışarıda olmayı isterdim (Tabi hep isterim, o ayrı) ama içerideyim. Bir mevzi olarak gördüğümüz bu mekanlardayım. Zorumuza giden içeride olmak değil, atıl güç olmak. Kuşkusuz, atıl güç kendi mevzisinde aktif güç ama kendi mevzisinde sadece.
Sınırlıdır. Zaman ve mekan ona ait değildir. Araçları azdır ama bütün bunlara rağmen taşır coşkusunu. Bir mevzi kavramı varsa ve kullanılıyorsa savaşın varlığı da kabul edilmiş olur. Bu mekanlarda irade savaşı verilir. İdeolojik kararlılık, politik esneklikler gösterilir. Savaş devam eder. Daha önce anlattım buradaki iradeye yönelik saldırıları, keyfi uygulamaları. Sosyal medyayı harekete geçirdiğinizi duydum. Nasıl sevindim. Dışarı ile içeri böyle bütünleşiyormuş demek ki dedim kendime.
Anlattığım onca sorun, uygulama, saldırılar devam ediyor. Değişen birşey yok. Sadece peş peşe açılan soruşturmalarda bir esneme, kesinti var. Ama şimdilik. Başlamayacağının bir garantisi yok. Şimdilik (…), çünkü Ceza İnfaz Kanunu tüm yetkiyi yasaya, yasanın gücüne bırakmıyor. Hapishane idarelerine bırakıyor. İdarenin keyfine nasıl geliyorsa öyle uygulanıyor. Öyle ki 20-22 Aralık 2011'de yaptığımız açlık grevinde limon, tuz ve şeker verilirken (ki bu doğru ve yasa da verilmesini hükme bağlamış.) 3 ay sonra 19-26 Mart arasında Kürt Ulusu'na yönelik saldırıları protesto etmek, A. Öcalan üzerindeki tecritin kaldırılması, anadilde eğitim ve UKKTH tanınması için yaptığımız açık grevinde limon, tuz ve şeker verilmedi. Suç duyurusu yaptık. Yasa ve usule uygun denildi.
Anayasa protesto hakkını “her vatandaşa” tanırken, CİK’e dayanan hapishane idaresi atılan her sloganı suç olarak değerlendiriyor, değerlendirebiliyor ve disiplin soruşturması açıyor. Yani CİK anayasanın üzerine çıkmış oluyor.
“Her vatandaşı” tırnak içine alıyorum. Çünkü “her” genel bir kavram olup bir bütünü ifade etse de biz o “her” in içine girmiyoruz. Biz devrimci tutsaklara birer “terörist” olarak bakılıyor ve hakkımız (...) muamelesi oluyor. Bize herşey mübah! “İleri demokrasinin” en temel ilkesi bu; muhalif olan, radikal olan her kimse “kadın, çocuk, yaşlı” gereği yapılır! Sanırım gerisi teferruat kapsamına girer!
Devrimci tutsaklar olarak, bu “gereği yapılır” kısmının en koyusunu yaşıyoruz, belki, Pervin Buldan’a nişan alınarak gaz bombası atılmasını gerçek mermilerin sıkılması ile karşılaştırırsak en yanlış olur; ama her iki durumu kendi koşulları içinde ele alırsak ikisi de en olur. “İleri demokrasi” ya da 1. Sultan Recep’in saltanatı son bulana dek “en"ler hep yaşanacak.
Yaşanan ne olursa olsun “Gönlümüzde acılara daha çok yer var.” Biz çilekeş değiliz. Taşıdığımız umudun, sevdanın bedelini ödüyoruz. Aslımız bu bizim. Ne keyfi uygulamalar, ne de tecrit tüketemez bu umudu.
Sizleri yüreğimizde taşıdığımız umutla sımsıkı kucaklıyor, sevgi ve selamlarımızı yolluyoruz.
Tayyar Eroğlu
1 Nolu F tipi hapishanesi B-1-45
Sincan/ANKARA
- 4 gösterim