“Mütehakkimler mevcut sistemlerini daim kılmak için ahlâki ve politik toplum normlarını yerle yeksan etmede sınır tanımazlar. Bu uğurda “belleğinize karşı sonsuz bir zaferler zincirini” inşa yolunda engel görülenleri kriminalize etmeden çekinmedikleri gibi gerektiğinde fiziken imha yolundan da geri durmamışlardır. Onların bu uygulamalarını çok katmanlı çözmeye ihtiyaç vardır. Ama ilkin martavalcıların bizlere hayrı olmayacağını bilince çıkarmalıyız. Onlar kötülüğü rutine bindirmişlerdir. Hani Sheakspeare’in Othello eserinde yer alan İago tipi var ya, işte tıpkı İago misali yalancı, kötü ve düzenbazdırlar. Tabii günümüz piyasa tipleri yanında İago bile masum kalmaktadır.”
Ayhan KAVAK
Yüksek Güvenlikli Hapishanesi B-1. Kat-18. Oda. Ereğli/KONYA
YALAN
Êzidi inanışına göre, her Êzidi’nin sahip olması gereken üç önemli meziyeti olmalıdır. Birincisi, Doğruluk’tur. Her Êzidi doğru yolda olmalı, Tanrı’nın yolundan sapmamalı ve yalandan sakınmalıdır. İkincisi, her Êzidi’nin kendini, etrafındakileri ve dinini bilmesidir. Üçüncü meziyet de, her zaman başı dik biçimde toplumuyla gezebilmesi, kötü bir işe bulaşmaması ve utanma duygusuna sahip olmasıdır. Dikkat edilirse her üç ilkenin ortak bileşkesi yalan söylememektir. Yalan atan ne kendini bilebilir ne de başı dik dolaşabilir. Tıpkı Êzidilikte olduğu gibi tüm dinler yalancılıktan kaçınılmasını vaaz eder. Her daim doğruluğun içselleştirilip yalandan dolandan uzak durulması telkini yapılır. Zira yalan atanların büyük günaha girecekleri söylenir. İlahiyat boyutu böyledir. Tabii salt bu yönüyle ele alamayız. Yalancılıktan uzak durulması yaşamın her alanında işler durumda olmalıdır. Ne yazık, yalandan ikbal devşirenler açısından yegane kullanım değerine dönüşmüştür. Özellikle de iktidarcı ve devletçi yapılanmanın tahkiminin amentüsü yalan olmuştur. Beş bin yıllık ataerkil iktidar ve devletçi yapılanma yalan üzerinden bir sistem yaratmıştır. Süreç içerisinde de daha bir sofistike ve kuramsal özellik içeren bir heyulaya yol açmıştır. Yalan, dolan ve talan rejiminden nemalananlar insanlığı doğasından uzaklaştırmayı bilmişlerdir. Her şey küçük yalanlarla başlamıştır. Bu küçük yalanlar yakın çağlara ulaştıkça karmaşıklaşmış ve adeta toplumsal dokularda bulaşıcı bir hastalık haline dönüşmüştür. Gözlerini hırs bürümüşler tahakküm ve boyunduruk kurmada yalandan yararlanmışlardır… Montaigne, “İnsan, yalnız sözle insandır ve yalnız sözle bağlanırız birbirimize” der. Ne fayda, olması gereken ve doğruya davet etmesi gereken o söz, mevcut statükoya uymaz. Çünkü onun çimentosu yalanla karılmıştır. Kitleler yalanla aldatılır, haliyle sahte hakikât algıları geliştirilip zihniyetlerin çarpıklaştırılmasından medet ummuştur. Hani derler ya, bir yalan kırk kez söylenirse artık o yalan doğruymuş gibi addedilir. İşte dumura uğratılan o zihniyetler kırk kez söylenmesine gerek kalmadan, kerameti kendinden menkul ‘malum büyükler’ demişse doğrudura inanılır olur. Tav olunan yalanlardır oysa.
Tarihsel toplumsal akış içerisinde çağlar tüketildikçe, yalan da incelir, daha bir karmaşık hale gelir. Tabii yakıcı bir sorun olarak, son iki yüz yıllık süreç içerisinde de hegemonik zihniyetin daha bir işlevselleşmesiyle martaval okumayı iş edinmiş sistemin söylemi de sıradan bir doğru diye algılatmaya başlanmıştır. Sömürü düzeninden beslenenler her daim yalana dayanan bir kurgusallıkla hareket ederler. Bunu uygularken, atomize edilme tehlikesiyle yüz yüze bırakılmış insanlığı yanlış sapaklarda oyalanmalarını sağlamaktan geri durmazlar. Örneğin I. Dünya Savaşı esnasında, dönemin ABD Başkanı Wilson’dan yadigâr, ‘Başka ülkelere demokrasi ve özgürlük’ götürülecek şeklindeki bir safsataya sığınılarak insanlığı kan ve gözyaşı deryasında boğmak istediler. Şimdilerde statülerini sürdürmek isteyen her rejim bu söylemi kullanmaktan geri durmaz. Yalan ile abad olanlar kıyım, kıran ve katliam yapmayı demokrasi ve özgürlük getirme maskesiyle hareket ederler.
Tüm dinlerin ortak bileşkesi “Yalan Söylemeyeceksin!” mottosudur. Fakat muktedirler ilkin bunu çiğnemişlerdir. Her şeyi araçsallaştırıp egemenliğini sürdürmektedir. Onun için ilkin bu motto yok sayılmıştır. Yalan ve dolana dayanan rejimin ‘koruyucuları’ kapitalist modernitenin hakim olması yolunda işkembe-i kübradan salvolar bercestesi yapmayı meziyet niyetine içselleştirmişlerdir. Yalanı doğruluk kisvesiyle sunmuş olsalar da maskelerini çıkartmasanız da “kralın çıplak”lığı görünür olacaktır. Onlar, Şükrü Erbaş’ın bir dizesinde geçtiği gibi, “Şeytan ona bakarak kendini temize çekiyor” denen fıtrattandır. Sistemleri her zaman aldatma üzerinden şekillendiğinden şeytana bile rahmet okutmuşlardır. Yalandan iktidar devşirenler halkları, toplumsallaşmış insanlığı veya bilcümle mazlum ve madunları köleleştirmeyi temel gaye bellemişlerdir. Dün olduğu gibi bugün de aynı uygulamalar yürürlüktedir. Bu hususta George Orwell’in “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört” romanında yer alan pasaj meramıma tercümandır.
“Parti, Okyanusya’nın Avrasya ile hiçbir zaman müttefik olmadığını söylüyordu. Oysa, o Winston Smith, henüz dört yıl gibi kısa bir süre önce, Okyanusya ile Avrasya’nın müttefik olduğunu biliyordu. Ama bu bilgi nerede saklıydı? Yalnızca kendi bilincinde, bu bile, bir süre sonra yitip gitmeye mahkumdu. Eğer Parti’nin söylediği yalanları herkes onaylıyor, tüm kayıtlar aynı masalı anlatıyorsa, o halde, yalan tarihe geçiyor ve gerçek oluyordu. “Geçmişi denetleyen,” diyordu Parti sloganı, “geleceği de denetler; şu ânı denetleyen, geçmişi de denetler. “Oysa geçmiş yapısı gereği değiştirilebilir olmasına karşın hiçbir zaman değiştirilmemişti. Şimdi gerçek olan şeyler, ezelden ebediyete dek gerçek kalacaktı. Basit bir işti bu: Tek gereken şey, belleğinize karşı sonsuz bir zaferler zincirini kazanmanızdı…”
Evet, Orwell’in romanında geçen bir pasaj olsa da bu söylem yaşamdan damıtılmış bir hakikati anlatmaktadır. Tıpkı romandaki gibi hayal bile edilemeyen yöntemleri toplumsal mühendislik adıyla işler kılmışlardır. Sömürgen kemirgenler iktidarlarını kalıcılaştırma uğruna palavra söylemekten imtina etmemişlerdir. Başvurulan yol ve yöntemlerin tahayyül edilmesi bile çok zordur. Onlar için her şey mubah sayılır. O yüzden bedeninde can taşıdığının farkında olanların martavalcılara karşı bağışıklık kazanmaları elzemdir. Bilinmeli, her hâl ve şart altında yalan onların kabesi olmuştur. Dillerine pelesenk ettikleri ‘beka sorunu’ kullanışlı bir argüman olmaktan öteye gitmez. Bu yalanlara tamah eden iktidar devşiricileri zulümlerini arttırdıkça arttırırlar. Değil mi ki zehirli gıdaları da bundan mürekkeptir. Hani mahşerden dem vurulur ya, artık o mahşeri beklemeye gerek yok. Zira beş bin yıldır insanlığa o mahşer yaşatılmaktadır. Sözcük anlamı “aldatan” olan Deccal zihniyeti hiyerarşik, ataerkil, iktidar ve devlet yapılanmalarıyla Dünyaya egemen olmuş vaziyettedir. Yalanlardan beslenen statükocu erk birey ve toplum dengesini bozarak kaotik bir ortam yaratmıştır. Bizatihi toplumun sorgulayıcılıktan ıralanması ve neticede akıldışı tepkiler gösterebilmesine neden olan şey yalana rıza gösterilmesi veya yalan arzusunun çekiciliğine kapılmadan azade değildir. Adorno’nun “Yalanların uzun bacakları vardır: Kendi zamanlarının önünde giderler. Hakikatle ilgili her konunun iktidar sorununa dönüşmesi –eğer iktidar tarafından imha edilmeyecekse hakikatin de kaçmayacağı bir süreç-eski despotik düzenlerde olduğu gibi hakikati bastırmakla kalmıyor, doğruyla yalan arasındaki ayrımın yüreğine saldırıyordur” saptaması, o uzun bacakları olan yalanı çok iyi tarif etmektedir.
Tarihin kara sayfalarında, toplumsallaşmada, edebiyatta, kolonyal saldırganlıkta ve günlük yaşamın idamesinde bile hep yalan bombardımanından nasibimizi alırız. Yaşar kaldığımız coğrafyada da sayısız örneklerle karşılaşmayan yoktur. Muktedirlerce bir nevi inanca dönüştürülmüş yalanlardan medet ummayalım! Edip Cansever’in şiirinden uyarlarsak, koltuk da koltukmuş hani; oturulan o koltuğun aşkıyla dikişsiz atmaktan çekinmezler. Koltuğun büyüsü yalanlarla oluşturulmuştur. Koltuk sevdalıları iktidar hırsıyla yanıp tutuşurlar. Bu saiklerden ötürü toplumsal dokuyu harap etmekten çekinmezler. Tabii günleri de birbirini tutmaz. Ne gam! Dün söylediklerini bugün unutup bambaşka şeyler yumurtlamakta mahirdirler. İşine geldiği gibi yalan atan iktidar toplumsal bilinçleri hallaç pamuğuna dönüştürmeyi çok iyi bilir. Bitimsiz aldatmalarla hemhal olmayı bir nevi ilke bellediklerinden habire atışlar yapmaları naturaları olmuştur. Adeta PR çalışması yaparcasına kullanageldikleri o yalanları ulvi bir meziyetmiş gibi faş ederler. Hafıza-i beşer nisyanla malul olmamalıdır. Onun için söylenenler unutulmamalıdır. Yakın demlerde ‘ama yalan ama doğru, güzel bir video hazırlamışlar’ deyişi yalandan beslenenleri anlatmaktadır. O söylem gibi tedavüle sokulmuş bir dolu martaval iktidarların asli görevine dönüşmüştür. Yalanı mubah görenler her şeyi yapabilirler. Tümümüzü yalanlarla çepeçevre kuşatmak istiyorlar.
Toplumsallaşmış insanlığın politikadan uzaklaşması da onların işine gelir. Her haltı işleyenler politikayı da sanki yalan sanatıymış gibi algılatmaya çalışırlar. Oysa politika yalancılıkla hiç alakalı değildir. O gerçek anlamıyla özgürleşme alanı yaratmayla eşdeğerdir. Muktedirler politika sahnesini kirletme ve kötülemenin yanı sıra mevcut konturlarını da oldukça daraltmaya çalışırlar. Salt sandıktan sandığa oy kullanmaya indirgenen bir düzeye getirilmiştir. Böylesi uygulamalar sonucunda da politikanın işlevselliği bozulmuş ve muktedirlerin verili argümanlarıyla tahrip edilmiştir. Bu saikten ötürü, toplumsal özgürlük, içerisinde farklılığı da barındıran eşitliği ve demokratikleşmenin geriletilmesine yol açmıştır. Nitekim insanlığın politikadan alerji kapmaları egemenlerce sağlanmış olur. Mütehakkimler mevcut sistemlerini daim kılmak için ahlâki ve politik toplum normlarını yerle yeksan etmede sınır tanımazlar. Bu uğurda “belleğinize karşı sonsuz bir zaferler zincirini” inşa yolunda engel görülenleri kriminalize etmeden çekinmedikleri gibi gerektiğinde fiziken imha yolundan da geri durmamışlardır. Onların bu uygulamalarını çok katmanlı çözmeye ihtiyaç vardır. Ama ilkin martavalcıların bizlere hayrı olmayacağını bilince çıkarmalıyız. Onlar kötülüğü rutine bindirmişlerdir. Hani Sheakspeare’in Othello eserinde yer alan İago tipi var ya, işte tıpkı İago misali yalancı, kötü ve düzenbazdırlar. Tabii günümüz piyasa tipleri yanında İago bile masum kalmaktadır. İago’ya rahmet okuturlar onlar. Bellekler, bünyeler öncelikle üretilmiş yalanlardan arınmalıdır! Aksi halde gelen gideni aratır cinsinden yeni mamul yalanlara kapılma tehlikesi vardır. Kültürel, kimliksel, ulusal ve sınıfsal baskılardan, haksızlıklardan ezim ezim ezilen mazlum ve madunlar kanmamalı, aldanmamalı. Kötülük odaklarının araçsallaştırdığı yalanların ayırdına varılıp kapılar yalana kapatılmayı bekler. Avesta’da geçtiği üzere, “Maddi dünya artık hiç sönmeyecek… Yalan ölecektir.” Şeytanın bile kendini temize çektiği bu karanlığın etkisinden uzaklaşalım artık. Palavralara karnımız tok demeyi içselleştirelim. Coğrafyamızdan başlayarak bütün dünyamızı büyük bir gülistana çevirmeyi yaşar kılalım. Deccalleşmiş bu sistem taşınamaz boyutlara ulaşmıştır. Mevcut statükonun insanlığı boğmasına mani olmak için illa ki herkesin elinden bir şeyler gelir. Yeter ki bunun yakıcılığını hissedelim. “Bir şeyler yapmalı” şarkısını söylemede bırakmadan yalancıları deşifre edip hakikate ulaşalım. Soykırıma uğratılan Amerika yerlilerinden Oturan Boğa’nın nidası bugün bile yürekleri tutuşturmaktadır: “Bütün beyaz insanlardan nefret ediyorum. Yalancı ve hırsızsınız. Topraklarımızı alıp bizi sürgün ettiniz.” Evet, bahsettiği beyaz insanlar sömürü düzenini olağan saymış ve katliamdan beslenenlerdi. Yalancılığın vardığı raddeye tekabül eden trajik bir nidadır Oturan Boğa’nın…
Son söz niyetine de vakti zamanında ikamet ettiğim bir kuşatılmış karanlık mekandaki, ‘Benim memurum işini bilir’ cinsinden birinin geçim kaynağı bizler olmuştuk. Bire on katarak bize eşya getirirdi. O işbilir kişi küçük kurnazlıklarını sürdürmede ilk söze girişi, “Allah seni inandırsın” olurdu. Peşi sıra yalan geleceğini bilirdik elbet. O her “Allah seni inandırsın” dedikçe yine ne yalan uyduracaksın derdik. Yalanını inançla allayıp pullamıştı. Bir kişiydi o. Fakat inancı sömüren muktedirler de aynı teraneyi uygularlar. Küçükten büyüğe yalandan nemalananlar inanca sığınırlar ne yazık ki. Aslolan yalan atmamaktır ve aslolan yalancılara karşı uyanık olmaktır. Bir gün illa ki her türden yalan da yok olacaktır…
Ayhan KAVAK
Ereğli Yüksek Güvenlikli Hapishanesi B-1. Kat-18. Oda
Ereğli/KONYA
Fotoğraf: Ayhan Kavak
- 47 gösterim