Tutsak yazar İbrahim Şahin'den direniş değerlendirmesi

Umutlar Mevsimi / 1 Temmuz 2013

Merhaba Sevgili Adil Can,

Sana sevgilerimi ve selamlarımı gönderiyorum. Umuyorum iyisindir. Gönderdiğin kartı aldım teşekkürler.

Adil hocam yaz geldi. Ama ben hiç bu kadar güzel gelen bir yaz görmemiştim. Eylem güzeli bir yaz. Yıllar var ki sönmesine hiç izin vermediğim bütün güzel -  insana yaraşır devrimci değerlere olan inancım bir kere daha tazelendi. Halka inancım, geleceğe inancım, mümkündür-yapılabilir-neden olmasına inancım, bir gün mutlakaya olan inancım, o bir günün çok yakın olduğuna olan inancım,  şiirin, türkünün, mizahın, piyanonun, sesin gücüne inancım… Tümüne birden ama dor atların şahlanması coşkusuyla tazelendi. Daha fazla insan hakları, demokratikleşme, daha adil bir ülke için halkın korku duvarını aşıyor oluşu, bunu kendi öz gücüyle yapıyor oluşu ve de politikleşme sürecinde hızlı davranması harekete devamlılık kazandırıyor; gücünün tazeliğini koruyor. Bu güç kendini yaratıcılıkla da bütünleyip karşılıklı etkileşimle birbirinin seri tetikçisi olduğu için de gün geçtikçe daha işlevsel bir hal alıyor. Taksim’den fışkırıp tüm ülkeyi saran bu hareketin fiili olarak “yenilecek” olmasının (ki muhtemelen kendi belediye başkan adaylarını çıkaracak ya da bir parlamenter partiye eklenerek mevcut sistem içinde sürümlenmesiyle sonuçlanacak) bir önemi yok. Zira biraz önce yazdıklarımla o, şu bir aya yakın bir zaman dilimi içinde zaferini zaten defalarca kanıtladı. Daha önce denemeye cüret edemedikleri duvarlar defalarca aşıldı. Ama işin güzel yanı, bu söylediklerimize rağmen sürecin yaratıcı ve sanki tarihten karşılaştırmalı dersler çıkarır gibi farklı biçimleri deneyerek yol almalıdır. En cesur, kahramanlara yaraşır, şövalye ruhuyla korkusuzca çatışmalardan tutun da, sanatın her türlüsüyle, konuşmanın, susmanın, hareket etmenin ve durmanın en etkili biçimleriyle süreç devam ediyor. Ama benim için en dikkat çeken şey şu oldu: gittikçe yaygınlaşan parklardaki forumlarda insanların özgürce ve demokrasinin en yalın biçiminde düşüncelerini ifade etmeleri oldu. Kadim Yunan ve agoralarındaki ve Rama meydanlarındaki deneyimlerin günümüzde fışkırması gibi bir şey bu. Demokrasinin gerçek biçim ve işlerliği ile yapılmaya çalışılması ders niteliği taşıyor ve bizim açımızdan ciddi analize layıktır. Hatırlarsan, sana sanat tarihi çalışmalarımdan söz etmiştim, o çalışmalarım dâhilinde eski toplumları, onların sistemlerinin seyrini incelerken Yunan ve Roma demokrasi deneyimleri hayli ilgi çekiciydi. Özellikle komünal toplumun hemen ertesine dair olması itibariyle ilk yalın demokrasiydiler (komün yanlarıda vardı elbet). Bugün lokal düzeylerden benzer deneyimlerin gösterilmesi pek çok bakımdan değerlendirilebilir, ama insanların özgürlük özlemini, toplumun bir parçası ve bütünleyicisi olarak özne olduğunun çığlığını ve kendi yaşamını ve kendi geleceği üzerinde söz sahibi olma istemini göstermesi bakımından özellikle önemlidir.
 

Kuşkusuz sınıflı toplumların tümümde olduğu gibi bugünde meselenin özünde sınıflar arasındaki çatışmalı ilişki bulunmaktadır. Tarihte farklı biçimler altında kendini gösteren sömürü düzenleri bugün emek- sermaye biçiminde kendini göstermiştir. Sanırım aklı başında bir kimse meselenin sadece ağaç, sadece AKP, Erdoğan ve daha başka öznel, nicel şeyler-görünümler olduğunu söylemez. Aksine bunların toplamı sınıfsal karakterin kendini bu biçimlerdeki ifadelerin toplamıdır. Yani insanların kendilerini  -özel bakımdan- farklı biçimlerde ifade etmeleri onların ezilmişliklerini sömürüye karşı duruşlarının o biçimlerdeki ifadeleridir.

Her insandan kendini doğru-net olarak ifade etmesini bekleyemeyiz. (kaldı ki Gezi Parkı direnişçilerinin kendini ifade etme biçimleri yanlış değildir. Belki eksik var dense bile yanlışlığına hele de biçim bakımından eleştiriler getirmek doğru olmaz.) Zira her kesimin aynı düzeyde aynı ideoloji etrafında ve aynı politik yaklaşıma sahip olması mümkün olan bir şey değildir. Çünkü insanlar imalata tabi tutulamazlar. Bu yüzden de ifadelerdeki farklı biçimlerin kendini görünür kılması normaldir ve ama neticede işin özünde yatan bir ortak paydanın olmadığı söylenemez. Zira onca insanı ortak harekette buluşturan güçlü bir neden vardı ve o güçlü neden sistemin sömürücü niteliğine öfkedir. Bu böyle olmasaydı şu an bu satırları yazabiliyor olamazdım çünkü “her yer taksim her yer direniş” sloganının atıldığı Çapulcu Direnişi de olmayacaktı.

Bu içinde bulunduğumuz yüzyılın ayaklanmalar yüzyılı olacağı konusundaki CIA’n raporunu bundan yaklaşık 10-15 sene önce okumuştum. Bunun ülkemizdeki karşılığı bu mu; biraz daha bekleyip net şeyler söyleyebiliriz sonra (kriz anları sağlıklı değerlendirmeler yapmak için uygun zaman değildirler) Ama ondan da ayrı tutulamayacağı kesin. Ama özgürlüğün tadını almış, özgürlüğü sevmiş ve direnmeyi sevmiş ve özgürlüğü ve direnmeyi kendine çok yakıştıran bir halk için bu kadarı ile yetineceğini düşünmek bir fikir fukaralığı ve halka karşı haksızlık olur. Neo-liberal politikaların, yeryüzünde bunca azgınca halklara saldırması, kapitalizmin yüzünü böyle pervasız, vahşi ce barbarca göstermesi, elbette halkların direniş duvarıyla karşılaşacaktı ve öyle de oluyor. Avrupa’daki iktisadi krizleri biliyoruz, muhafazakâr, İslamcı örtüsü altında özelleştirmeyle başlayan neo-liberal politikalara karşı direnen Tahrir’ gördük. Yine aynı örgüt altında Taksim’i gördük. Türkiye’den ilham almış Rio’yu görüyoruz (Aşk bitti burası Türkiye) oradaki örtü ise sosyal demokrat. Şu an benzer iktisadi politikaların Endonezya, Malezya, Filipinler başta olmak üzere Uzak Asya’da da uygulanması orada da benzer gelişmelerin olmasını kaçınılmaz kılıyor. Zaten Filipinlerde başladı bile. Domino taşları titremeye başladı. Domino taşları titremeye başladı. Bir devrim için henüz heyecanlanamayız ama ateşin harlandığını söylemek abartı olmaz.

Hasıl-ı kelam, kapitalizm kendi mezar kazıcısını yarattı ve şimdi de yeni deneyimlere zorlayarak biçimlendiriyor. Kitleler kapitalizmin saldırısına karşı direnirken kendi süreçlerine hâkim olmak için çaba gösteriyor. Hem söylem hem fiili bakımdan.

Bundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı söylemine hiç olmadığı kadar inanıyorum çünkü şimdi bu söz hiç olmadığı kadar gerçek ve benim için nesnel koşullara, güçlü dayanaklara sahip. TV binaları önünde eylem yapıp onurlu gazeteciliğe davet ediş eylemi, okullarda ders diye verilmelidir. Daha önce sanatın bu kadar işlerli ve yaratıcılıkla uygulandığını görmemiştim. “Nasrettin Hoca’nın”  torunları olmanın ve mizah gazetelerinin milyon satmasının ne anlama geldiğini şimdi anlıyorum. Arabesk’in kader olmayıp klasik müziğin ne coşkuyla karşılandığını görmek yanıldığımızı açığa çıkarttı. Ve bu direnişler artık sürü siyasetinin tutmayacağını öğretti.

Bazıları benden bu direniş için şiir yazmamı bekliyor, ifade ediyor. Daha eylemler onuncu gününü doldurmadan raflarda bol resimli, bol laflı kitaplar gördüm. Bu eylemlerin insanlar üzerindeki heyecanını fırsat bilerek kitap çıkarıp çok satarak para kazanmaya çalışanları pek samimi bulmuyorum. Gerçek sanatın nasıl yapılması gerektiğini eylem içinde gördük. Bende böyle bir eylem içinde olarak, ona omuz vermek için yaparım sonra ama şimdi… Bu eylemler kadar güzel bir şiiri yazamam… hele de mahpushanede…  duyguların çağlayanında…

Bir de şu konu var: eylemciler vahşilikle, adil olmamakla, ahlaksızlıkla suçlanıyor iktidar yanlılarınca. Elbette çadırlarda ahlaksızlık yapıldığı, camide içki içildiği, bayrak yakıldığı yalanlarına kimsenin inanmadığı gibi, bu ifadelere de çokları inanmıyor. Bilakis çok etkin olmalarına karşın bunu güçlü yaratıcılıkla ve başkalarına karşı saygılı, gayet adil ve etik ilkeleri koruyarak yapıyorlar. (o ambülânsların içinde kimlerin taşındığını artık çocuklar bile biliyor.) Ama onların bu iddiaları doğru bile olsa, öncelikle, aç insanlardan ahlak beklemek ahlaksızlıktır. Sonra vahşi kapitalizmin sömürüsüne maruz kalmışları vahşilikle suçlamak vahşiliktir. Kaldı ki sömürülen ve ezilen insanın vahşiliği Spartaküs’ün vahşiliği kadar meşrudur. Adil olma konusuna gelince demokrasiden adaletten yoksun bırakılmışlardan, onlara ait olmayan bir adaletten mi bahsediliyor? Adalet konusunda bir kere bile yüzleri gülmemiş halk kitlelerinin adalet arayış biçimleri mevcut adalet sistemine uymuyorsa bu kitlelerin sorunu değildir. O halde adil olunmayacağı garantidir. Çünkü hiç kimse kendisini içermeyen bir adaleti savunmaya, onun ilkeleri diyerek adil davranmaya çaba sarf etmez. Hele de kendi gücünü, kendi adaletini, kendi geleceğini keşfettiği ayaklanmaya başladıktan sonra.

Halkların uluslar arası dayanışmasının geleceği konusunda umutlu olmayı gerektiren örneklerle de karşılaşıyoruz. Yunanistan’dan Suriye’ye AB’den ABD’ye, Hindistan’dan Brezilya’ya sayısız ülkede bu eyleme destek, övgüye, ciddi analize, güçlendirmeye ihtiyaçlıdır. Ben bunun olması gerektiğini yani uluslar arası desteğin olmasının çözümcül olabileceğini söylediğimde, bunun olmazlığı üzerine homurtular gördüm-duydum. Ama şimdi o geleneksel düşünce üreten kafalar yanıldılar. Bundan memnunum. Fakat yine de emarelere rağmen uluslar arası dayanışma yeterince güçlü değil. Fakat koca bir yangın bir kıvılcımla çıkabilir. Bu hareketler büyümeye muhtaçtır, büyüdükçe çözümcül olacaktır. Halkların bugün çıkardıkları bir kıvılcım geleceğin yorumu için umutlu fikirlere kapı aralıyor.

Bu süre içinde özellikle büyük sendikalardan bazılarının kitlelerin karşısında bazılarının ise çekinceli-pasif kaldığını gördük ve gördük ki işçi sınıfının örgütlenme ve bilinçlendirilmesi büyük ihtiyaç. Ve asıl büyük belirleyici mesele de budur.

Burjuvazi, diğer sınıfları “baldırı çıplak” diye aşağılayınca Marx’da ezilenleri aynı sıfatla sahipleniyordu. Şimdi iktidarın da direnen kitleleri “çapulcu” diye nitelemesine kitlelerin aynı sıfatla yanıt vermesi, direnişçilerin konumunu ve gerçek gücün ve geleceğin ifadesini gösteriyor.

Sevgili Adil Hocam, bu süreçte pek çok ölüm oldu. Tabipler Birliğinin raporuna göre 7000’den fazla insan yaralandı. Kuşkusuz yaralananlar yaralarını onurlu bir direnişin nişanesini taşır gibi taşıyacaklar o yara izlerini. Onlar onurlu insanlardır. Ve geleceklerine sahip çıkacak kadar asillerdir ve kahramanlardır. Onları saygıyla, sevgiyle selamlıyor, parıldayan yaralarından öpüyorum.

Hayatını kaybeden direnişçilere gelince; onlar kalbimizin aydınlık, ipeksi ve dört mevsim baharı yanında ebedidirler. Onların direnişi bizin cüretimize cürettir. Onurlu bir yaşam için onurluca direnerek can verdiler. Onlar direnişimizin yakışıklı delikanlılarıydılar; en öndeydiler ve mütevazı komutanlar gibi toprağa düştüler. Ama onlar için taşıdığımız duygular o kadar mütevazı değil aksine şanlı ve görkemlidir. Onlar unutulmayacaklar. Bugün nasıl onbinler, yüzbinler layıkıyla onları anıyorsa yarında aynı görkemli duygularla daha kalabalıkça anılacaklardır. Onlar berrak gökyüzünde cüret ışığımızdırlar. Bugün, yarın, sonsuza kadar…onlara selam olsun.

Tekrar Merhaba Adil Can, mektubuma birkaç gün ara vermek zorunda kaldım çünkü küçük bir göç eyledik. Yani hücre değiştirdik. Havalandırmaya yeni bir kapı açtıkları için buralar inşaat halinde.. Gürültüyü de sorma.

Gezi Parkı direnişi nedeniyle Ankara’da tutuklananları getiriyorlar buraya. Birkaç tanesini bulunduğumuz koridora koydular. Umut dolular. Duyduğuma göre yeni gözaltılar varmış ve bundan sonra da direnişçilere yönelik cadı avı devam edecekmiş. Tarihten ders çıkarmamak ne acı; kaç hapishane zamanı gelmiş bir hareketi durdurabilir… Hadi bunu durdurdun ya sonrakini?.. Ondan sonrakini?.. İktidarların refleksleri ne de benziyor birbirlerine… Ne mutlu ki kitleler yapıyor tarihi… Gerçeklerin devrimci özü hükmünü hep gösteriyor.

Adil Hocam, Hasan Gülbahar tahliye oldu biliyorsun ve sanırım Mersin’de bir sahil keyfi yapmışsındır onunla.

Burada ve bende yaramaz bir durum yok. Bildiğin mahpushane halleri. Ama aramızda kalsın siz böyle dışarıda her gece parklarda forumlarda mavi bir gece için ufuk turu yapıyorken, kitlelerle birlikte, onların içinde şiirler şarkılarla umuda çağrı yollarken burada mahpushane yatmak zor oluyor. Bu duvarlar çok zalim geliyor insana. İçimiz içimize sığmıyor. Bir yanardağ kabarıyor gibi içimde. Ağzımı açsam coşkunun lavları püskürecek göğe… Bilmem ki ne yapsak?

İyisimi ben mektubumu yolcu eyleyim. Şimdilik bu kadar olsun. Sevgili eşin Tülin’e ve prenses Öykü’ye selamlar ve sevgiler gönderiyorum.

Kendine iyi bak Adil Can. Seni tüm içtenliğimle ve Taksim coşkusuyla kucaklıyorum.

Her Yer Taksim Her Yer Direniş!

Yollarımız tükenmesin!

İbrahim Şahin

1 No’lu F Tipi Hps

C – 8  - 91

Sincan / ANKARA