Tutsak yazar Karikatürist Serdar Koç'tan mektup aldık

30.07.2018

Merhaba, Adil abi, üst üste yolladığın kartları aldım. Dilek Taşı ve Bozok sitede yerini almış. Tüm bunlar için teşekkürler. Hep tekrarladığım gibi mahpusun sesine ses olduğunuz tüm çalışmaları takdir ettiğimi bir kez daha belirtmeden dişe dokunur bir mektup yazamayacağım.

(...)

Mapushane edebiyatı ister istemez mahpus ile çevresinde örülen hayatı konu alıyor. Bir yandan mekanın koşullamasının güçlü etkisi, öte yandan bu etkiyi kırarak özgürleşme çabası. İnsan en iyi yaşadıklarını yazar bence. Yabancı hayatlara dair yazsa dahi, bir iklimde yeşeren bir meyve ağacının başka bir iklimde meyve vermemesi gibi güdük kalacağı besbelli ortada.

Edebiyat, içeride bambaşka anlamlara bürünüyor. Daha doğrusu anlam genişlemesi ve yoğunlaşması yaşıyor. Roman karakterleri gibi ne yaşar ne yaşamaz haldeyken umudu çoğaltan bir manivela işlevi gören edebiyat ile yaşadığımızı ispatlamaya çalışıyoruz. Hayata tutunduğumuz edebi çalışmalarla bedenimiz tutsak iken ruhumuzun da bu zincirin halkalarıyla sarılmaması - belki de Descartes'in kartezyen felsefesinin ruh ve beden yarılmasının gerçeklik kazandığı tek istisna durum - için kaleme sarılıyoruz. Edebiyat daha yakıcı ve varoluşsal bir hal alıyor içeride. Onca sıkıştırılmışlığa bir isyan ve kabullenmeme hali. Dışarıda uçsuz bucaksız bir dünya var iken, payımıza düşen birkaç metre karelik mekanlarda hayata açılan pencerede oluyor edebiyat. En karanlık ve izbe yerlerin ışığa en çok ihtiyaç duyması gibi. Edebiyat yolu, pek yüksek bir dağın zirvelerine uzanan belirli belirsiz bir patikaya benziyor. Kimi takatsiz bırakacak kadar yorucu, kimi huzursuz edecek kadar dikensi, acabalarla dolu. Ama bir o kadar tatlı, tutku dolu, varlığını hissettiren, boncuk boncuk ter damlarken hayata kendinden bir parça anlam katmanın doyumsuz tadı. Ağırlıklarını ata ata yükseklere tırmanırken kuş gibi hafiflemek. Hele acılara karşı teselli ediciliği yok mu, beden mekanizmasının bağışıklık sistemi gibi gerektiğinde devreye girmesini biliyor. Birkaç güzel cümleyle içimizi dökmüşsek yahut aylarca hatta yıllarca uğraşıp son noktayı koymuşsak, yüzümüzde biriken solgun, hüzün ifadeleri silinip gidiveriyor. Terminatör işlevi de var böyle edebiyatın.

Özgürlüğün ne menem bir şey olduğunu hakkıyla hissetmenin yolu, belki de mapushaneden geçiyor. Dışarıya ait küçücük detaylar dahi mapusun zihninde anlam kazanıyor. Mapusluk, hayatı ve kendini didik didik etmektir bir bakıma. Keşkeleri çoktur, yaklandığı güne lanetler yağdırır, kızar köpürür duvarlara. Her gün sessiz isyanlardadır için için. Bir yanı öfke doluyken öte yanı yaşamak için can atar. Biriktikçe biriken özlemlerini kağıda dökerek yaşar. Edebiyat bir nevi kurtarıcı rolü üslenmiştir. Mehdileşmesi de oluyor böyle. Hiçliğe ve hiçleştirilmeye karşı bir duruş. Edebiyata yoldaş olmak, kendini var etmek ve özgürleşme çabasından başka ne ki?

Yazarlığın bir ölçüsü, standartı var mı bilemiyorum. Bana kalsa karakterlerinin acılarını etinde, kemiğinde hisseden hatta onların ıstıraplarıyla gözyaşı döken, sevinçleriyle çocuklar gibi şenlenebilen, aşklarıyla aşkı tadan, yazdıklarıyla kendi içsel yaralarını sağaltabilen kişidir yazar. Aslında okurdan önce kendine yazar, kendini tanımaya çalışır.

Çok uzattım galiba. Artık sonlandırayım. Bitirirken bütün içtenliğimle tüm çalışmalarınızda başarılar diliyor, selam ve sevgilerimi sunuyorum. Yine az kalsın unutuyordum. Dilek Verelim ya da Ohal Günlüğü'nü yolladığın için teşekkürler. Keyifle okudum. Günlükler'in başkaların hayatımıza dokunmasına müsaade eden ve bir zaman kesitini doyasıya paylaşan bir yanı var. Hayatın anlamı paylaşıldıkça çoğalıyor. Sizinki de dolu dolu ve koşturmacalı anlaşılan. Yorucu olduğuna ise hiç şüphe yok. Ama bir o kadar hayata dokunan bir yoruculuk olmalı. Anlamı olunca yorgunluk dahi yormuyor insanı değil mi?

Uzun uzun yazmaya alıştığımdan kısa yazmasını beceremiyorum.

Sevgilerimle

Serdar Koç

E Tipi Kapalı Hapishane

Elbistan / K. Maraş