“Olmazda başladı öykümüz
Dumanın ardında sisli
Hiçliğin gölgesinde
Kayıp” (İZ)
Dizeleriyle açılıyor Alattin Bilgiç’in Aynımsın adlı şiir kitabı (Red Yayınları, 2024).
İnsan, ikinci doğasını söz (logos) ile insan etmiştir. Sesler söze, sözler ise şiire dönüşerek bu evrenin ilk yapı taşlarını meydana getirmiştir.
Şiir hakikati yeniden ve yeniden kurar. Şairler, Heidegger’in tanımıyla “varlığın çobanları”, maddi dünyayı bulundukları bağlam ve noktadan sarsarak, yerinden sökerek, yerlerini değiştirir ve onları kendi dil evrenlerinde yeniden kurarlar. “Olmazda başlayan öyküler” şairin hiçlikle didişerek, çarpışarak yarattığı bu evrenin yokluktan varlığa zuhurunu imler. Bu zuhurun adı aşktır.
“aşk yoklukta var olmak
enginliğe sarılmak,
varlıkta yoklukla dolmak” (BİZE HAS)
Her şair kendine has bir evren yaratır. Ve bu evrenin sınırlarının ta kendisi olan “zaman” ve zamanın eli tırpanlı ömür biçicisi olan ölüme karşı bir mücadeleye girişir.
Ölüm olmasaydı ne felsefe olurdu ne de şiir. Ölüm, zamanın insana verdiği kısa payenin, ömür denilen o kısıtlı zaman parçacığının, o kısa cümlenin sonuna atılan noktadır.
“yokluğunda seni
zaman denilen çemberde
düşlerime düşürüldüm
yelkovan kesti bileğimi
kaça bölündüm böyle?
bir kadran gibi titrek;
saliseler tekrar tekrar
akrep ezip geçti üzerimden
ömür denilen bu saatte” (Güne Hasret)
Filozof Anaksimandros “Ama şeylerin kökeninin olduğu yerde mecburen yok oluşları da gelişir; zira şeyler, zamanın buyruğu gereği adikra’ları için yargılanır ve birbirilerinin adikra’larını telafi ederler,” der. Bir fragmanında Adikra, “kopukluk, yersizlik, adaletsizlik” anlamına gelir. Bu kelime insan ruhunu ve durumunu tanımlamak için kullanılabilecek en uygun kelimedir belki de. Varlıkların kaderi süregitmektir ama kopa kopa, varlık gösterip sonra da yiterek.
Zamanın hükmünden kaçış imkânsızdır.
“ah, zamanın hükmü, ah!
başa kıvırabilsem seni” (Zaman)
Kopukluk ve yersizlik insan ruhunu kozmik bir yalnızlığa mahkûm eder. Her şeye yabancıdır insan, özellikle de kendine. Yarımdır, eksiktir. Hiçbir yerin yerlisi değildir. Kendi benliğinin bile. Bu yüzden bütünleşme, tamamlanma arzusuyla mekândan mekâna, insandan insana ve kendinden kendine yol alır durmadan. İşte en çok bu yönüyle, evrene, birbirine ve kendine yabancılıkta benzer insan insana.
“farklı bedenler, aynı ruhlar, buradayız
aynıyız işte” (Ayna Kelamı)
İnsan ruhunun, bu kozmik yalnızlıkta yapacağı bir şey vardır: Aşka sarılmak, aşk ile yunmak. “Ruhunda saklı aynısına” ulaşma çabasını, umudunu yitirmemek.
“tuvalimde yükselir güzel sesin
dizelerimde yanar gözünün feri
notalarla çizerim seni
aynanın yerine asarım yüzünü
seni arar, seni çağırırım
bensin, aynımsın” (Aynımsın)
Şair hem yaratır kendi aynısını, hem de arar onu. Yalnızlığın çaresi “Aynımdır!” “Nefesi dize, gülüşü kıta” (Şiir Kadın)
Ulaşmak mümkün müdür? Ernst Bloch, umudu, kişinin kendini esinlemeye açması ve özleminin grileşmesine izin vermemesi olarak tanımlar. İşte esine açlık, özleminin grileşmesine izin vermeyen şair, mekânı ve zamanı yol yaparak, insanın insana ve insanın kendine göç ettiği bir seyahate sürüklüyor okuyanı.
“umuda sığınıp yürüdüm
...
Tanrıçasına bakan Tanrı misali
yüreğimde yatan esere bakındım” (Seyyahım Ben)
Kendi aynısını bulmak içindir tüm çaba. Belki de bu yüzden hep gitmek, yola düşmek gelir içimizden. Ya dışarıdaki yollara ya da ruhumuzdakilere.
“birlikte kaybolsak zamanın yelkovanında” (Bir Nefes) diye seslenir şair aradığı ruha. Bilir ki varlıkların kaderi süregitmektir. Şairin evreninde, vuslat zamanın hükmünü kıramasa da, ayrı ruhların ayrı zamanlarını “aynı”da kesiştirecek bir hakikat kesitidir.
“ikiden bir olmayı,
hayat içinde birden biz olmayı…
saat ansızın ikimize kurulur” (Kutsal Buluşma)
Zamanla olan bitmez mücadelesinde, şair zamanın her şeyi önüne katıp yok eden fırtınasından bir şeyler kurtarmak için sıralar dizelerini. Mümkün değildir zamanı durdurmak, evet, ama zamanın bıraktığı izlerden yakalamak şairlerin işi değil midir?
“köşede durur eski sandık,
ağzı var dili yok
zamanın iziyle beyaza bürünmüş,
menteşesi titrek, kuş kanadı misali” (Sandık)
Sözün yuvası gönüldür. O yüzden fıtratında samimiyet vardır. Kalpten kalbe dolaysız, direkt yol alır.
Şair, modern dünyanın anlam bağlamından feragat etmeden onun sözcüklerini kendi evren inşasının harcına katarak okuyucuyu tasavvufi arayışın hakikat deryasına çekmeyi büyük bir incelikle gerçekleştiriyor. Modern dünyanın giderek kalınlaşan, karanlıklaşan maddi kabuğunu çatlatarak içinden sızan bir Rind’in sesi olarak ulaşıyor gönle. Zarif bir dize, çağrışımlarla dolu bir imge, güzelle karşılaşmanın duyumsattığı okyanus hissi yüreği paklıyor.
Aşk temizler, paklar ruhu. Şairin arzusu aşkın ışığıyla kendi ruhunu ve dünyayı arındırmak, üzerini kaplayan o hapsedici kabuğu parçalamaktır.
“sevgi, düşün fırtınası
zifiri süpürür.
teneşirde yatan,
maşukun büyüsüdür
kiri yutan” (Süpürme)
“Aşkın ibadeti içimi temizliyor” (Aşkın İbadeti)
Şair kendi düş evreninin sınırlarında dolanarak oradan sesleniyor dışında kalan sevgiliye:
“hikayemizde
kokumu aldın mı
saksımızın arasında” (Kokumuz)
Kimi zaman düş dünyasında, kimi zaman dışında kalan “nefesi dize, gülüşü şiir kadına” kendi evreninin yüksek kulelerinden bağırarak ulaştırmak ister sesini.
“sözcüğüm yetmezse
üşüyor olmalısın” (Isıt Beni)
Ve bazen kendi söz evreni ile dışarıda kalan dünya arasındaki sınırları tamamen kapatır:
“düş, sırla bekler kaşlarını
aşkı bedene örmek için
kodes dışarı çeker
kıyamet yollar içine
çıkma ey sevgili
benimle kal” (Düşte Kal)
“Kelime dağarcığımız çok fakir olduğu için hayatta başımıza gelen çok şey isimsiz kalır,” der John Berger.
Şairler, başımıza gelen birçok şeye isim kazandıran, sezilebilen göndermelerle, bilinen kelimeleri, bilinmeyenin sınırlarını zorlayarak genişleten, kozmik yabancılığımızı azaltma, otalama gücüne sahip eşsiz ruhlardır.
Alattin Bilgiç, yazdığı bu eserle o eşsiz ruhlardan biri olduğunu gösteriyor. Yeni eserlerini canı gönülden görmeyi dilediğim bir şairdir.
Şöyle bir duralım, saatleri ve saatlerden daha zorba telefonları bir kenara bırakıp, Şems-i Tebrizi’nin “Ey rüzgâr! Daha yavaş es, çünkü güzel kokuyorsun” dizelerini hatırlayarak derin bir nefes alalım ve bu güzel şiir kitabını okuyalım.
Şairlerin, rindlerin sesine kulak verilmedi mi, kurur dizeleri. Ama olan, kulak vermeyen yüreğe olur. Dize kurur sonra yeniden yeşerir. Ama kuruyan yürek, hiçliğin kör karanlığında yiter gider.
Yitirmeyelim!
LEYLA ATABAY
L tipi cezaevi A-11 Alanya / Antalya
- 38 gösterim