Tutsak Yazardan Mektup: “Bir türbülanstayız adeta. Her şey ve her yer sallantıda."

Bir türbülanstayız adeta. Her şey ve her yer sallantıda. Tıpkı çocukken meyve bahçelerine dalıp biraz erik ve kaysı çalıp yemek için ağaca tırmanıp sonra da bahçe sahibi tarafından ağaçta yakalanıp, bahçe sahibinin işin keyfini çıkarmak için aşağıdan meyve ağacını sallayıp bizi düşürmeye çalışması gibi. Tutunduğun dala iyi sarılmak lazım (...) Her ölümlü bir gün mutlaka, hele bu memlekette yaşıyorsa, muhakkak hapishaneden geçecektir (...) Hapishaneler hep aynı, muktedirin gadrine açık. Ama direnmek yaşamaktır, başka türlüsü de mümkün değil.

Seyit OKTAY

Gümüşhane Cezaevi

GÜMÜŞHANE

***

8 Ağustos 2016

Merhaba Keke Adil!

Botan’ın yaz sıcaklarından Akdeniz’in nemli kıyılarına selam olsun. Gönderdiğin iki ayrı kartı-mektubu aldım. Kelebekli kart Öykücan’ın ellerinden çıkmış gibi, minik kelebek ellerine sağlık diyor; Tülin Arkadaşı da Görülmüştür Ekibini de sevgiyle selamlıyorum.

İçinden geçtiğimiz dehşet mevsimini uzun uzadıya anlatmayacağım. Lakin fırtına hapishaneleri de vurdu vuruyor. Zaten dar ve bunaltıcı olan kısıtlamalar aldı başını gidiyor, sınırlı nefes alanları da tıkatılıyor. İşin sonu nereye varır belli değil. Eskiden spor vardı gitti. Haftada bir iki gün bilgisayara çıkıyorduk o da gitti. Tutuklular için görüş, avukat kısıtlılığı ve telefona onbeş günde bir defa çıkma genelgesi çıkarıldı. Üstüne de sürgünler sevkler başladı. Darbeye kalkışanlar başkası, darbeyi yiyen bizler olduk. Buldukları her köşeyi koğuşa çevirip, getirdiklerini yerleştirmeye çalışıyorlar. Zaten sıcak ve bunaltıcı olan içerisi iyice çekilmez oldu. Sağlık sorunları gırla gidiyor, revir-hastahaneye gitmek zor. Yine de varlığımızı, onurumuzu koruyarak yaşamaya devam ediyoruz.

Değerli dostum ve yoldaşım Ayhan Kavak’ın da içinde olduğu 18 kişilik bir arkadaş grubu 4 Ağustos Perşembe günü ringlerle Balıkesir Bandırma T Tipi’ne sevk-sürgün oldular. Muhtemelen böyle bitmez, belki bir kısmımızı daha götürebilirler. Hasta, yaşlı, ailesinin durumu yoksul pek gözetilmiyor. Bir de bu cehennem sıcağında günlerce o ringlerde yol almak nasıldır bilirsin. Doğrusu iktidar savaşlarının mağduru yine mazlumlar oluyor. Elbette darbenin, darbe girişiminin memlekete hayırlı birşey getirmeyeceği malum. Ama bu gaileden halk yararına daha demokratik bir sonuç çıkarma, demokrasi standartlarını yükseltme yerine iktidarı tahkim anlayışı çıkarmak da en az birinci sonuç kadar iyi değil. Yani Ahmed Arif’in, Ape Musa’nın dediği gibi “Kürde direnmek düşer”. Demem o ki hapishaneler ve biz hapishanedekiler her zamanki gibi yaşanan gelişmelerin hep olumsuz yanından nasipleniyoruz! Bu nasıl nasip ve kısmetse!

Bir türbülanstayız adeta. Her şey ve her yer sallantıda. Tıpkı çocukken meyve bahçelerine dalıp biraz erik ve kaysı çalıp yemek için ağaca tırmanıp sonra da bahçe sahibi tarafından ağaçta yakalanıp, bahçe sahibinin işin keyfini çıkarmak için aşağıdan meyve ağacını sallayıp bizi düşürmeye çalışması gibi. Tutunduğun dala iyi sarılmak lazım. Oysa biz çocuk heveslerimizin, oyun aşkımızın ve güzel zamanların masumiyetiyle birkaç tane erik ve kaysı yemeye çalışıyorduk, bahçe sahibi ise bir tarafımızın kırılmasına, yaralanmamız pahasına da olsa iktidarını, gücünü gösterme hevesinde.

Hapishaneler hep aynı, muktedirin gadrine açık. Ama direnmek yaşamaktır, başka türlüsü de mümkün değil. Üzgünüm, dostlardan, yoldaşlardan ayrı düştük. Mevsim hazan da değil yaprak dökümü diyeyim. Her yer tıklım-tıkış, su yetersiz, şartlar kötü, giderek varolan birkaç imkan da kısıtlanıyor. Eskiden derlerdi ya; “Her nefis ya da ömür bir gün mutlaka ölümü tadacaktır”. Şimdi memleket için o sözü şöyle değiştiriyorum; “Her ölümlü birgün mutlaka, hele bu memlekette yaşıyorsa, muhakkak hapishaneden geçecektir”. Bu nedenle toplum çok duyarlı olmalı. Toptancı yaklaşımı engellenmeli. Aslında sorun siyaseten demokratikleşme, ahlaki olarak da vicdanileşme meselesi. Tabi öyle olmuyor; Musa’nın asasını alan Kızıldeniz’i ya da Nil Nehri’ni yaracak gücün kendisinde olduğu hayaline kapılıyor ve iktidar sarhoşluğu atını dört nala koşturuyor. Oysa asgari müşterekler üzerinden muhafazakarı da, solcusu da, demokratı da, hatta en genel anlamda insanlık paydasında buluşmak mümkün. Yaşar Kemal’in sözüyle, “Anadolu Halklar Bahçesidir”, bu bahçenin Mezopotamya’daki güzel bahçelerle buluşup geleceğe umutla, el ele yürümesi gayet mümkün.

Biliyorum her güzel şafaktan önceki an alacakaranlıktır. Hiçbir zaman umutsuz olmadım. Ben insana ve sevgiye inanırım. Orada umut bitmez, belki iflah olmaz bir ümitsar olabilirim ama ufkumda özgürlük olmalı, o güzel bahçelerin iç içe geçtiği o çiçeklerin rayihalarının birbirine karıştığı ve kelebeklerle dans eden çocukların neşeyle koşturduğu o güzel memleket rüyası, umudu bende hep baki. Her badire, her zorluk mutlak atlatılır, yeter ki Nazım’ın dediği gibi “Solmasın sol memenin altındaki cevahir”. Zahir geçer, cevahir-cevher aslolandır.

Bu duygularla sizleri selamlıyor, tüm güzel insanların yüreğine sığınıyor, o bahçeden bir gül dermeyi istiyor, o güllerden yazdığım şiirleri onlara armağan etmek istiyorum. İnsanlık, vicdan ve umut mutlaka kazanacaktır. Sizleri seviyor, özlemle kucaklıyorum.

Seyit OKTAY

Not: Seyit OKTAY bu mektubunu Siirt’ten Gümüşhane’ye sürülmeden önce yazmış.