Edebiyat deyince aklımıza önce roman, öykü ve şiir gelir. Sonra da akımlar. Klasik, modern, realist, sürrealist, dadacı v.d… Ve bu akımların ülkemiz edebiyatına yansımaları olan 1. Ve 2. Yeni, Garip akımı, Toplumsal gerçekçilik, İmgeci gerçekçilik v.b. Bir de alt başlıklar olarak: Politik edebiyattan, Hapishane Edebiyatından, 12 Mart romanından, 12 Eylül edebiyatından söz edebiliriz. Hangi akımdan yazarsa yazsın yazar –şair, yaşadığı dönemin tanığı ve vicdanıdır deriz. Ya da öyle olmasını umarız. Bu saptama neo-liberalizm döneminde türeyen eklektik bir akım olan post-modernizme kadar bir gerçeklikti. Ancak 12 Eylül faşist darbesinden sonra yaratılan korku ikliminde ve aynı süreçte gelişen post-modern zamanlarda “edebiyat” önemli ölçüde kamunun vicdanı olmaktan çıktı. Neo-liberalizmin sanatı ve sanatçıyı “piyasa” yapmasından etkilenen yazarlar, eserlerinden gerçekliği ve insanı çıkardılar. Bu duruma direnen ve toplumcu çizgiyle -estetiği de ihmal etmeden- üretmeye devam eden yazar ve şairlerimiz halen var. İyi ki de var. Ancak fincancı katırlarını ürküten, ‘kral çıplak’ diyen çocukları sevmeyen zebaniler, onları zindanlara doldurmaya devam ediyor. Onlar da o zor koşullarda, F tiplerinde bile düşmana inat üretmeye ve bize ışık vermeye devam ediyorlar.
İşte bu gün elime geçen öykü kitabı onlardan biri: “Kıyıya Vuran Dalgalar.” 9 Öyküden oluşan kitabın yazarları (biri hariç o da yeni çıkmış) halen içeride. Öncelikle “Dışarıda Deli Dalgalar” grubuna teşekkür ediyorum, bu kitabı hazırladıkları için. Dışarıda Deli Dalgalar da ne ki… diye soranlara bir not düşeyim. Bu grup 5 yıl kadar önce ülkemiz hapishanelerindeki siyasi tutulularla dayanışmak amacıyla kurulmuş bir vatandaş inisiyatifi. Daha birkaç ay önce çılgınca bir işe giriştiler ve zindanlara 10 bin kitap yollama hedefini önlerine koydular. Kapı kapı gezip kitap topladılar ve mapuslara ulaştırdılar. Ve yıllardır bitmeyen mektuplaşmalar, dayanışmalar… grubun en son üretimi bu öykü kitabı olmuş. Hepsi 90'lı yıllardan beri hapishanede olan 11 öykünün yazarlarının isimleri şöyle: Dilek Öz, Sami Özbil, Murat Saat, Edip Yalçınkaya, Naif Bal, Diyadin Turhan, Nibel Genç, Mustafa Ağcakaya ve kendisi aynı kuşaktan olsa da şu an "dışarıda" olan Sibel Öz.
Kitabı hazırlayan Sibel Öz, öyküler ve yazarları hakkında şunları yazıyor: “İçeriden" hayata bakış, belki her zaman merak konusu. Ancak öyküler, hayatın kıyısından değil, tam içinden yazılmış. Yazarları ununu eleyip eleğini asmış olmadıklarından öyküler de hala hayatla hesaplaşmakta ve bu nedenle gerçek anlamda yaşayan figürlerle örülmüş.”i
Öyküleri okuduğumuzda Sibel Öz’e hak veriyoruz. Elbette içeride üretilenler bir kitaba sığmaz. Daha geçen ay sonlanan 2. Yılmaz Güney Kültür ve Sanat festivali şiir seçkisinde jüride yer almış, içeriden mapusların yolladığı yüzlerce şiiri beğenerek okumuştum. İçlerinden ödül alanlar da oldu. Öykü yarışmasında da beğeni toplayan, ödül alan öyküler vardı. Yine halen zindanda olan Uluslar arası jüriler tarafından ödüllendirilmiş karikatüristler de var.
“Kitabın ilk öyküsü, Sami Özbil'in ‘Eksik Bir Şey’ adlı öyküsü. "Eksik Bir Şey, aslında siyasi tutsakların bu kitapta ve bu kitapla söylemek istediklerini de özetliyor. ‘Hayatta biz eksiğiz’ diyor doksan kuşağı. Seksen sonrası baskı ortamında toplumun en ufak demokratik kıpırdanışına izin vermemek adına katledilen, işkencelerden geçirilen, kaybedilen doksan kuşağından hayatta kalan ve eli kalem tutanlar, hayata borçlu oldukları hikayeleri anlatmışlar kitapta.”ii
Örneğin ben 1980 öncesi zindanı tanıyan, F tiplerini yaşamayan eski bir mahpusum. İçerideki yazarlardan Mircan Karaali’nin, ‘Gorki’nin Gitarı’ ile Sami Özbil’in ‘Soluk Soluğa’ adlı romanlarındaki F tipleri betimlemelerinden çok şey öğrendim. F tipleriyle ilgili yazdığım bir yazıda: “F tipi denilen hücreleri, ölüm odalarına” benzetmiştim de bana yazıştığım mahpus arkadaşlar karşı çıkmışlardı. “Biz demişlerdi F tiplerinde de düşmana inat yaşıyor ve üretiyoruz.” Ben de bu söylemimi düzeltmiştim.
Kapitalizm belki maske değiştirdi ama onun insanlığa ve doğaya saldırısı ve tahribatı hala sürüyor. Savaşlar, işgaller, sömürü, daha çok kâr için doğanın katledilmesi sürüyor. Umut ve ütopya sorunu başladı. İnsanlarda “başka bir dünya mümkün” diyecek umut ve ütopya kalmadı. Bu umudu ve ütopyayı besleyenler de azınlığa düştü. Ve onların da birçoğu zindanda. O nedenle şimdilerde, “hâlâ mı toplumcu edebiyat” diye burun kıvıran “eleştirmenler” çoğaldı. “Sanat, politika dışı - tarafsız olmalıdır”, diye vaaz verenler çoğaldı. Oysa bizzat onlar politika yapıyor. Kapitalizmi, var olan sistemi savunarak politika yapıyorlar. Her baskı döneminde egemenlerin kalemşorları olan yazar ve sanatçılar olmuştur. Bu dönem biraz çoğalmış görünüyorlar hepsi o kadar. Ama dışarıdan olduğu gibi içeriden de itiraz sesleri geliyor. “Biz varız ve yaşıyoruz” diye haykıran insanların sesleri. İşte o seslerden bazıları “Kıyıya Vuran Dalgalar’da toplanmış: O sesler, “Eksik Bir Şey”, “Kanaat, Tevekkül ve Karıncalar”, “Kar Yangını”, “Elhamdüllilah Çok Şükür”, “Herkes Gitmişti”, “Ben Annem ve Komşu Kadın”, “Herkes Gibi”, "Leylak Sokak", "Meryem'in Oyuncakları", "Bir Dilim Güneş", "Kırmızı Şapkalı Kadın" adlı öyküler aracılığıyla içeriden dışarıya dalga dalga taşıyor… Zindanların, F tipi hücrelerin demirlerini, duvarlarını yarıyor ve bize ulaşıyor.
Sahi biz artık doğum günlerinde veya misafirliğe giderken kitap armağan etmeyi unutmaya başladık değil mi? İşte size fırsat, davetlere icap ederken eliniz boş gidemezsiniz ya. İki adet “Kıyıya Vuran Dalgalar” alın. Biri sizin için, diğeri hediye edilmek üzere. Tamam “imkanı olmayan” bir tane alsın. Okusun sonra armağan etsin.
Burcu Ballıktaş’tan bir alıntıyla bitiriyorum: “Sizin de özgürlüğü elinden alınanlar adına bir itirazınız varsa alın bu kitabı, okuyun derim... Ve hatta daha da güzeli okuduktan sonra siz de bir delilik yapıp içeriye postalarsınız, fena mı olur?”
Nisan 2012 [email protected]
Künye: Kıyıya Vuran Dalgalar. F tipi Öyküler. NotaBene yayınları. Nisan 2012. Ankara.
i Sibel Öz, Etkin Haber Ajansı / 25 Nisan 2012 Çarşamba
ii A.G.Y.
- 2 gösterim