Ülke gündemi ne olursa olsun bazı hayati konular vardır ki, mutlaka gündeme getirilip çözülmesi gerekmektedir. Ertelenmeye gelmez çünkü o konularda biri de hasta tutsak arkadaşlarımızın durumudur. Ne kadar zorlandıkları ve ne kadar acı çektiklerini görüyor, deyim yerindeyse iliklerimize kadar yaşıyoruz. İnsan hakları örgütlerinin açıkladıkları raporlara göre şu an cezaevlerinde 600 civarında ağır hasta tutsak kalmakta.
Bu rakama sadece devlet hastanelerinden rapor alabilen tutsakları giriyor. Bizzat biliyorum, bir o kadar da rapor almayanlar var. Yürüyen cehennemi andıran ring arabalarında o hasta haliyle yolculuk edip, yüzlerce kilometre uzaklıktaki hastanelere gidip gelmek gerekir rapor almak için. Yolculuktaki eziyetler, aramalardaki keyfi dayatmalar, doktorların ideolojik yaklaşımları gibi olumsuzluklar da eklenince rapor almak hepten zorlaşır.
Bir de, devlet hastanelerinin bodrum katındaki “mahkûm koğuşu” adı altında hasta tutsaklara ayrılan bir yer vardır ki, anlatılması bile insana eziyet veriyor. Kendim göremeyene kadar ağır hasta arkadaşlarımız hastaneye götürülürken öylesi korkunç bir yerde bekletildiklerini hiç tahmin etmemiştim. Bir sefer göz kontrolü için hastaneye gittim. Normal hastalar için ayrılan yerde tamirat olduğu için (öyle söylediler oradaki personel) bir kaç saatliğine beni yatılı tedavi gören hasta arkadaşlarımıza ayrılan koğuşa götürdüler. Hastanenin arkasındaki daracık bir kapıdan iki kat yer altına indikten sonra yarı karanlık ve genelde bozulmuş inşaat malzemelerinin sağa sola istif edilip tarifi imkânsız bir nem-küf kokusunun hâkim olduğu uzun koridoru yarılarken üzerinde büyük harflerle MORG yazılan bir kavşaktan sağa döndük.
Yaklaşık 50-60 metre daha yürüyüp, koridorun sonundaki “mahkûm koğuşu” denilen koğuşun kapısında beklerken, o an benimle morgdaki ölüler arasında sadece buzlu bir cam ve camlara yapıştırılan gazete sayfaları vardı. Koğuşa konulurken içerideki lavabo, tuvalet kokusu da aniden yüzüme vurunca; artık kendimi tutamayıp kustum. Kelepçeli ellerimi yüzümü yıkamaya çalıştım. Yaklaşık üç dört saat sonra oradan çıkarıldığımda, koğuş kapısının önünde sedye üzerine uzanmış, ayakları sedyeye zincirle bağlı, elleri de kelepçeli yaşlı bir hasta vardı. Askerlerin arasından “merhaba” dedim ama sesini duyamadım. Sadece başını hafifçe salladığını gördüm. Koğuştan çıkarıldıktan sonra o sedye üzerine bağlanmış yaşlı hasta benim yerime konulmak için orada bekletiliyormuş. Bizim davadan olmadığından ikimiz aynı koğuşa konulmamışız.
Birçok defa hasta arkadaşlarımızdan duymuşum: “Gidip sağ olarak kendimi morga konacağıma burada arkadaşlarımın arasında öleyim daha iyidir.” Zira hastanede basit bir diyet raporunu almak için bile bazen o korkunç yerde günlerce kalmak zorunda kalıyorlar. Yıllar önce kamuoyu o morg yanındaki hasta mahkûm koğuşunu TV kanallarında görmüştüm. Güler Zerre arkadaşımız da o koğuşlardan birinde kalmıştı. Zaten serbest bırakıldıktan kısa süre sonra hayatını kaybetti. O gün bugündür hastanelerde yatırılan ağır hasta tutsak yoldaşlarımız korkunç odalarda tutuluyorlar.
Zorunlu olmadıkça arkadaşlarımız hastanelere gitmek istemiyor. Bizim bulunduğumuz Bandırma Cezaevi’nde de Mahmut Bilgiç, A. Selam Güler, Selman Esmer arkadaşlarımız ağır hasta olmalarına rağmen yeterli bir tedavi imkânına sahip değiller. Devlet hastanelerinden alınan raporlara rağmen serbest bırakılmıyorlar. Demokratik kamuoyundan duyarlılık bekleniyor. Ağır hasta yoldaşlarımız diri diri morg gibi odalarda yalnız bırakılmamalıdırlar.
Bandırma 1 nolu T Tipi Cezaevi
Kaynak: Yeni Özgür Politika
- 8 gösterim