Hapishaneden gelen öykü: GÜNEŞLİ BİR NİSAN GÜNÜ…

"Bir insanın değeri bu kadar ucuz olamaz. İşte o günden beri sokakta ölmekten korkarım".

2002 Nisan sonları, saat 11:00.

Salonun ortasında bir hengamedir gidiyor, yeğenlerim cıvıl cıvıl etrafımda dolanıyor, en küçük olanı paçamdan çekiştiriyor. Büyük olan sırtıma çıkmış saçlarımı bozmaya çalışıyor. Bir elinde toz bezi, diğerinde köpük dolu tasla o güzel yüzüyle beliriveriyor annem. Bizi mutlu gördüğü için hem gülüyor hem de evi kirletmeyin diye söyleniyor. Atıyorum kendimi odama. Bugün çok heyecanlıyım. Aşkların en delisini yaşadığım çağda kalbim sanki yerinden çıkarcasına atıyor. Bir saat sonra uğruna bir çok şeyi feda edebileceğim ve onun için her şeyi gözümü kırpmadan yapabileceğim ilk aşkım Yasemin’imi okuldan alıp sağ salim evine götüreceğim. Bir nevi ücretsiz okul servisliği! Yayan da olsa! :-)

Atıyorum kendimi evin önüne, kaldırıyorum kafamı Sema’ya, pencereden el sallıyor:-) Sema ilkokul arkadaşım. Ketum bir kızdır. Babası okuldan alınca zorunlu ev kızı oldu. Kim bilir o pencerenin önünde ne güzel hayaller kuruyordur. Selamlaştıktan sonra mahallenin postacısıyla göz göze geliyorum! Sessizce yanından uzaklaşıyorum. Bizim mahalle sakinleri hiç sevmezler kendisini. O sokağa girdiğinde hemen perdeler çekilir, getirdiği tek şey ya fatura olur ya da mahkeme celbi. Özünde sevilir ama mesleğinde sevilmezdi. Güneşli bir gün olduğu için mahallede herkeste bir koşuşturmaca; kış boyu çatısı akan evlerinin çatısını onaran Yaşar Amca’nın çıkardığı kiremit sesleri, toplarının Kemal Amca tarafından kesilme korkusuyla top oynayan çocukların sesleri, mahallenin CIA’den çok bilgiye sahip olan teyzelerinin sarhoş Murat’ın karısıyla akşamki kavgasını bire beş katarak anlatan dedikodu kümesinin çıkardığı seslerin eşliğinde mahalleden çıkıyorum.

Ankara’nın güneşli bir gününde Yasemin’imin okuduğu Kurtuluş Lisesi’nin önüne gidiyorum. Gören duyan olmasın diye Kurtuluş Parkı’nda bekliyorum. Çıkış saati yaklaştıkça elim ayağım titriyor ve kalbimde tarifsiz bir hareketlenme. Parkın sonundaki yaşlı bir ağacın gölgesine sığınıyorum.

Gözlerim radar gibi her yeri tarıyor ama nafile! Her seferinde gafil avlanıyorum. Gözlerimin üstüne bir çift el  kapanıyor. Bilmemek mümkün mü!! Ellerini çekmesin diye dua ediyorum. Heyecandan kelimeler boğazıma düğümleniyor. Kafamı çevirdiğimde gözlerim aydınlanıyor, onun yüzünde dünyamı görüyorum. Dillerimiz susuyor, gözlerimiz konuşuyor. Gönül dili dururken söz kimin umurunda! Oturduk bir banka birbirimize bakıp gülüyoruz onca kalabalığın arasında sanki ikimiz varız. Hiç kimse umurumuzda değil, tek işlediğimiz suç kaçamak bakışlar!

Tam o esnada bir çığlık koptu! Bir anda herkes tek bir yöne odaklandı, yerde yatan birisini görüyorum. Etrafında bir sürü insan toplanmış. Yasemin ve benim içimiz burkuldu, hemen kalkıp yerde yatan kişinin yanına doğru yaklaşınca Yasemin telaşlandı. Birbirimize sarılıp onu sakinleştirmeye çalışırken, gözlerim insanlara takıldı! Herkes sadece bekliyor ve yorum yapıyor. O sırada polisler gelip insanları uzaklaştırmaya çalışıyor. Kimsenin umurunda bile değil. Gözlerim bir diğer polise odaklanıyor. Az önce bir çiftin üzerinde oturduğu gazete parçalarını alıp, yerde yatan adamın üzeirine örten polisi görünce o an dünyam yıkılıyor. Bir insanın değeri bu kadar ucuz olamaz. İşte o günden beri sokakta ölmekten korkarım! Her kim olursam olayım, ister zengin ister fakir, sokak ortasında ölürsem üzerime gazete parçaları serecekler ve ertesi gün üzerime serili olan gazetenin 3.sayfasında küçücük bir karede yer alacağım. Arkadaşlar bende hiç şans yok, böyle bir durumda kesin bana Spor Gazetesi örterler, onu da meraklı fanatik vatandaş puan durumuna bakmak için üzerimden çekip alır:-) :-)

Melih Gürler

T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu

Bafra-SAMSUN